Güncelleme Tarihi:
Dükkan sahiplerinin bir bölümü, bir zamanlar Anadolu'nun çeşitli kentlerinden bile gelip alışveriş edilen Kapalıçarşı'nın bugünkü durumunda esnafın hoş karşılanmayan davranışlarının etkisi olduğu görüşünde.
Kapalıçarşı yüzyıllar önceden bugüne taşıdığı maçoluğundan kurtulacak mı? Dükkanlarında daha çok kadın tezgahtar, işletmeci olacak mı? Yoldan geçen kadınlar, eski korkularından kurtulacak, rahat edecek mi?
Bütün bu soruları, aslında Kapalıçarşı esnafı da epey zamandır soruyor. Çuvaldızı biraz da kendilerine batırmak gerektiğini farketmişler ve ‘‘Gidişatın kötü olmasında, bizim de payımız yok mu?’’ diye düşünüp cevap arıyorlar.
Esnaf Derneği'nin Mart 1998 tarihli haber bülteninde Erkan Yılmaz şunları yazıyor: ‘‘Geçmişte çarşımızı gezen gören yerli müşterilerimiz annelerimiz, bacılarımız, teyze ve halalarımızdı. Onların alışverişlerindeki bereket, fazilet, muhabbet acaba bugün var mı? ...çarşımız son zamanlarda hiç de hoş olmayan davranış biçimleri ile karşı karşıya. İşimizde birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın hoşgörü sınırını aşan, ahlak boyutlarını zorlayan konuşma lehçeleri buradan o güzel insanları kaçırdı.’’
Sonra da Kapalıçarşılıları uyarıyor: ‘‘Lütfen yukarıdaki gibi hoş olmayan davranış biçimi sergileyenleri uyarınız. Emniyet Karakolu'na, Belediye Karakolu'na, derneğimize ve özel güvenlik teşkilatına bildirerek caydırıcı olana kadar mücadele ediniz.’’
Davranış dersi verilsin!
Her ne kadar Dernek yetkilisi Mustafa Pekcanattı, bu tür olayları ‘‘münferit’’ olarak değerlendirse ve ‘‘Biz Kapalıçarşı esnafı olarak, en küçüğümüzden en yaşlımıza, müşterimize nasıl davranacağımızı biliyoruz. Haa hatalarımız yok mu, 3 bin 500 esnafta sekiz on kişidir’’ dese de esnafın önemlice bir kısmı bu meseleyi aralarında da konuşuyor, birbirlerini uyarıyorlar. Gürer Bukağılı, ‘‘Esnafın iyi tutumu da var, kötü tutumu da var. Geçenlerde okudum Anadolu’da bir yerde belediye pazarcılara ceza yazmış, kötü davranışlardan dolayı... Burada da aynı şey olabilir. Gerekirse davranış dersi de verilir’’ derken, ‘‘Ama en alt sıralardaki sorunumuz bu.’’ diye de ekliyor.
Süleyman Önen'in bu konudaki önerileri ise şunlar: ‘‘Çarşı esnafını belli bir geleneğe, adaba, standarda kavuşturacak etik değerleri yerleştirecek denetim mekanizması olmalı. Malların da kalite, fiyat güvencesi denetlenmeli. Kapalıçarşı kazıklanma merkezidir imajı kırılmalı. Mal iadesi olabilmeli. Hanutçuluk yokedilmeli. Seyyar satıcılar sokulmamalı. Dükkanlarda kadınlar çalışabilmeli, maço tezgahtarlık, sarkıntı ruh halleri yokedilmeli, müşterilere yönelik sözlü ve fiziki tacizlere karşı yaptırım uygulanmalı. Esnaf geçmişinin muhasebesini yapmalı. Çarşı polis teşkilatı yanısıra özel güvenlik elemanları yerine turizm polisi devreye sokulmalı.’’
NEYDİ?
Bizans'tan bu yana belki de dünyanın ilk ‘‘grand’’ alışveriş merkezi. Yüzyıllarca bu özelliğini korudu. Osmanlı döneminde lonca tipi örgütlenmenin en büyük örneklerindendi. Her sokağında farklı bir zanaat icra edilirdi. Cumhuriyet döneminde Anadolu'nun pek çok kentinden de müşterisi akın ederdi. Herşey orada bulunurdu.
Büyük mezatlar yapılırdı. Tasarımcıların ‘‘ilham’’ almak için mutlaka uğradıkları yerdi. Üniversite öğrencileri oradan geçerdi; kotlar, alyanslar, gümüş takılar oradan alınırdı.
İstanbul'a gelen her turistin yolu oraya mutlaka düşerdi.
Bir dönem altın ve döviz borsasıydı. ‘‘Şu caddedeki altınları toplasanız, Türkiye'nin bütün borçları ödenir’’ diye düşünülürdü.
Kapalıçarşı'da bir dükkan sahibi olmak, servet sahibi olmakla eşdeğerdi. Her servet sahibi olan da dükkan sahibi olamazdı.
NE OLDU?
İstanbul'un her ilçesinde, semtinde mağazalar, alışveriş merkezleri açıldı. Artık kimsenin yolu düşmez oldu.
Dünyadaki ekonomik gelişmeler, turizmin içine düştüğü durum, yavaş yavaş yabancı turist sayısını azalttı. Yerli turist zaten gitmişti. Kapalıçarşı boşaldı. İşler durma noktasına geldi.
Çarşı tarihinde ilk kez bu kadar çok sayıda dükkan kapısına kilit vurdu, sokaklar ilk kez bu kadar boşaldı. Satışa çıkarılan, kiraya verilmek istenen dükkanlar alıcı bulamaz hale geldi.
Tarihi, turistik bir yer olarak, yerli turistin de yabancıların da gözündeki önemini yitirdi.
Etrafı işgal edildi, silüeti kayboldu, onca tarihi değerine karşın İstanbullular'ın nankörlüğüne kurban gitti, yetkililerin gözünden sürekli kaçtı.