Güncelleme Tarihi:
Yakın zamanda ziyaretçileriyle buluşacak olan Silah Seksiyonu, yedi yıldan beri İstanbul’da ve Türkiye’de müze tasarımı ve yönetimi, ulusalararası toplantılar, kitap yayın ve son olarak kültür kurumları için iletişim stratejileri üretmek gibi faaliyetler gösteren, KÜLT tarafından birçok ilke imza atılarak yenilendi. Yaklaşık 3 milyon liraya mâl olan yeniliklerle ilgili olarak KÜLT Kültür Yönetimi Şirketi Direktörü ve Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu Sergisi Koordinatörü Dündar Hızal’la konuştuk.
* Silah Seksiyonu’nun yenilenme projesi nasıl başladı?
- 2007’de Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Bölümü ile ilgili İstanbul Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü mimarlarından Hasan Fırat Diker bize bu bölüm için birtakım ihtiyaçların olduğunu ve bunları karşılayıp karşılayamayacağımızı sordu. Ardından pek çok proje geliştirdik ve hayata geçti. Proje kamuoyu ve idareciler tarafından beğenilince Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü’nün ikinci bir iş yapma rezervi oluştu. O sırada Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu’nun bütün duvarları rutubet içerisindeydi, restorasyon gerekiyordu. İhalesini yürüten müdürlük binanın restorasyonu yapılırken, seksiyonun da tanzim ve teşhiri için bir çalışma yapılması gibi bir perspektife sahipti. Bu doğrultuda biz bu seksiyonun teşhir tasarımı ve revize edilmesi işine katıldık.
* Tam olarak nasıl bir şey isteniyordu sizden?
- Projenin ortaya çıkış ve hayata geçiş süreci, yani teorik ve pratik süreçler arasında büyük bir makas yok. İstanbul Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü projede müzikten audio visual kullanımlara kadar pek çok hususun nasıl olması konusunda fikir sahibiydi. Vitrinlerin, ışığın nasıl olması gerektiği konusunda bilgileri vardı. Projenin uygulanmasıyla projelendirmesi arasında ancak yüzde 5’lik bir fark vardır. O da şu şekilde oluştu: Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü Fatih Sultan Mehmet’i at üstünde canlandırmak istiyordu. Bir de padişah kılıçlarının bulunduğu nişlerinin en sonuncusundan Babü’s-saade’ye bakan pencereye bir audio visual uygulama ile izleyiciye bir tarih atlaması hissi vermek istiyorduk. Diğer pencereler kapalıyken bir pencere açık kalacak ve o pencereden de insanlar dönemin Osmanlısını izleyebileceklerdi ama bu iki düşünce gerçekleştirilemedi.
TÜRKİLYE’DE 6 AY BEKLEDİK ABD’DEN 5 DAKİKADA GELDİ
* Başka ne gibi sorunlarla karşılaşıldı?
- Seksiyonun hikâye anlatımının ana aksını oluşturan kavram klasik dönem. Hologramdaki askerler klasik dönem silah ve kıyafetleriyle izleyicinin karşısına çıkıyor. Ok ve yay ile tüfek kullanımını anlatan filmlerdeki minyatürler sadece klasik dönem eserlerinden seçildi. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun hükmettiği coğrafyayı gösteren haritanın yeni bir harita yerine, dönemin büyük denizcisi Piri Reis’in az bilinen bir haritasını kullanmak istedik. Harita Avrupa, Kafkasya, Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’yı içeren bir harita. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki nüshada bu harita yoktu. İstanbul Üniversitesi’ndeki nüshayı istedik. Bize çok düşük çözünürlüklü bir malzeme verdiler ve uygulamayı düşündüğümüz alan 3x5 metre olduğundan işimize yaramadı. Yeniden çekimin ise kütüphanedeki tadilat nedeniyle mümkün olmadığını söylediler. İnternet üzerinden araştırmalarımız sırasında Kitab-ı Bahriye’nin bir nüshasını ABD Baltimore’da Walter Art Museum’da bulduk. Yüksek çözünürlük gerektiğinden çekim için izin verip veremeyeceklerini e-posta ile sorduk ve 5 dakika sonra geri dönerek isteğimiz büyüklükte gönderdikleri linkten indirebileceğimizi söylediler. 6 ay boyunca ülkemizde ulaşmaya çalıştığımız haritayı ABD’deki bir müzeden sıfır bürokrasi ile ulaştık.
* Projeye başladığınızda, içeri girer girmez, “ilk önce buradan başlamak gerek” dediğiniz, aklınıza ilk gelen şey neydi?
