Güncelleme Tarihi:
Natürlich!
Avrupa Birliği'nin çok kaliteli yüksek standartları sayesinde insan hakları kavramı yeniden tanımlanıyor...
Bir kere cins ve ırk ayrımı, insan hakları ihlali sayılmıyor artık. Çünkü Avrupa kapısında giriş bileti kesen, kalite kontrolden sorumlu beyler, kadınları ‘adam’ yerine koymuyor ve topluluk içinde, cins ayrımcılığına göz yumuyor.
AB üyeliğine aday 11 ülkede yaşanan ırkçı eğilimler ise görmezden geliniyor. Doğu Avrupa'daki Çingenelerin mezalime uğramasını; Polonya'da Yahudilerin ikinci sınıf vatandaş sayılmasını kimse umursamıyor.
Önce Avrupa Birliği'ndeki kadın nüfusun durumuna bakalım.
AB'nin istatistik kuruluşu Eurostat'ın bu ay başlarında yayınladığı rapora göre, topluluk üyesi 15 ülkenin tamamında kadınlar, erkeklere göre daha az ücret alıyor. Yapılan iş aynı iş, eğitim aynı eğitim ama, iki cins arasında derin bir ücret uçurumu var. AB içinde kadınlara en adil davranan ülke İsveç; kadınlar, erkek meslektaşlarına göre yüzde 16 oranında düşük ücret alıyor. Bu oran Fransa ve İspanya'da yüzde 26, İngiltere'de ise yüzde 36'ya kadar çıkıyor. Kadın yöneticilerin durumu ise daha feci. Eğer yönetim kademelerindeyseniz, ücret farkı daha da açılıyor. İngiltere'deki kadın yöneticiler, erkeklerin kazandığı paranın üçte ikisini elde edebiliyor ancak.
Bu dengesizliğin en korkunç yanı ise, kadının yaşı ilerledikçe daha az para kazanıyor olması. Erkeklerde böyle bir durum söz konusu değil. Üniversitede kariyer yapmak da sonucu değiştirmiyor. Aynı alanda kariyer yapan bir kadınla erkek arasındaki ücret uçurumu aynen geçerliliğini koruyor.
AB üyeliğine aday ülkelerdeki insan hakları ihlallerine gelince; BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) yayınladığı son rapor Doğu Avrupa'daki Çingenelerin içler acısı durumunu açıkça ortaya koyuyor. Her türlü politik, ekonomik ve sosyal hakları ellerinden alınan bu insanlar Avrupa'nın en geniş nüfuslu ve en fazla haksızlığa uğrayan azınlığını oluşturuyor. Resmi rakamlara göre Avrupa'da 8 milyon Çingene yaşıyor, ancak gerçek rakamın çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor, çünkü Çingenelerin çoğu vatansız sayıldığı için nüfus kütüklerine yazılmıyor.
Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya ve Polonya'da Çingeneler sırf kendi kültürlerini yaşamak istedikleri için toplumdan dışlanıyor. UNHCR raporuna göre, Komünist rejimler döneminde göçe zorlanıp, istemedikleri işlerde çalıştırılan Çingenelerin yaşam koşulları, bu rejimlerin yıkılmasından sonra daha da kötüleşti. Örneğin Çek Cumhuriyeti'nin yeni anayasasına göre vatandaş olabilmek için Çekçe'yi akıcı bir biçimde konuşmak, en az iki yıl süreyle bu ülkenin topraklarında ikamet etmek, Slovak vatandaşı olmadığını kanıtlayan bir belgeye ve temiz bir sicil kaydına sahip olmak gerekiyor. Ancak Çingeneler bu koşulları yerine getiremedikleri için vatandaş olamıyor.
Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de demokrasiye geçişten sonra azınlıkların vatandaşlık hakları teslim edildiği halde, Çingeneler bu uygulamanın dışında tutuldu. Daha da kötüsü mahkemeler de dahil olmak üzere hiçbir devlet makamı Çingeneleri korumaya yanaşmıyor. Bulgaristan, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Almanya'nın doğusunda Çingenelere yönelik ırkçı saldırılar tamamen cezasız bırakılıyor.
Anlaşılan AB kriterlerine göre bazı azınlıklar ‘daha eşit’ sayılıyor.