Oluşturulma Tarihi: Şubat 25, 2002 00:32
Hürriyet'in ‘‘Bak Başıma Ne Geldi’’ kampanyasına gönderilen mektuplardaki ibret verici öyküler, okurlarımızın büyük ilgisini çekti. Yaşamın bazen dramatik, bazen komik görünümleri için, yüzlerce okuyucu öyküsünü gönderdi.
İŞADAMI HALİT KELEŞ (82 YAŞINDA)
Milattan sonra 1919 doğumlu okurumuz Halit Keleş, ‘‘Bak Başıma Ne Geldi’’ kampanyamıza şu anısını gönderdi:
Yıl 1948'in kışı. Yanımda annemle birlikte İstanbul'dan memleketim Trabzon'a gemiyle gitmekteyim. Verem hastası olduğumun ikinci yılıydı. Soğuktan korunmak için kat kat yün fanila, kazak, polto vs. giymiştim. Kuvvetli fırtınanın oluşturduğu dev dalgalar gemiyi dövüyordu. O vakitler şimdiki gibi bir liman olmadığından gemi, yolcuları Trabzon'a çıkaramadı. Yakın ve tabii liman olan Akçabat açıklarında demirledik. Gemiye, içinde özel giyimli dört kişi bulunan bir kayık yanaştı. Bu tayfalar, Karadeniz'in curcunalı dalgalarına alışık, tecrübeli, cesur ve maharetli denizcilerdi.
İlk kayık gemiden 5-6 kişi kadar kamara yolcusu alıp salimen karaya çıkardı. İkinci kayığa, gemide kamarot olarak çalışan akrabam Ali Keleş'in yardımıyla annem ve ben bindik. Ayrıca kucağında bebek olan bir hanımla üç erkek yocu da vardı.
ANNEM BOĞULUYORDU
Bebeği hanımdan istemek aklıma geldi, ama ne de olsa bir tehlike ihtimaline karşı sorumluluğu üstlenmeyi göze alamadım. Bir başka yolcu benim düşündüğümü yaptı ve bebeği hanımdan aldı. Karaya yaklaşınca, daha güvenli olacağı için kayığın başını denize doğru çevirdiler. Biz çıkacağımıza yakın dalgalar daha da azgınlaştı. Karaya yaklaşık yüz metre kala gelen büyük bir dalga, kayığın baş kısmını metrelerce yukarı kaldırdı, arka tarafta olanları şöyle bir taradı ve denize döküldük. Annemle diğer hanım yolcu diğer ambarda olduğu için batan kayıkta kaldılar.
İyi yüzme bildiğim için kıyıya doğru yüzmeye çalıştım. Ama üstümdeki ağır giysilerden ötürü gittikçe batıyordum. Annem arkadan kulakları çınlatacak kadar yüksek bir sesle ‘‘Halit!.. Halit!..’’ diye feryat ediyordu. O anda aklımdan geçenleri gayet net hatırlıyorum. Karaya kadar yüzebileceğimi sanmıyordum; annemse boğulmaktaydı ve imdat isteyerek beni çağırıyordu. Bari annemi kurtarayım, boğulsam da ahirette mükafatını görürüm deyip hamle yaparak geriye doğru yüzmeye başladım. Geriye döndüğümde bir de ne göreyim? Denize dökülenlerin hepsinin ayakları dibe değiyordu ve su ancak omuz hizalarına kadar gelmekteydi. Meğerse teknenin battığı yer bizim dalyan dediğimiz sığ bir bölgeymiş. Benim yüzmeye çalıştığım bölge ise çok derinmiş. Annemin sesini duymasaydım, belki de karaya çıkmak nasip olmayacak, boğulup gidecektim...
BEBEĞİ DALGALAR ALDI
Tayfalar bizi toplayıp tekrar tersyüz ettikleri kayığa alarak karaya çıkardılar. Kıyıya birikmiş olan halk, durumu endişe ve dikkatle izliyordu. Tehlike bitince herkes derin bir nefes aldı. Neden sonra bebek hatırlara geldi ve herkes bu yavrucağı aramaya başladı. Birden uzaklardaki dev dalgaların köpükleri üstünde, beyaz kundağıyla bebeğin boğuşup durduğunu gördük. Tayfalardan biri azgın dalgalara atladı ve yaklaşık on dakika sonra ancak bebeğe ulaştı. Bebek biraz korkmuştu, ama annesini görünce hepimizin yüreğinde güller açtıran bir gülücükle hayata yeniden merhaba demişti...
Aradan yıllar geçti, o devrin kanseri olan veremi atlattım. Çalıştım, işlerimi büyüttüm, büyük bir mermer fabrikası kurdum. Yoksulları, kimsesizleri, çaresizlik içinde hayatın azgın dalgalarıyla boğuşanları hiç unutmadım. Bütün Türkiye'de yeni yapılan camilerin musalla taşlarını bedava olarak gönderdim. Vergi rekortmeni oldum. Ödüller aldım...
ESKİ ÇEVRE BAKANI EDİZ HUN
Aynı anda 3 genel başkandan 3 teklif aldım
1980'den sonra politikanın içinde yer almaya başladım. Çevreci ve sanatçı kimliğim ile tanındığım için partilerden bana yönelik bir ilgi vardı. O yıllarda dahi siyasete girmem için öneriler oldu.