- Plastik saksıları dışarı atmak! Balkon saksısının içerisine konmuş plastik çiçekler vardı. Silah Sekisyonu ve balkon saksısı arasında hiçbir anlamsal ilişki yok. Bir de asla bir müzede göremeyeceğiniz plastik, sarkmış, PVC kalorifer boruları vardı padişah kılıçlarının bulunduğu duvarı boydan boya geçen. O kadar anlamsız ve kötü duruyorlardı ki! Bir mızrağın yanında, poşetlere sarılmış bir yangın tüpü, onun yanında bir mızrak daha... İşe bunlardan başlamak gerekti. Hepsinden önemlisi, ülkemizdeki müzecilik 19. yüzyıl perspektifi devam ediyordu bunu değiştirmek ilk hedefimiz oldu. Bu perspektifte tek amaç; eseri hırsızlardan koruyup çalınmasını veya yok olmasını engellemek. Yani izleyiciye bir şey anlatmak düşünülmüyor. Marangozlar tarafından yapılmış ve ortalarında nal kadar kilit olan, eserle izleyici arasında tarihsel bir bütünlük yerine izleyiciye potansiyel suçlu hissettiren bir durum söz konusuydu. Bunun değişmesini, insanların tarihe dokunabilmesini sağlamak istedik.
* Silah Seksiyonu aslında Türk müzeciliği için oldukça önemli...
- Gerçekten öyle. Çünkü, 1839 yılında Osmanlı Devleti’nde açılan ilk müzenin Silah Müzesi olduğu göz önüne alınırsa, 2011 yılında faaliyete geçen Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu, ilk ve son adım ilişkisi açısından büyük önem arz ediyor. Bu açıdan bakıldığında az önce saydığım aksaklıkların, müzecilikle bağdaşmayan uygulamaların temizlenmesi gerekiyordu. Fethi Ahmet Paşa’nın Aya İrini’de açtığı Mecma-ı Esliha’dan günümüze müzeciliğin serüveni ve sergileme biçimlerindeki yenilikler bu seksiyonda izlenebilir.
* Eskiden sergilenen eser sayısı ile yeni düzenlemede kullanılan eser sayısı arasında bir fark olacak mı?
- Eskiden 300 eser sergileniyordu, şu anda da öyle. Ama şimdi eserler bir yığıntı şeklinde değil, ciddi düşünülmüş birtakım kompozisyonlarla bir araya getirildi. Sergileme alanı yaklaşık 300 metrekare, bu yüzden daha ferah bir sergileme var. İzleyiciye daha fazla boşluk sunuyoruz ve böylelikle önemli şeyleri ifade etme şansımız da artıyor.
ZİYARETÇİLER TARİHİN İÇİNE GİREBİLECEK
* Tasniflemeyi neye göre yaptınız?
- Tasnifi yaparken silahların kronolojik gelişimini ve silah tipolojilerini göz önünde bulundurduk. O yüzden en başta oklar var. Buradaki silahlar, 1300 yıllık bir süreci yansıtıyor. Oklar, kılıçlar, tüfekler, zırhlar, teberler, kalkanlar... Eser cinsine göre bir ayrım yaptık. Doğal olarak, padişah kılıçlarını ve gamimetleri diğer eserlerden ayrıştırdık. Eskiden bunların hepsi bir yığıntı şeklinde sergileniyordu.
* Ziyaretçiler içeri girdiklerinde ilk nelerle karşılaşacak?
- Seksiyonda, ziyaretçileri içine girebilecekleri bir tarih bekliyor. Topkapı Sarayı Müzesi’ni gezenler hep eserlerle kendileri arasında bir mesafe hisseder. Bu seksiyonda ise eserle izleyici arasındaki mesafe neredeyse sıfıra indirildi. İzleyici artık tarihe dokunabilecek. Gerek kullandığımız ekranlarla, yarım kubbelerdeki yansıtmalarla ve hologramlarla, gerekse tüm bunlara eşlik eden bir ambiyans müziğiyle bunu gerçekleştirdik. Seksiyona girdiğinizde sizi bambaşka bir mehteran karşılıyor. Cep telefonu, iPad, internet kullanan günümüz insanı kendisiyle iletişime geçen bir alana girmiş oluyor. 21. yüzyıl insanını yakalayabilen bir seksiyon oldu.
KIYAFETLERİ FARUK SARAÇ DİKTİ
* Türkiye’de ilk defa hologramla anlatım tekniği kullanılıyor. Bunu anlatır mısınız, nasıl bir çalışma yapıldı bunun için? Bu zamana kadar uygulanmamasının sebebi ekonomik miydi?
