Güncelleme Tarihi:
Günday, romanlarında karakter yaratma sürecinde onu en iyi ifade etmek adına bir karakterin öncelikle olası reflekslerini düşünmeye çalıştığını söyleyerek, “Aynı olaylar karşısında verdikleri tepkilerin farklılıkları, karakterlerin ortaya çıkmasında ve birbirlerinden ayırt edilmesinde çok önemli olabiliyor” dedi.
Karakter yaratma sürecine ilişkin yolculuğunu, “Ben asla bir yazar olacağımı düşünmüyordum 23 yaşıma kadar. Dolayısıyla incelemek belki farketmeden yaptığım bir şey. Çünkü incelemek çoğunuzun fark etmeden ve mutlaka içinizden birilerini anlamak adına kullanabileceğiniz bir şey. Bu süreç mutlaka ayna ile başlar. Yani mutlaka kendinizle göz göze geldiğiniz zaman başlayan bir iştir. Önce bir kendi göz rengini anla, önce kendini bir parçala. Kişinin kendisi inceleme konusu olabilecek en iyi laboratuvar. Çünkü hayat boyu hiçbir yere kaçmayacak. Hayat boyu seninle aynada duracak ve sürekli değişecek” şeklinde değerlendiren Günday, dolayısıyla bakış açısının kendini paramparça etmekle başlayacağını ve bu bakış açısının zaman içinde yazarın gördüğü her şeye yansıdığını savundu.
Hakan Günday, yarattığı romanı baskıya verene kadar tekrar tekrar okuduğuna, sonrasındaysa bakmamaya çalıştığına dikkati çekerek, “Çünkü mutlaka eksik ya da yanlış bulduğum bir taraf görürüm. Bu nedenle de derhal yeni bir hikayeyle ilgili çalışmaya başlarım. O sözünü ettiğim tekrar okuma döneminde değişiklik yaptığım ya da tamamen attığım çok bölüm olmuştur” ifadelerini kullandı.
Romandaki bir sahneyi kağıda dökme halini “Önce zihnimde bir fotoğraf görüyorum. Oradaki fotoğrafı dondurup o sahnenin her yerine dikkatle bakarak (O sırada cam açık mı? Herhangi bir yerde örümcek ağı var mı? Kapı ne kadar aralık vs.) anlatmaya başlıyorum. Yani ben o sahneden her bir unsuru alıp kağıda dökmeye çalışıyorum. Her yönüyle alıp kağıda dökmek mümkün değil. Çünkü aynı sahneyi sürekli zihninizde aynı biçimde tutmak mümkün değil” cümleleriyle tanımlayan Hakan Günday, hikayenin emrindeyken başka hiçbir otoritenin hükmüne girmenin kendisi için mümkün olmadığını vurguladı.
Günday, bir romanı yazmaya başlamadan önce mutlaka başlangıçla ilgili bir çalışma yaptığını ve olayların nasıl gelişeceğine ilişkin çok muğlak notlar tuttuğunu anlattı. Özellikle yazmaya ara verdiği uyku öncesinde küçük notlar aldığını ifade eden genç yazar, ancak her şeyin yazarken ortaya çıktığını dile getirdi.
Eserlerinde bir stil arayışı olmadığını aktaran başarılı yazar, “Çünkü zaten stil, istemeden hayata bakışınızın bir izdüşümü olarak karşınıza çıkıyor. Benim stilimse herhalde daha çok şüphecilik üzerine kurulu. Şüphecilik ve her anı, olayı her açıdan değerlendirme çabası” diye konuştu.
Yazmaya başladığı zaman bunu kimseye söylemediğini anlatan Günday, ancak roman bitince çevresinin bundan haberi olduğunu ve özellikle ablasının bu süreçte büyük desteğini gördüğünden bahsetti.
Eserlerinde kahramanların erkek olmasının bildiği sorudan başlamakla açıklanabileceğini söyleyen Hakan Günday, şöyle devam etti:
“Temeli başkaları tarafından atılmış bütün kavram ve düzenekleri sorgulama isteğinin herhangi bir cinsiyeti olmadığından bunun da bir önemi yok. Şiddetse, çoğunlukla bu kavram ve düzeneklerin birer duvardan ibaret olmasından kaynaklanıyor herhalde. Bu da insanda yumruklama isteği uyandırıyor.”
