Oluşturulma Tarihi: Ağustos 06, 2005 00:00
Gazete haberlerine bakacak olursanız, ülkenin ekonomisi ve siyasi gelişmeler olumlu yönde gelişiyor. Bu haberleri medya uydurmuyor. Rakkamlar böyle söylüyor. Buna rağmen hala “işlerin iyi gittiğini” bir türlü içimize sindiremiyoruz. Yılların verdiği karamsarlıktan kendimizi kurtaramıyoruz.Uzun yıllar boyunca öylesine zor, karmakarışık bir dönemden geçtik ki, işlerin rayına oturmasına bir türlü inanamıyoruz. Kuşku ve kaygılarımızdan kurtulamıyoruz. Medya’da çıkan haberler, dışardan gelen mesajlara birlikte bakalım. Enflasyon giderek düşüyor. Birkaç yıl öncesine kadar, bunu hayal dahi edemezdik. Borsa arka arkaya rekor kırıyor ve hepimiz şaşkınlıkla izliyoruz. Dışardaki ekonomik çevrelerde, Türkiye’ye karşı güven giderek artıyor. Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlaması -çatlak sesler çıkmasına rağmen- önünde büyük bir engel görünmüyor. Formula 1 yarışması İstanbul’u ağzına kadar doldurmuş, otel fiyatları patlamış, Türkiye turizmde inanılmaz bir rekora doğru koşar olmuş. Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Bütün bunlar, herşeyin pespembe olduğu, insanların mutluluktan havalarda uçtuğu, işsizliğin azaldığı ve ekonominin artık düzlüğe çıktığı anlamına gelmiyor tabii. Ancak, bundan iki yıl öncesiyle karşılaştırdığımız taktirde, Türkiye’nin çok daha iyi bir noktada bulunduğunu, istikrar içinde yaşadığımız gerçeğini reddedemeyiz. Gelin görün ki, hala kuşkuluyuz. Çıkan yorumlara bakıyorum, hayretler içinde kalıyorum. Bir türlü dilimiz “durumumuz daha iyi” demeye varmıyor. Karamsarlık, kuşkuculuk öylesine bilinç altımıza yerleşmişki kendimizi kurtaramıyoruz. Oysa hiç gerek yok. Dikkatli olalım, soru sormaktan vazgeçmeyelim, ancak biraz da rahat edelim. Olumlu esen rüzgarları içimize sindirelim... YAŞ TOPLANTISININ ÖNEMLİ SONUCU Bu yılki Yüksek Askeri Şura toplantısının basına yansıma şekli dikkatinizi çekti mi? Hiç fazla değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar, YAŞ toplantılarının medya’ya nasıl yansıdığını hatırlıyor musunuz ? Toplantılar öncesinde gazetelerde sayfa sayfa
haber yayınlanır ve kimin hangi rütbeye çıkacağı, kimin nereye atanacağı, uzun listeler halinde kamu oyuna duyurulurdu. Ardından, resmi açıklama gelir ve o zaman gidenlerle gelenlerin fotoğrafları daha da büyük yayınlanırdı. Üstelik bununla da yetinilmez, devir teslim törenleri günler boyunca sürerdi. Giden komutanların hafif üzüntülü veya kırgın mesajları ile gelen komutanların mutluluktan parıldayan bir çehreyle yaptığı konuşmalar izlenirdi. Bu kadar büyük bir ilgi duyulmasının nedeni basitti.Toplumun önemli bir bölümü, gerçek gücün askerin elinde olduğunu hissediyor ve bunu da normal karşılıyordu.Geleneksel siyasi dengeler böyle gelişmişti. Medya’ da bu izlenimi sayfalarına ve ekranlarına yansıtıyordu. Geçen yılki gibi, bu yıl da durum farklılaşmaya başladı. YAŞ’a yine önem veriliyor, ancak medya’ da bulduğu yer eskisi gibi abartılı değil. Daha dengeli ve ülkedeki demokratik dengelerin yavaş yavaş yeniden ayarlandığını gösteriyor. Bu sonucun alınmasında, kamu oyunun askere verdiği önemin azalması söz konusu değil. Askerin ağırlığı yine aynı, ancak siyasete müdahele koşulları değişme sürecine girdi. Özellikle AB’ye tam üyelik sürecine girilmesi de, bu noktaya varılmasında etkili oldu. Ancak diğer önemli bir etken de, Genelkurmay Başkanlığının yeni yaklaşımından kaynaklanıyor. Genelkurmay, Cumhuriyetin temel ilkeleri gerektirmediği taktirde siyasete müdahele etmek istemediği izlenimini daha net şekilde verdikçe, kamu oyundaki dengeler üzerindeki baskılar da hafifliyor. Bunu, sağlıklı