Güncelleme Tarihi:
Yerkabuğuna gösterdikleri sempatiyi birbirinden esirgediler. Çünkü mazileri var!
Deprem kaosunda işini yürüten kaptan: Ahmet Mete Işıkara
10 şiddetindeki tartışmaların bile centilmeni: Aykut Barka
Öğrencilerin favorisi, halkın depremcisi: Oğuz Gündoğdu
Zekası ve parası ile kıskandıran snop: Celal Şengör
Cüretiyle starlara parmak ısırtan mohikan: Şener Üşümezsoy
Bu araştırmayı yaparken, şimdi meslekten çekilmiş bir jeofizikçi şöyle dedi: ‘‘Onların kıymetini bilmek gerekir. Bu ülkede yıllarca iğneyle kuyu kazdılar.’’ Doğruydu. Yıllarca deprem olacak diye bağırmış ama dinletememişlerdi. Gelecek dedikleri gün geldiğinde de konuşmaya başladılar. Hem de ne konuşmak! Zemberekten boşanmışcasına. Şimdi artık peşlerini bırakmıyoruz. Aylardır ağızlarının içine bakıyor ve hep aynı soruyu soruyoruz: ‘‘Deprem olacak mı? Ne zaman?’’ Onlar da usanmadan cevap veriyor: ‘‘Olacak!’’ Anlaşamadıkları nokta ise nasıl olacağı. Ama bu beş ünlü jeolog, 17 Ağustos’tan önce de anlaşmıyorlardı. Hem de anlaşmazlıkları depremle sınırlı da değil!
AHMET METE IŞIKARA
Dekan olamadı Rasathane’yi kaptı
1941'de Mersin'de doğdu. Annesi Çerkes, babası Arap'tı. Liseyi Mersin'de bitirdi. 1969'da İstanbul'un ünlü çiçekçisi Necmi Rıza'nın manevi kızı Aysel Hanım'la evlendi. Aynı yıl asistan oldu. Sismoloji Bölümü'ne altın çağını yaşattı. O dönemde üniversitede iki ayrı kutup vardı: Gelenekçiler ve yeni sismikçiler. Gelenekçilerin yanında yer alsa da gönlü yenilikçilerdeydi. Biri kız iki çocuğu oldu. Dekan adaylarından biriydi ama olmadı. Her zaman iyi bir bürokrattı. Tatlı diliyle her kapıyı açtı, tepedekileri ağırbaşlı üslubuyla etkilemeyi bildi. 1984'te Boğaziçi Üniversitesi'ne geçti. 1991'de Kandilli Rasathanesi'nin başına getirildi. Bu gelebileceği en üst noktalardan biriydi. Rasathane'yi bütün ülkeye yaydı. Ekibini İstanbul Üniversitesi mezunlarından seçti. İyi bir afet yöneticisi olarak kabul ediliyor. Ama 17 Ağustos'tan sonra yalnız bırakıldı. Düzce depreminin büyüklüğünü yanlış bildirmesi affedilmez bir hata olarak nitelendiriliyor.
OĞUZ GÜNDOĞDU
Kötü öğrenciydi iyi hoca oldu
1947'de Bursa'da doğdu. Hava astsubayı babasının rütbesi yüzünden otobüsün arkasına oturtulmayı reddetti. Arkadaşları onu, ‘‘Adem'in komünist oğlu geliyor’’ diye çağırdı. 1967'de mühendislik hakkı için yapılan öğrenci boykotlarına katıldı. Boykotlar yüzünden notları hep düşüktü. Lisans üstü öğrenimde de ortayı aşamadı. Hocaları onu öğrenci boykotlarında keşfedip asistan yaptılar. Prof. Dr. Hüseyin Soysal, kendisine felsefe, mantık ve sosyoloji kitapları da okutarak bilim felsefesini öğretti. Deprem anlatırken kullandığı basit dil meslektaşlarınca eleştiriliyor, ama öğrencilerin anladığı ve dersinden zevk aldığı tek hoca. Dil problemini aşmaya çalışıyor. Hayattaki tek dikili ağacı olan evini birkaç yıl önce araba almak için satınca ailesiyle arası açıldı. Ama küslüğe neden olan ev, depremde zarar görünce buzlar eridi.
