Güncelleme Tarihi:
Soğuk kış gecelerinin fenomeni kestane kebabın yanında en iyi ne gider? Eski Ayvalıklılara sorarsanız cin hikayeleri. Kim kimin ciniyle evlenmiş, iyi saatte olsunlar kime uğramış, hangi cin kime çarpmış... şeklinde uzayıp giden sohbetler, eskiden küçük büyük herkesi sobanın etrafına kenetlermiş. 10 yaşına kadar Ayvalık'ta yaşayan Mete Özgenciller'in evi de, ailesi sadece kadınlardan oluştuğundan en çok hikaye anlatılan yerlerden biriymiş. Anneanne, anne, iki teyze, dikiş diken bu dört kadına yardım eden sekiz çırak kız, eve sürekli gidip gelen kadın müşteriler ve onların anlattıklarıyla büyüyen bir oğlan çocuğu; Mete.
Ayvalık - İzmir - İstanbul
İstanbul'da banka müdürü bir baba ile terzi bir annenin çocuğu olarak doğan Mete'nin hayatı, doğduktan yalnızca 12 gün sonra radikal biçimde değişir. Annesi Güner Hanım, oğlunu kucağına aldığı gibi Ayvalık'a annesinin evine geri döner. Mete, ‘‘Neden ayrılmışlar’’ sorusuna bir başka soruyla karşılık veriyor: ‘‘Aslında, annem neden o kadar uzun süre dayanmış?’’ Babayla annenin boşanması neredeyse dokuz yıl sürer. Baba oğulun bir araya gelişleri bir elin parmakları kadar az olur. Mete çocukluğunun zor, ancak bir o kadar da zengin geçtiğini düşünüyor: ‘‘Çocukluktan beri çok sevgili sahibi oldum. Dört kadınla (anne, iki teyze, anneanne) yaşadım ve dördünü de birbirine tercih etmediğimi göstermek zorundaydım. Dört kadını idare etmek çok kolay değildir.’’ Adını ‘‘geçimsiz’’e çıkaranlara inat, çok iyi bildiği uyumu kadınlardan öğrendiğini söylüyor: ‘‘Kavgayı çıkaran erkeklerdir, kadınlar kavgaya tenezzül etmeyecek kadar akıllıdırlar. Uyumun ne demek olduğunu o kadar iyi biliyorum ki, o yoksa kendimi aldatamıyorum. Tek çocuk şımarıktır derler, o da çok yalan. Kaç tane tek çocuk gördüysem hepsi de çok geçinmek isteyen insanlardı. Çünkü yalnızlığın ne anlama geldiğini ve ne kadar dayanılmaz olduğunu bilirler.’’
Mete yalnız bir çocukluk geçirir. Sokağa çok az çıkar, çıktığında da kavga edip geri döner. 10 yaşına geldiğinde, daha iyi okuması için aile, yine tam kadro İzmir'e taşınır. Önce Şirinyer sonra Hatay semtlerinde oturulur. Dört kadın dikiş dikmeye devam eder. Mete, Alsancak Ortaokulu'nu ve Atatürk Lisesi'ni bitirir. Resim okumak ister ancak İzmir'deki Güzel Sanatlar Fakültesi'nde bu bölüm olmadığı için, reklamcılık ve pazarlama okur. Üniversitede tanıştığı eski eşiyle de İzmir'de evlenir. Yılların Egelisi olarak, İzmir'in onda klostrofobik bir etki bıraktığını düşünüyor: ‘‘İzmir bana cezaevi gibi geliyor. Oraya gittiğim zaman, sanki arkamdan bir kapı kapanacak ve bir daha dışarı çıkamayacakmışım gibi geliyor. Korkunç hımbıl bir kent.’’
Sanat kadındır
Gecikerek de olsa İstanbul'a geldiğinde 26 yaşındadır. İlk işi, Atıf Yılmaz'ın çektiği ‘‘Safiye'dir Kızın Adı’’ dizisinde sanat yönetmenliği olur. Onu Cazibe Hanım'ın Gündüz Düşleri, Gece Melek ve Bizim Çocuklar'ın sanat yönetmenliği izler. Bu arada sayısız klip çeker. İlk klibini diğer dördüyle birlikte bir günde çektiğini hatırlıyor: ‘‘Melike Demirağ ve Esmeray'a çekmiştim. Bir günde beş klip!’’ Önündeki proje senaryosunu bitirdiği Dansöz adlı filmi yönetmek. Filmde Nesrin Topkapı oynayacak, bir dansözün hayatı, yalnızlığı anlatılacak. Ancak Mete'nin hiç acelesi yok. Ne zaman hazır olursa o zaman başlayacak: ‘‘Çok benlik bir konu. Beni en çok çeken ve en korktuğum şey yalnızlıktır. Nesrin'in yalnızlığı, dansözlükten sonraki hayatını çok efendice sürdürmesi, hiç müstehcen olmamayı becermesi. Bunları anlatmak istiyorum. Zaten bir erkek hayatı anlatabileceğime de hiç inanmıyorum. Sanatın kadın olduğunu düşünüyorum.’’
İsminin başındaki sıfatlar şair, ressam, yönetmen olsa da, o kendine birşey dememekten yana: ‘‘Resim yapmayı bıraktım, çünkü resim hiçbir zaman hobi olamaz. Şiir gibidir. Çok müstehcendir olmamışı. İnsanı çok utandırır. İnsan kendine ressam demeye cesaret edemez. Ateistlerin Tanrı'yla aralarındaki son derece ahlaklı ilişki gibi. O kadar inanıyorlar ki, inanarak görevlerini yerine getiremeyeceklerini düşünüyorlar ve reddetmek zorunda kalıyorlar. İnanmadığı şeyi neden reddetsin insan? Çok inancın çok soru sorduracağına inanıyorum. Çok soru sormayanların da Tanrı'yı çok ciddiye almadan inandıklarını düşünüyorum. Tanrı'yı küçümsediklerini düşünüyorum aslında.’’
Gözünün pop starlıkta olmadığını gösterecek kadar yaşlanınca, yani 45 yaş civarında şarkı söylemeye başlayacak. Doğuştan şarkıcı olmadığını biliyor, ama kendini doğuştan aşçı buluyor: ‘‘Yemek yapmaya yeltenmeyen bir insanın önemli bir kaç zevkten yoksun kaldığını ve zevk almaya da niyetli olmadığını düşünürüm. Bir de bir şey vermeyi bilmeyen bir insan olduğunu düşünürüm. İki eli ve bir kafası olan herkes iki yumurta çakabilir. Bunu yapmıyorsa o insan karşısındakine bir şey vermeye niyetli değildir. Buna katlanmak çok zor.’’
Bizim Mete...
Halam evlendiğinde 12 yaşındaydım. Nikahta giydiğim fistolu beyaz elbiseyi, rahmetli babaannemin senelerce terziliğini yapan Güner Teyze dikmişti. Bir kaç kere gittiğim provaları hayal meyal hatırlıyorum. Geçenlerde Mete Özgencil, Umay Umay'ın bir şarkısının klibinde görününce, yengem, ‘‘ah canım, gözleri aynı annesi’’ dedi. Nasıl yani deyince de, olaya açıklık getirdi: ‘‘Mete canım, terzimiz Güner Hanım'ın oğlu.’’ Böyle rastlantılar nedense insanın içini ısıtıyor. Sıcak sıcak yapılan röportaj, Mete Özgencil'i de rahatlattı. İki buçuk saat boyunca samimiyetle kendini anlattı.