Eserlerinde mutlaka otobiyografik yanlar bulunduğunu ancak bu durumun kesinlikle bilinçli bir tercih olmadığının altını çizen Hakan Günday, “Aslında isimlerden, karakterlerin özelliklerinden ziyade otobiyografik olan kullandığım dil galiba. Hikayeyi anlatış biçimim. Ben romanlarımda kendimi en çok cümlelerimin kuruluşlarında görüyorum” şeklinde konuştu. Günday, şöyle devam etti:
“Ben yazma sürecinde fark ettim ki yazıyla her şeyi yapabiliyorsunuz. Yani (dünya düzdür ve bir satranç tahtasıdır, 64 karelidir ve üzerinde 64 devlet vardır) desen ve devamını getirsen 400 sayfa, son sayfaya kadar bizim için dünya bir satranç tahtası olacak. Yazının böyle bir gücü var. Onun için bunu denemek ve hissetmek adına kişisel olarak kendi adımı romanımda karakterin adı olarak kullandım. Çünkü oraya 'Hakan' yazdığın anda o artık senden çıkıyor ve bir karaktere dönüşüyor. O Hakan korkunç işler yapabilir, başına felaketler gelebilir veya benimle hiç ilgisi olmayan işler yapabilir ve bütün bunların beni, yazan birisi olarak, asla etkilememesi gerekir. Ben asla (Onun adı Hakan, ben onu biraz daha düzgün kahraman yapayım) diye düşünmemeliyim. Bu, böyle bir şey yapılamayacağını bilakis bu parçalama oyununa belki de kendi isminle başlaman gerektiğine dair bir çabaydı aslında. Ve ayrıca ne kadar kurgularsan kurgula, bildiklerinden ve öğrendiklerinden kaçamıyorsun ve onlar daima içinde oluyor yazdıklarının.”
Bir yazar olarak yalnızlığı yolculuk olarak tanımlayan Günday, bunun kişinin kendine yaptığı bir yolculuk olduğunu yalnızlık duygusununsa bu yolculuğun bir anısı olduğunu belirterek, “İnsanın peşini bırakmayan bir anı. Ayrıca yalnızlık duygusunun varlığı insanı, hayat karşısında soğukkanlı tutabilirken, hayata karşı gittikçe bir soğukluk hissetmesine de neden olabilir. En nihayetinde kullandıkça keskinleşen bir bıçaktır yalnızlık ve kime saplanacağı belli olmaz. Başkalarına mı, kişinin kendisine mi?” dedi.
Eserlerinde sosyal problemleri vermek gibi bir amacı olmadığını vurgulayan genç yazar, ancak anlatılan her hikayenin sosyal olduğundan ve adı geçen her karakterin, aslında içinde bulunduğu toplumun bir ürünü ve sonucu olarak, o toplumla ilgili bilgi verdiğinden, toplumsal aksaklıklar ve hikayelerde kendiliğinden ortaya çıktığını anlattı.
Roman yazmaya karar verene kadar sadece 4 yıl boyunca bir dostuna düzenli olarak mektup yazdığını belirten başarılı yazar, bunun dışında ne bir günlük tuttuğunu ne de bir şiir yazdığını söyledi.
BİR ARAYA GELMEYE ÇALIŞAN 'A VE Z'NİN HİKAYESİ
Yeni bir yaratım sürecine doğru kelimeyi bularak başladığına işaret eden Günday, yeni romanı “Az”da o kelimenin tabii ki “Az” olduğunu aktardı. Hakan Günday, 'Az'ın aralarındaki alfabeyi yıka yıka birlikte okunmak için bir araya gelmeye çalışan A ve Z harflerinin hikayesi olduğunu dile getirdi. Günday bu romanında ilk kez bir kadını yazdığına dikkati çekti.
Dört arkadaşın öyküsünü anlatan “Piç” romanı Selim Demirdelen'in yönetiminde ve Ümit Ünal'ın senaryolaştırmasıyla sinemaya uyarlanacak olan Hakan Günday, sinemaya hayranlıkla baktığını ve etkilendiği kitap kadar film olduğunu dile getirdi.
Yeteneksizliği ölçüsünde müzikle uğraştığını da söyleyen Günday, “Yeteneksizliğimin ölçüsü de, basitliğin ve hatta estetik bozukluğun baştacı edildiği Punk olmuştur. Kötü müzik yaptığınızın çok zor anlaşılabileceği bir tür olduğu için daha çok Punk'la ilgilenirim” diye konuştu.