AYKUT BARKA
Askerde Üşümezsoy’a sinir oldu
1952'de İstanbul'da doğdu. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını İngiltere Bristol Üniversitesi'nde yaptı. Bir süre MTA'da çalıştı. 1975'li yıllarda Ovacık Santrali'nin tektonik çalışmalarını yaptı. Güvenilir kişiliğiyle ön plana çıktı. Massachussetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) çalışırken Kandilli Rasathanesi'nin teklifi üzerine Türkiye'ye döndü. Burdur'daki askerliği sırasında Şener Üşümezsoy'la aynı yere düştü. Üşümezsoy'un karda, kışta soyunup vücudunu karla ovmasına ayak uydurmadı! Daha sonra İTÜ'ye geçti ve Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Müdürü oldu. Adana depreminde bölgeye en hızlı ulaşan bilim adamıydı. Daha önce öngördüğü gibi depremin sol yanal atımlı olduğunu tespit etti ama ne yazık ki bu depremin sağ yanal atımlı olduğu ortaya çıktı. Araziye çalışmasını en çok seven hoca. ‘‘Marmara Denizi'nde yapılmış doğru dürüst çalışma yok’’ sözleri, İÜ'den bazı öğretim üyelerini küstürdü. İ.Ü.'nün hantallığından kurtulması takdir topluyor.
CELAL ŞENGÖR
Zenginliğini çok kıskandılar
1955'te İstanbul'da doğdu. 1973'te Robert Kolej'in ardından 1978'de State University of New York at Albany'den jeolog olarak mezun oldu. Halen İTÜ'de profesör. Dünyanın sayılı levha tektonikçilerinden. Zekası, parası ve çapkınlığıyla ünlü. Ama çapkınlığı Üşümezsoy'la boy ölçüşecek düzeyde değil! Öğrencilerine göre, yurda döndüğünde üniversiteler üstü bir hali vardı. Bilim felsefesine düşkünlüğüyle tanındı. Bazen Osmanlıcı, bazen Atatürkçü bazen de aydınlanmacı olması, ‘‘zeka sapmaları’’ olarak nitelendirildi. Zengin ailesi, kale gibi evi ve parası kıskançlık sebepleri arasında sayılıyor. Diğer hocalar iki sayfa çekecek fotokopi makinası bulamazken, odasını bilgisayarla donattı. Üniversitedeki odasını kendi imkanlarıyla döşetti. Öğrencileri ise derslerini anlamakta her zaman güçlük çekti.
ŞENER ÜŞÜMEZSOY
Karısı onu bir reçel için boşadı
1950'de İstanbul Üsküdar'da doğdu. Kırım'dan gelen tatar bir ailenin çocuğu. Jeoloji’de okurken vücut geliştirmeye başladı. 1991'de profesör oldu. Almanya'da da görev yaptı. Yakışıklı bir hoca olarak tanındı. O kadınlara, kadınlarda ona ilgi gösterdi. Doğu Bloku'ndan gelen sarışın kız öğrenciler, döneminde sık sık öğrenci işlerinin önünde görülüyordu. Kız öğrencileri arasında hikayeleri dilden dile dolaştı. İstanbul Üniversitesi'nde görevli bir öğretim üyesiyle evlendi. Bu evlilik kürek çekme ve reçel yetiştirme işkencesi yüzünden son buldu: Üşümezsoy yaz-kış demeden Adalar'dan yüzerek İstanbul'a dönerdi. Eşi de o yüzerken sandalla yanısıra kürek çeker bir yandan da Şener Bey'e kavanoz kavanoz reçel yedirirdi. Tabii ki dayanamamış! Bir dönem MTA'da da çalıştı. Öğrencilerini sık sık ‘‘Düzgün öğrenin yoksa kick-boks yaparım’’ diye tehdit etti. Bu tehditleri sonunda gerçek oldu ve Orhan Bursalı'yla bir ara ‘‘fiziksel tartışma’’ ortamına girdi. Depremden sonra İstanbul Üniversitesi'nin prestijini düşürmekle suçlandı. Evi, arabası yok. Garip adlı Himalaya cinsi tombul kedisiyle yaşıyor.
KAN DAVALARI
KANDİLLİ RASATHANESİ
Bütün üniversitelerin kalbinde yatan aslan. Devletin bilgi aldığı tek yer. Peki Boğaziçi Üniversitesi (BÜ), Kandilli Rasathanesi'ne nasıl sahip oldu? Cevap kısa: Şans eseri. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olan Rasathane'nin bir üniversiteye devredilmesine karar verildiğinde dönemin müdürü merhum Prof. Dr. Muammer Dizer, teklifi İstanbul Üniversitesi'ne götürdü. İÜ, 'iş yükü artar' diye istemedi. İTÜ'den de pek hoşlanmayan Dizer için geriye kala kala BÜ kaldı. BÜ de rasathane verilerini 17 Ağustos'a kadar bilim dünyasıyla paylaşmaktan kaçındı.