Ancak, 1994'te yapılan yerel yönetim seçimleri öncesi benim için çok ilginçti. Aynı dönemde telefonlarım ardı ardına çaldı ve üç partinin genel başkanından üç ayrı teklif aldım.
İlk olarak Yıldırım Aktuna, beni apar topar Tansu Hanım’ın yanına götürdü. Tansu Hanım iltifatlar yağdırdı. Ben de kendisinin çok hoş ve zarif bir kadın olduğunu söyledim. Bana İstanbul'da istediğim ilçede belediye başkanlığı önerdi. Düşünmediğimi söyledim.
Hemen ardından CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın benimle görüşmek istediğini söylediler. Bana İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığını teklif etti. Ben, ‘‘Siz çok büyük bir iltifatta buluyorsunuz, gurur verici bir öneri. Ancak kazanma imkanı olmayan bir yarışa beni sürüklemeyin’’ dedim. Baykal da ‘‘Belki seçimi kazanmayacaksınız ama bizi kazanacaksınız’’ dedi. Bu da ilginç bir felsefeydi. Ancak teklifini reddettim.
Çok kısa süre sonra O dönem İstanbul İl Başkanı Olan Erdal Aksoy, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'la beni Conrad Otel'de buluşturdu. Yılmaz ‘‘Sizi belediye başkanı olarak görmek isteriz’’ dedi. Ben kendisine teşekkür ettim. ‘‘Beni onurlandırıyorsunuz, ancak partiyi ve örgütü tanımıyorum. Benim arzum, parti içinde bir süre politika yaptıktan sonra Ankara'da sizinle omuz omuza çalışmak’’ dedim, hedefimi koymuştum. Belediye başkanlığı önemli bir görev, ancak lokal bazda başarı sağlıyorsunuz. Ben milletvekili olmayı istiyordum. Çevrebilimci olduğum için Türkiye'nin genelinde bir şeyler yapmak istiyordum.
O gün artarda bana teklif getiren üç genel başkana da bugün teşekkür ediyorum. Aradan yıllar geçti. O dönem bana güven duymuş olmaları beni çok onurlandırdı. Halen hepsine büyük saygı duyarım.
Ancak ben ANAP'ı seçtim. Sayın Yılmaz, o gün otelde yaptığımız konuşmanın ardında benim ne demek istediğimi anlamıştı. Bir yıl sonra Erdal Aksoy beni yeniden aradı ve il başkanlığında birlikte çalışmamızı istedi. 3.5 yıl süreyle çevre kültür ve sosyal işlerden sorumlu başkanlık görevini yürüttüm. Bu görevin ardından da milletvekili seçildim. Amacım da buydu.
Bunca seneden sonra, şimdi doğru yerde olduğumu düşünüyorum. 1994 yılında verdiğim karar beni buraya taşıdı.
ULAŞTIRMA BAKANI OKTAY VURAL
Yırtık ayakkabımı dikip okul müsameresine çıktım
İlkokulda müsamerelere katılırdım. Şu anımı hiç unutamam: Sabah müsamereye çıkacaktık. Ayakkabım delikti, önü açılmıştı. Akşam oturdum, bizzat kendim delikleri diktim. Yıllar sonra fotoğraflara baktığımda, diktiğim ipliğin ucunu bile kesmediğimi fark ettim. İp, ayakkabının ucundan sarkıyordu. Bu fotoğrafa baktıkça ve olay aklıma geldikçe, hem güler, hem düşünür, hem de o yıllara yeniden dönerim. Çocukluğumda Diyarbakır sokaklarında ciklet satarak harçlığımı çıkarırdım. Bugün ne olursan ol, o günleri unutmak mümkün mü?
Özel aracım veya makam aracı fark etmez, kendi şoförlüğümü yapmayı severim. Bir gün spor kıyafetle arabamı kendim kullanıyorum. Polis kulübesinin yanında yaşlı bir kadın bekliyordu. ‘‘Buyur teyze’’ dedim. ‘‘Sen bakan mısın’’ dedi. ‘‘Evet’’ deyince, ‘‘Beyim sen şoförsün, Bakan şoför olur mu’’ diye çıkıştı. ‘‘Evet bakanım’’ diye ısrar edince ‘‘Beyim benimle dalga geçme’’ deyip takım elbiseli, kıravatlı danışmanıma yöneldi, ‘‘Şoförün beni aldatıyor, sen bakansın değil mi’’ dedi. Ben de dayanamadım, ‘‘Buyur o zaman derdini kravatlı Bakan'a anlat’’ dedim. Teyze, bakan niyetine derdini kravatlı danışmanıma anlattı da biz de rahatladık...
RUMUZ: ESMER (23YAŞINDA)
Kaçamak dönüşü çevirdiğim taksici babam çıktı
Gece erkek arkadaşımla buluşmak üzere dışarı çıkmam gerekiyordu. Evdekilere, karşı apartmandaki kız arkadaşıma kalmaya gidiyorum dedim. Gece saat 12.00'yi biraz geçtikten sonra erkek arkadaşımla geceyi geçirdiğim yerden ayrıldım. Başıma da tanınmayayım diye türban taktım. Yola varınca bir taksi çevirdim.
Arkaya geçip bir oh çekip oturdum. Dikiz aynasından taksi şoförünün yüzüne baktığımda, karşımdaki kişinin babam olduğunu anladım...