Güncelleme Tarihi:
Müzisyenlerin vecizesi: “Bir gün çalışmazsam ben anlarım, iki gün çalışmazsam maestro, üç gün çalışmazsam dinleyici anlar.” Canıma minnet doğrusu; öteden beri en sevdiğim çalgı çello olagelmiştir. Bir de onu Jacqueline’in büyülü parmaklarından dinlemek insanı esine boğuyor.
Evdeki çalışmamız süreç içinde ilginç koşutluklar göstermeye başladı: O Ludwig’in “Arşidük Üçlüsü”nü çalarken ben diyalogları yazıyorum mesela. Elgar yorumlamaya başladığındaysa metnin ana gövdesine yoğunlaşıyorum. Sıra Schubert’in “Alabalık Beşlisi”ne geldiğinde, hiçbir şey yapmadan, müziği dinliyorum yalnızca. Bu arada, Jacqueline’i romanımın kahramanlarından birine dönüştürmeye karar verdim. Nasıl yapacağımı henüz bilmiyorum ama anlatının odak noktasında, kilit rol oynayacağı besbelli.
***
Bu sabah apartmandan çıkarken, karşı komşuya biraz da mahcup bir şekilde “kusura bakmayın lütfen” dedim: “Çello, akustik nedenlerle sesi çok çıkan bir enstrüman. İnşallah rahatsız etmiyoruzdur.” Yüzüme tuhaf bir ifadeyle bakakaldı kadıncağız. Sanırım Jacqueline gibi bir ustanın müziğinden rahatsız olabileceğini söyleyerek, istemeden onu küçümser gözükmüştüm.
İnsanoğlu böyle işte; ne kadar dikkat etsek de zaman zaman düşüyoruz kibir tuzağına. Durumu düzeltmek için akşam Jacqueline ile beraber, oturmaya beklediğimizi söyleyecek oldum, yarım ağızla bir şeyler geveledikten sonra hızlı hızlı yürüyerek uzaklaştı gitti komşu. Kırılmıştı belli ki.
***
Bir geceyi daha aynı çatı altında, Jacqueline ile beraber, çalışarak geçirdik işte. Jacqueline ezan sesinde tatlı bir hüzün bulduğunu söyler hep. Özellikle de sabah ezanında... Bense yıllardır yanılmış olduğumu düşünerek şaşırıyorum: Bir başkasıyla aynı evde yaşamak mümkünmüş meğer.''