JEOLOG MU PATRON JEOFİZİKÇİ Mİ?
İki bilim dalının da çözmeye çalıştığı problem aynı: Yerküre. Anlaşamadıkları nokta ise, kimin patron olduğu. Jeofizik mühendisliğinin daha sonra kurulduğunu söyleyen jeologlar, patron oldukları konusunda ısrarlı. Jeofizikçilerin cevabı ise şu: ‘‘Onlar yeryüzünün çok az kısımını bilir. Biz 6 bin 341 kilometresini çözeriz.’’ Bu ast-üst çekişmesinden sıyrılıp bu iki bilim dalının farkını basitçe anlatmak mümkün: Diyelim bir bölge imara açılacak. Önce jeolog gidiyor. Araziyi inceliyor, mesela diyor ki, ‘‘yerleşime açılabilir'. Sonra jeofizikçi gidiyor. Aletli ölçüm yapıyor, mesela diyor ki: 'Evet ama şurada problem var. Bu kısım imara açılamaz.' İşte fark bu.
İÜ-İTÜ ÇEKİŞMESİ
Olay, 1953'te Prof.Dr. İhsan Ketin'in İTÜ'ye geçmesiyle başlıyor. Ketin, İstanbul Üniversitesi'ndeki parlak isimleri alıyor. İTÜ'nün giderek mühendislik ağırlıklı bir yapı kazanması geçişi artırıyor. MTA da kanca atınca İÜ, ciddi sarsıntı geçiriyor. Bundan sonrasını iki üniversite hocasından dinleyelim:
İÜ'lü hoca: ‘‘İÜ doğurgan ve tevazu sahibi. Herşeye rağmen İTÜ'nün ezberçi yapısını sollarız. Mesela Prof. Dr. Nezih Canıtez sismolojinin sayılı isimlerindendi. İTÜ'nün eğitimin çok beğenirdi. Birgün TÜBİTAK'ın sınavına girdi. Öğrencilere kırılma ve yansımayı sormuş. İTÜ'lü öğrenciden cevap alamamış. Hayal kırıklığına uğramıştı. Onlar makaleyi bile ders olarak okutuyorlar.’’
İTÜ'lü hoca: ‘‘İÜ büyük ama hantal bir yapı. Yeniliklere kapısı kapalı. Teknik ve kaynak olanaksızlıkları içinde kıvranıyor. Doğru dürüst bilgisayarları bile yok. Dünyaya kulak tıkayarak gelişme olmaz.’’
son dedikodular
Şengör ve Pichon (ünlü Fransız deprembilimci), Marmara'nın tek hatta kırılacağına bir sabah kahvaltısında karar vermiş. Bunu duyan Oğuz Gündoğdu, ‘‘O zaman ben Pichon'la öğle yemeği yiyeyim, belki fikrini değiştirir’’ demiş.
Pichon ve Finkel'e (eski depremleri inceleyen tarihçi) karşı Türk hocalar çok tepkiliymiş. ‘‘Bizim faylarımızı en iyi biz biliriz’’ diyorlarmış.
Üşümezsoy'un katıldığı televizyon programlarını İÜ üst yönetimi yüreği ağzında seyrediyormuş.
MTA'yla İTÜ'nün arası açılmış. Ünlü Sismik-1 gemisi kapısını İÜ'ye açacakmış.
Marmara Denizi'nde araştırma yapmak isteyen İÜ'nün parası bitince İTO destek çıkmış.
Şengör'ün uluslararası makalelerinden çok azı depremle ilgiliymiş.
Bina takviyesi yapan bir inşaat firması İTÜ'den bilgi almak istemiş. Hoca, firma yetkilisine ‘‘Biz rakibiz, niye size bilgi vereyim’’ demiş.
İTÜ'lü hocalar bilgisayarları bile olmayan İÜ'lü hocalara 200 bin dolarlık bilgisayar programlarını ballandıra ballandıra anlatıyormuş.
İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Naci Görür, askerlerin de katıldığı bir toplantıda, ‘‘En büyük milliyetçilik uluslararası yayın yapmaktır’’ demiş.
Bilim dünyasında şimdi ‘‘Hocaların Hocası’’ lakaplı Prof. Dr. İhsan Ketin'e geçmişte yapılan haksızlıklar konuşuluyormuş. 50 yıl önce Kuzey Anadolu Fay Hattı'nı keşfeden Ketin'in üniversite yönetimlerince horlanması, odasının daima kimsenin istemediği katlarda olması gibi.
İstanbul depremi bir yana profesörlerin asıl korkusu 500 yıldır suskun olan Doğu Anadolu Fay Hattı'ymış.