Güncelleme Tarihi:
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Deniz Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Elemanı Sami Aksoy, kanalla ilgili tartışmaların hukuki boyutu konusunda hurriyet.com.tr için bir analiz yazısı kaleme aldı.
"Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı “Kanal İstanbul” projesi, gündemi tamamen değiştirdi. Türk basını ve yabancı basın, Marmara denizini Karadeniz’e bağlayacak bu ikinci boğazı, manşetlerine taşıdı. Hemen ardından projenin yeni bir fikir olmadığı, Osmanlı döneminde ya da Sayın Bülent Ecevit tarafından yakın zamanda daha önce ortaya atılmış olduğu ileri sürüldü.
Projenin, bir seçim malzemesi olduğu veya Türkiye’ye büyük bir hizmet olacağı tartışmaları bir yana, işin bir de hukuki boyutu, yani kanala tatbik edilecek hukuki rejim var. Marmara Denizi’nden Karadeniz’e ticaret ve savaş gemilerinin geçişine mümkün halde inşa edilmesi planlanan bu yeni kanal, uygulanacak olan hüküm tartışmalarını da beraberinde getirmektedir.
Türk boğazları olarak bilinen İstanbul ve Çanakkale boğazlarına 1936 yılından beri Montrö Boğazlar Sözleşmesi uygulanmaktadır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile uluslararası otorite yönetiminde ve askersiz bir bölge olan boğazlar üzerinde, artık Türk hâkimiyeti tanınarak serbest geçiş rejimi kabul edilmiştir.
Deniz hukukunun temel metinleri arasında sayılan 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde (UNCLOS) ise uluslararası seyrüsefere açık boğazlar ayrı olarak düzenlenmiş (m. 34 vd.) ve transit geçiş rejimi kabul olunmuştur.
Ancak UNCLOS m. 35 gereğince geçişin uzun süreden beri yürürlükte olan sözleşmelerle düzenlendiği boğazların hukuki rejiminin etkilenmeyeceği de, istisna olarak hükme bağlanmıştır. Türkiye, UNCLOS’a Ege sorunları sebebiyle zaten taraf değildir ve her durumda açıkça karşı çıkmaya devam etmektedir. Türk boğazlarına da yukarıda anıldığı üzere 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi uygulanmaktadır.
Çanakkale ve İstanbul boğazlarının hukuki rejimini Türkiye lehine değiştirmek amacıyla imzalanmış olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, kendiliğinden Kanal İstanbul’u da kapsayacağı ya da Kanal İstanbul’un seyrüsefere açılmasıyla Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlal edilmiş olacağı şeklindeki görüşlerin savunulması mümkün değildir. Montrö Boğazlar
Sözleşmesi, sadece İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçişi düzenlemek amacıyla kaleme alınmıştır.
Kanal İstanbul, boğaz tanımına uygun bir su yolu olarak inşa edilecek olursa, 1982 tarihli UNCLOS’un transit geçiş rejimine ilişkin hükümleri yerine, Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin veya paralel yeni bir düzenlemenin tatbikinin sağlanması yönündeki bir görüş, tüm ülkelerin lehine olacaktır.
KARADENİZ’E YENİ ÇIKIŞ
Aslında işin sırrı Karadeniz üzerindeki siyasi dengelerdedir. Çünkü Atlas Okyanusu’nun, Akdeniz yoluyla Karadeniz’e bir diğer çıkış noktası, Kanal İstanbul haline gelecektir.
Ancak bu durum kanalın fiziki yapısına göre farklılık gösterebilir. Karadeniz’e çıkış imkânı sağlayacak bu yeni su yoluna, özellikle Karadeniz’de bulundurulabilecek savaş gemilerine ton sınırı getiren (m. 8 vd.) ve 75 yıldır Karadeniz’de dengeyi bir şekilde sağlamış olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin uygulanır hale getirilmesi uygun bir çözüm olur (Bkz. 2008 yılındaki Gürcistan bölgesindeki çatışmalar ve Karadeniz’deki Amerikan savaş gemileri).
Sonuç olarak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin ya da paralel bir düzenlemenin bu yeni su yoluna da tatbik edilmesi, Türkiye’nin iradesiyle mümkün olacaktır. Örneğin Süveyş Kanalı’nın hukuki rejimi de öncelikle 1988 tarihli İstanbul Anlaşması ile tespit edilmiş, ardından 1957 tarihinde Mısır’ın İstanbul Anlaşmasının varlığı ve uygulanması gereğini teyit eden beyanıyla, İstanbul Anlaşması’nın getirdiği rejim teyit edilmiştir.
Kanalın genel seçimler öncesi henüz bir plandan ibaret olması ve uluslararası hukukta daha ileri sürülmemiş olması sebebiyle, bu proje hakkında nihai bir sonuca varmak şu an için olanaksızdır.
Hukuki bakımından proje hakkındaki tartışmalar, kanalın tamamlanarak sefere açılmasına dek sürecektir. Ancak açıklanan verilere göre, Kanal İstanbul’un, iç çamaşırlarıyla çocukların yüzeceği basit bir su geçidi değil, tüm dünya güçlerinin gözlerinin üzerinde olduğu yeni bir su yolu olacağı da asla unutulmamalıdır.