- Aslında ekonomik olarak bir zorluk yok. Tek zorluk, uygulama. Çok ince emek isteyen bir durum söz konusu. Kostümler 16. yüzyıl minyatürleri referans alınarak üretildi. Örneğin sipahinin zırhı örme zırh ve biz bunu üç ayda ördük. Bunlara dair bilgileri edinmek için Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde minyatürler konusunda uzman Banu Mahir’e gittik. Yine Mimar Sinan’ın kostüm tasarımı bölümünden destek aldık. İşi sonuca dökerken, kıyafetleri Faruk Saraç dikti. Saraç, Osmanlı kıyafetlerinde kullanılan kumaşlar konusunda bilgi ve birikim sahibi, daha önce de bu konuda işler yapmış biri. Bizi daha kolay anlayıp kostümleri daha kolay bir şekilde ortaya koydu. Faruk Saraç’ın diktiği bu kostümleri birileri giydi. Onlar da uzmanlardan ders aldılar. Hem tüfek-endaz (tüfek tutan) yeniçeriler, hem de levent ve sipahiler gerçeği yansıtan bir şekilde, bu silahların dönemin askerlerince nasıl kullanıldığına dair izleyiciye daha doğru bir fikir verecek.
HAYKO CEPKİN VE ŞEBNEM FERAH’IN SESİNDEN
* Müzik fikri nasıl ortaya çıktı?
- Projenin görsel yönetmeni Hakan Utangaç, aynı zamanda Pentagram grubunun üyelerinden. Utangaç, böyle bir seksiyonda müziğin katalizör görevi göreceğini ve çok etkili olacağı fikrini ortaya attı. Onun, bu projenin bir parçası olması bizi bu konuda cesaretlendirdi. Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü de buna sıcak baktı ve seksiyonda müziğin yer alması konusunda bize destek verdiler.
* Projede yer alan müzisyenlere nasıl karar verildi?
- Projenin müzik ayağında adı geçen Erkan Oğur ve Cahit Berkay gibi isimler, Türk müziğini yorumlama konusunda birer ekol ve kendi kalitelerini ve üstünlüklerini ispatlamış kişiler. Hayko Cepkin, Şebnem Ferah gibi isimler de genç kuşağı temsilen kendi yetenekleri ve becerilerini ispat etmiş. Gökhan Kırdar, tema müziği yazmak konusunda deneyimli. Bu isimlerin dışında Müzikolog Mehmet Güntekin’in önerisiyle Bezmara topluluğundan çok önemli bir isim olan Fikret Karakaya ile bir araya gelindi. Bezmara topluluğu, 16. yüzyıl Osmanlı müziğini, o dönemin enstrümanlarıyla çaldığından ve bu konuda çok ciddi bir birikimleri olduğundan onlarla çalıştık. Türkiye’de ve Avrupa’da notalanmış, kaydedilmiş tüm müzik örneklerini bir araya getirdik. Aynı zamanda dünyanın farklı yerlerindeki savaş ve kahramanlık müziklerini de... Ortaya çıkan ürün, ayaklarını bu coğrafyaya basan ama dünyanın her tarafından gelen dinleyicinin kulağına hoş gelecek ve onları kavrayacak bir müzik oldu.
Cahit Berkay
BESTEYİ YAPARKEN SİLAHLARIN SON VERDİĞİ HAYATLARI DÜŞÜNDÜM
Tarkan Gözübüyük projede bir bestemle yer almam için benimle görüştüğümde farklı düşünceler uyanmıştı kafamda. Çünkü, her ne kadar ‘müze’ için hazırlanacak da olsa, neticede bir silah müzesi. Orada gerçek savaşlar görmüş silahlar sergilenecek. Silah olduğu için soğuk baktığım bir konuydu ve sergilenecek silahların aldığı canları, döktüğü kanları düşündüm ilk olarak. Aynı zamanda silah dediğimiz şey hiç icad edilmemiş olsaydı diye düşündüm. Bu düşüncelerin bende yarattığı hislerle 3/4 dakikalık yaylı tamburla bir beste yaptım. Ziyaretçilerin de burayı gezerken bunu düşünmesini istedim. Çünkü ne kadar tarihi eser olsalar da, can almış araçlar onlar. Bu yönden bakınca tipik bir Cahit Berkay müziği olarak tanımlamalıyım bestemi. Şimdiye kadar çok fazla film müziği yaptığım için duygusal hisleri müzik aracılığıyla yansıtabildiğime inanıyorum. Umarım ziyaretçilerde de bu hisler uyanır.