Turan GÜLTEKİN/İZMİR, (DHA)
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 28, 2010 08:01
İZMİR'de düzenlenen ‘Referanduma Doğru Anayasa Değişikliği’ konulu panelde konuşan Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Anayasa değişikliğinin iktidar tarafından bir hapa dönüştürülerek vatandaşa yutturulmak istendiğini ifade ederek, “Bu hap herhalde birtakım soslarla örtülmeye ve halka yutturulmaya çalışılıyorsa, benim yurttaşım bu hapı yutmayacaktır” dedi.
EGE- KOOP Eğitim ve Kültür etkinlikleri çerçevesinde, Ege Üniversitesi
Atatürk Kültür Merkezi’nde bugün düzenlenen “Referanduma Doğru Anayasa Değişikliği” konulu panele YÖK Eski Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şube Başkanı Avukat Metin Öney ve Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Şükran Soner katıldı.
Konuşmasının başında 27 Mayıs'a değinen Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 27 Mayıs'ın 50'nci yılına denk gelen toplantının, olayın üzerine estirilmek istenilen birtakım çeşitli hedeflere yönelik rüzgarların altında yapıldığını dile getirdi. 27 Mayıs'ın toplumun çeşitli kesimleri tarafından çeşitli şekillerde yorumlandığını belirten Kanadoğlu, Türkiye'de yapılanın halkın acıma duygusu üzerinden oy toplamak olduğunu, bu sistemin artık bırakılması gerektiğini, bu yolla bazı gerçeklerin kamuoyundan gizlendiğini söyledi.
Anayasa değişikliğinin mutlaka yapılması gerektiğini, 1982 yılından bu yana 16 defa değiştirilen, 86 maddesi değişen Anayasa'da dil bütünlüğü bile kalmadığını anlatan Kanadoğlu, böyle bir Anayasa'nın 2011 Türkiyesi'nin ihtiyaçlarını karşılamayacağı gerçeğinin ortada olduğunu ifade etti.
Anayasa değişikliğinin yapılış şeklinin yanlış olduğunu belirten Kanadoğlu, “Bu şekilde bir Anayasa değişikliği dünyanın hiçbir yerinde yapılmamıştır. Böyle doğrudan doğruya bir dayatmaya ve baskıya dayalı ‘Ben nasıl olsa çoğunluğu elimde tutuyorum, o halde de Anayasa değişikliğini yapıyorum’ demek, hele bir de süre tanımak yapılmaması gereken ilk iş idi” dedi.
Çağdaş demokrasinin üç temel unsuru olduğunu, bunların Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini oluşturduğunu, Anayasa değişikliğinin laik devlete karşı tehdit olduğu Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 10'unun kabulüyle tescillenen bir parti tarafından yapılmak istenildiğini anlatan Kanadoğlu, “Bunu yapan iktidarın, çağdaş demokrasinin koşulu olan hukuk devletini ortadan kaldırmaya çalıştığını görüyoruz. Eğer çağdaş bir demokrasi istiyorsanız ve çağdaş bir anayasanın Türkiye'de vatandaşlara insan hak ve özgürlüklerini sağlayacak bir anayasa değişikliği istiyorsak herşeyden önce vazgeçilmez diğer koşulları da aramamız gerekir. Eğer siz çoğulculuk ilkesini bir tarafa bırakıyorsanız anyasa da böyle bir değişiklik yapmıyorsanız katılımcılığı bir kenara bırakıyorsanız, saydamlık ilkesine saygı göstermiyor ve dokunulmazlıklara dokunmuyorsanız, o zaman sizin ciddi, samimi bir amacınız yok demektir. Sizin yapmak istediğiniz kendinize bağlı bir yargı yaratma çabasıdır. Böyle bir yargı hukuk devleti ilkesine uygun değildir. Hukuk devleti, iktidara bağlı bir yargının hoş görüldüğü bir rejim değildir” diye konuştu.
Anayasa değişikliğinin parti kapatmanın ve odak olma noktasına bir kez daha gelindiğinde kendi aleyhine bir karar çıkmasını istemeyen iktidarın Anayasa Mahkemesi'ni kendi istediği gibi şekillendirmek isteğinden doğduğunu belirten Kanadoğlu, “Çünkü bakanlar, başbakanlar yüce divanda yargılanır, dokunulmazlık sürerken bu olmaz, ama siyasi iktidar bitince yüce divan görülünce siyasi iktidarın hakimini kendi tayin etmesi biçiminde bir girişimde bulunduğunu kabul etmek zorunlu olacaktır. Bu Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan sıfatıyla çalıştığı bir durumda kendi hakimini kendisinin seçmesi hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunu değiştirme çabası o hale geldi ki, 17 kişinin 11’i hukukçu olmayabilecektir. 11 kişinin hukukçu olmadığı bir heyetin mahkeme sıfatını taşıması zaten mümkün değildir, adil yargılanmayı engeller, çünkü bir mahkemenin adil olması için öncelikle çalışacak kişilerin hakim olması gerekir” dedi.
Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından seçileceğini İsmet İnönü’nün sık kullandığı sözle anlatan Kanadoğlu, İsmet İnönü’nün kendisine bir kişinin davranışı ile ilgili bir soru sorulduğunda “Daha önce ne yaptıysa onu yapacaktır” diye cevapladığını hatırlatarak, “Hukuka karşı bir hile vardır. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmesi mümkün olmayan bir kişiyi ki bu kişi Anayasa Mahkemesi Raportörü'dür. Bunu yüksek bürokrat yapmak için önce müsteşar yardımcılığına atayıp, 31 gün sonra da Anayasa Mahkemesi üyesi yapıyorsa ve kendisinin takdir edilmediği için üzüntü duyuyorsa, doğru yaptığını iddia ediyorsa, bu işte bir yanlışlık vardır. Bu bundan sonra da bu
seçim işleminin nasıl yapılacağı ortadadır” diye konuştu.
Avrupa Birliği, AİHM, Avrupa Konseyi gibi kurumların Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'ndan Adalet Bakanı ve müsteşarının çıkartılmasını isterken hükümetin bu kişileri daha güçlü hale getirmeye çalıştığını söyleyen Kanadoğlu, bunu sağlamak için de seçim sisteminin karmaşık hale sokulduğunu bunun da siyaseti yargının içine soktuğunu dile getirdi.
Anayasa Mahkemesi'nin değişiklik talebini reddetmesi halinde referandumun ‘Plebisit’ haline dönüşeceğini belirten Kanadoğlu, “Eğer işsizliğe evet diyorsan bu anayasaya evet de, eğer yoksulluğa evet diyorsan bu anayasa evet de, eğer yolsuzlukların devamına ‘evet’ diyorsan, bu Anayasa'ya ‘evet’ de. Halk oyunu bu şekilde kullanacaktır. Dediler ki, ‘biz bunu bir hap haline getirdik’. Bu hap, bir takım soslarla örtülmeye çalışılıyorsa, herhalde benim değerli yurttaşım bu hapı yutmayacaktır” dedi.
TEZİÇ: ‘GENİŞ BİR KATILIM YOK’YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ise 2007 yılında başlayan Anayasa değişikliği serüveninin referandum ile sonuçlanma aşamasına gelindiğini, ancak bu süreçte geniş bir katılımın bulunmadığına dikkati çekti.
Anayasa değişikliğinin sayılara bağlandığını dile getiren Prof. Dr. Teziç, Cumhuriyet tarihi boyunca elde edilen tecrübelerin gözardı edildiğini söyleyerek, “1961 Anayasa'sı denge unsurunu dikkate almış bir Anayasa'dır, ama ömrünün kısa olmasının nedeni Demokrat Parti üyelerinin komisyonlarda bulunmamasıdır. Eğer geniş katılma olsaydı, DP'liler de katılmış olsalardı yine böyle bir Anayasa ortaya çıkacaktı, ama Anayasa varlığını sürdürebilecekti. Bu bakımdan geçmişte sahip olduğumuz hukuk zenginliğini yok sayarak bir şey yapmak bize bir şey kazandırmaz” diye konuştu.
Anayasa Mahkemesi'nin bir işlemin kamu yararı amacıyla mı, yoksa başka bir amaçla mı yapılıp yapılmadığını incelediğini ifade eden Prof. Dr. Teziç, “Anayasa Mahkemeleri, parlamentonun işlemlerinin de kamu yararı için mi yapılıyor, yoksa başka amaçla mı yapılıyor? Bunu denetlemek için kurulmuş mahkemelerdir. ABD, bunun öncülüğünü yapmış bir ülkedir. Denir ki, ‘Amerikan Anayasası, Federal Yüksek Mahkeme'nin söylediğidir’. Bizim de Anayasa Mahkememizin içtihadlarına sahip çıkma tutkumuzu hukuk devleti aşkıyla rahatlıkla söyleyebilmeliyiz. Bu yol devam edebilmeli. ‘Türk Anayasa Düzeni, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararlarla okunur’ dememiz lazım. Onun için de Ankara'da yargıçlar var diyebileceğimiz süreci yaşıyoruz. 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasetin hukukileşmesi olgusu ortaya çıkmıştı. Bu demokratik düzenin vazgeçilmez unsuru haline geldi. Ancak bugün içerisinde bulunduğumuz süreçte, hukuk siyasileşmiştir. Bu bir baskı yönetimi. Diktatoryal bir yönetimin kapıları açılmıştır” dedi.