Kalın: Bugün ne Sünnilere Şiilik adına zulüm yapılmalı, ne Şiilere Sünnilik adına zulüm yapılmalıdır

Güncelleme Tarihi:

Kalın: Bugün ne Sünnilere Şiilik adına zulüm yapılmalı, ne Şiilere Sünnilik adına zulüm yapılmalıdır
Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2017 13:51

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, "Bugün ne Sünnilere Şiilik adına zulüm yapılmalı, ne Şiilere Sünnilik adına zulüm yapılmalıdır. Bu perspektifi doğru bir şekilde oturtmamız gerekiyor. Özellikle İran'ın burada büyük bir sorumluluğu olduğu kanaatindeyim" dedi.

Haberin Devamı

Kalın, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ve İran Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen "Kuzey Afrika, Türkiye ve İran'da Süreklilik ve Değişim" konulu programda yaptığı konuşmada, terör meselesini, sadece DEAŞ ve El Kaide gibi terör örgütleriyle sınırlamanın büyük bir yanılma olduğunu vurguladı. 

Bugün PKK ve Suriye kolu olan PYD, YPG, DHKP-C, FETÖ gibi terör örgütlerinin de bir gerçek olduğuna işaret eden Kalın, Türkiye'nin aynı anda bu terör örgütlerine karşı mücadele ettiğine dikkati çekti.

Özellikle batılı toplumların buradaki çifte standartlı yaklaşımlarının sorgulanması gerektiğini vurgulayan Kalın, "Yani batılı toplumlara saldırmadığı zaman terör örgütleri, adeta terör örgütü bile kabul edilmiyor. PKK, Türkiye'ye saldırdığı için PYD, YPG Suriye'de, Suriye halkına-Suriye Kürtlerine dahi zulüm yapıyor orası üzerinden Türkiye'ye saldırdığı için çok önemsenen bir terör örgütü haline gelmeyebiliyor." diye konuştu.

Kalın, terörle mücadelede çifte standart uygulandığı zaman netice almanın mümkün olmayacağına da vurgu yaptı.

Şii ve Sünni çatışması

Mezhep meselesine de değinen Kalın, İslam'ın tarih sahnesine çıktığı andan itibaren çoğulculuğu kendi bünyesinde barındırdığını belirten, "Bu zaman zaman kültürel, zaman zaman mezheplerin çoğulculuğu ve zaman zaman da ekollerin çoğulculuğu olarak karşımıza çıkıyor." dedi.

Mezheplerden sadece Sünni ve Şii İslam'ı kastetmediğini vurgulayan Kalın, Sünni İslam'ın içerisinde farklı itikadi, ameli mezheplerin ve aynı şekilde Şia İslam'ın içerisinde de tek bir gelenek değil, çoğulcu bir yapının hep var olduğunun görüldüğüne değindi.

Kalın, şöyle devam etti:

"Bizim yapmamız gereken bu farklılıkları bir çatışma unsuru olmaktan çıkartıp, bunları bizi zenginleştiren, bizi daha iyi kılan birer fırsata çevirebilmektir. Burada Şii ve Sünni Müslümanların bir kere aynı kitaptan aynı peygamberden aynı itikattan aynı inançtan beslendiklerini yeniden hatırlamaları gerekiyor.
Ben kendi özünde Şii ve Sünni Müslümanların çatışmak zorunda olmadığına inanıyorum, bunu biliyorum. Fakat şu veya bu siyasi gerekçelerle özellikle ulus devlet çıkarlarını öne çıkartarak, mezhep kimliği etrafında yürütülen çatışmalara artık son vermemiz gerekiyor. Buradaki mesele Şia ya da Sünni İslam değil, belli devletlerin kendi ulusal çıkarlarını, ulus devlet çıkarlarını öne çıkartmak için yürüttükleri bir mücadeledir. Bu gerçeği görmemiz gerekiyor.
Bugün ne Sünnilere Şiilik adına zulüm yapılmalı, ne Şiilere Sünnilik adına zulüm yapılmalıdır. Bu perspektifi doğru bir şekilde oturtmamız gerekiyor. Özellikle İran'ın burada büyük bir sorumluluğu olduğu kanaatindeyim. Yani kahir ekseriyeti Şia Müslümanlardan oluşan bir toplum, bir devlet olarak İran'ın bu konuda sorumluluk içerisinde hareket etmesi, örnek olması, bu çatışmaları minimize etmesi, bu gerilimi ortadan kaldıracak adımlar atması, büyük önem arz ediyor. Aynı şey Şii Müslümanların yaşadığı diğer toplumlarda da geçerli."

"Adeta DEAŞ'ın kucağına itildiler"

Kalın, DEAŞ'ın neredeyse 3 yıla yakın bir zamandır Irak'ın en önemli Sünni şehirlerinden birisi olan Musul'u işgal altında tutabildiğine dikkati çekerek, şu görüşlere yer verdi:
"(Bunun sebebi acaba nedir?) diye bizim oturup, düşünmemiz gerekiyor. Maliki döneminde izlenen yanlış politikalar neticesinde orada yaşayan Sünni aşiretler, toplumlar adeta DEAŞ'ın kucağına itildiler. Orada izlenen yanlış mezhepçi politikalar yüzünden aklınıza gelmeyecek unsurlar Musul bağlamında bir araya gelerek bir ittifak oluşturdular. Bugün eğer biz Musul'u DEAŞ'tan kurtaracaksak ki mutlaka kurtarmalıyız. Bununla ilgili bir çalışma da bildiğiniz gibi devam ediyor.

Türkiye, orada, Başika kampında eğittiği Musul gönüllüleri olarak bilinen kuvvetler ve Peşmerge güçleriyle bu operasyona zaten destek veriyor. Ama biz Musul'u, Musulluları kazanacaksak öncelikle onların kalplerini ve zihinlerini kazanmamız gerekiyor. Onların ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeyeceğini hissetmeleri, görmeleri gerekiyor. Bunu diğer bölgelere de yayabiliriz. Burada hepimize büyük bir sorumluluk düşüyor. Mezhepler birer gerçektir. Bunları yadsımamıza gerek yok, imkan da yok. Ama bu farklılıklarımızla beraber nasıl yaşayacağımıza dair siyasi sorumluluğumuzu, ahlaki sorumluluğumuzu mutlaka kuşanarak hareket etmek durumundayız. Burada sadece siyasi liderlere değil aynı zamanda dini liderlere, ilim, fikir, kanaat önderlerine, ulemaya, fukahaya da çok büyük bir rol düşmektedir."

"Hep kesrette vahdet perspektifinden baktık"

Türkiye'nin bu süreçlerde yapıcı bir rol oynama gayreti içerisinde olduğunu ve bundan sonra da olmaya devam edeceğini vurgulayan Kalın, Suriye krizi başladığında Türkiye'nin hiçbir zaman olaya, "Suriye Nusayri, Alevi bir aile tarafından yönetiliyor" diye bakmadığını bildirdi.

Esed rejimiyle bu olaylardan çok önce, iyi ilişkiler geliştirildiğinde orada Kürtlerin haklarının tanınması konusunda çaba sarf edildiğini anımsatan Kalın, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Suriye'nin bu değişimi ve dönüşümü barışçıl, yapıcı bir yoldan yapması için gayret sarf ettik. Bu olmayınca kapılarımızı Suriyeli mültecilere açtığımızda da gelen 3 milyona yakın insana, 'Sen Sünni misin, Alevi misin, Nusayri misin, Şii misin ya da Hristiyan mısın?' diye sormadık. 'Arap mısın, Türkmen misin, Kürt müsün?' diye de sormadık. Kobani olayları olduğu zaman bile 3 gün içerisinde yaklaşık 180 bin Kobanili Suriyeliyi Türkiye'ye alan da biziz. Orada bu insanlara hiçbir zaman 'siz Kürtsünüz Türkiye'ye giremezsiniz' denmedi. Kobani'de o dönemde eğer bir katliam yaşanmadıysa sivil ölümleri olmadıysa izlenen bu açık kapı politikası sayesinde olmuştur."

Kalın, Türkiye'nin dünyanın neresinde olursa olsun Sünni, Şii veya köken ayrımı yapmadığına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Bunlara karşı kucaklayıcı bir perspektif içerisinde olduk. Çünkü biz bu hadiselere hep kesrette vahdet perspektifinden baktık. O çokluk, o çoğulluk içerisinde bir vahdetin, daha derinlerde yatan bir birliğin olduğuna inandık. O kesretten kaosun çıkmayacağını, o vahdetten statikliğin çıkmayacağını bilerek hareket ettik. Bugün de gene bu kesrette vahdet çokluğunda birlik ve bütünlük perspektifiyle sadece kendi coğrafyamız için değil bütün dünya için söyleyecek bir sözümüzün olduğunu hatırlayarak, daha aydınlık, daha güvenli, daha müreffeh bir geleceği hep birlikte inşa etmek durumundayız."

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!