bir gelişme olarak nitelememiz gerekir. Demokrasimiz açısından önemli bir aşamaya girdiğimizi gösterir. MODERN FOLK’LA GEÇEN RENKLİ BİR 35 YILI KUTLADIK Geçtiğimiz hafta Modern Folk Üçlüsünün 35 inci doğum gününü kutladık. Bu kutlama benim için de çok önemliydi. Zira benim de gazeteciliğe girdiğim ilk yıllarda yollarımız kesişti ve ogün bugün dost kaldık. Birbirimizden kopmadık. Bu grubun özelliği aynı çizgiyi sürdürmesi, ilkelerinden ödün vermemesi, amatörlüğü profesyonelliğin önüne almasıydı. Salı akşamı Açık Hava’daki kutlama özylesine sıcak, öylesine hoştu ki, hepmiz keyiflendik. Bunu bizlere yansıtanlar da yine bu üç insan oldu. Ülkelerin böyle insanlara ihtiyacı var. Onlar belki büyük paralar kazanmayacaklar, ancak bizlere “devamlılığın” önemini hep hatırlatacaklar. Bir kuşağın nelere önem verdiğini gösterecekler. Bazı değerleri ön planda tutacaklar. Modern Folk Üçlüsü hepimizin bir kurumu oldu. Farklı bir marka yarattılar. Ben 50 iinci yıllarında da birlikte olacağımızdan eminim. GÖCEK KOYLARI , BAKAN PEPE’ YE EMANETTİR. Göcek koylarından bazılarının şu veya bu şekilde turizme açıldığı söylentileri giderek artıyor. Özelleştirme çerçevesinde, TİGEM’e kiralanan koyun kamp yapıldığı, bazı koylarda salaş restoranların kurulduğu gözleniyor.Daha da önemlisi,
balık üreticilerinin bazı koyların içlerinde giriştikleri katliam, gözle görülür şekilde artıyor. Oysa Göçek ve Bodrum bu ülkenin en değerli ve bozuldumu bir daha toparlanamayacak kadar önemli bölgeleridir. Bunları korumamız şarttır. Ne gerekçeyle olursa olsun, üstünde titrememiz gerekir. Çevre ve Orman Bakanı Pepe’ nin yaptığı açıklamalar kalbimize biraz da olsa su serpti. Pepe ciddi bir insandır. Birkaç oy için bu ülkenin en kıymetli yerlerini harcamaz. Pepe söz verdi ve biz de buraları ona emanet ettik. Okurlarımdan rica ediyorum, en ufak bir uygunsuzluk gördüklerinde lütfen bana haber versinler. Mesajlarını bizzat bakana yönlendiririm. Sivil toplum olarak, değerlerimize sahip çıkmalıyız. AB BULGARİSTAN’A NE DİYECEK BAKALIM? Bulgaristan, tam anlamıyla bir demokrasi deneyiminden geçiyor. Türk kökenli siyasetçilerin koalisyonda rol almalarına tepki gösteren ırkçı parti etrafı kasıp kavuruyor. Nbenim en büyük merakım, gelişmelere AB’nin nasıl bir tepki vereceğidir. Avusturya’da ırkçı başbakanı değiştirten AB, gelişmelere sessiz mi kalacak, yoksa yön mü gösterecek? Şu sıralarda AB tatilde. Bulgaristan’daki gelişmelerin ne yön alacağı da henüz het değil. Ancak, nu olursa olsun, tam üyeliğine iki yıl kalan Bulgaristan’da ırkçı akımlar, azıttıkları taktirde AB’den gözdağı almazlarsa, iş çığrından çıkabilir. PROTOKOL, TANIMA ANLAMINA GELMEZ (!) Durum giderek komikleşiyor. Rum lider Papadopulos, Türkiye’nin Gümrük Birliğini Kıbrıs’a uzatan prdotokolün imzasının “Türkiye’nin Kıbrıs’ı resmen tanıdığı” anlamına gelmeyeceğini açıkladı. İngiltere Başbakanı, tüm basının önünde “tanıma değildir” dedi. AB Komisyonu Başkanı Barosso, Uluslararası basına aynı sözleri tekrarladı. Bizde ise, bir kıyamettir gidiyor. Başta CHP lideri Deniz Baykal ve onun akıl hocası Onur Öymen, ardından tüm Ulusalcılar ise, aksine feryat ediyorlar :Aman protokolü imzalama, Kıbrıs’ı tanımış, KKTC’yi öldürmüş olursun... Ortada bir gariplik yok mu? TEMPO AYIP ETTİ ! Tempo dergisini her hafta büyük bir keyifle okurum. Buldukları konular çok hoştur ve gayet iyi işlenir. Ancak geçen hafta Harry Potter’lı dergiyi elime alıp, yazıyı okumaya başlamamla birlikte başımdan aşağı kaynar bir
kova su döküldü sandım. Dergi, yeni çıkan Harry Potter romanının sonunda ne olduğunu önemli oranda açıklıyor ! İnanılacak gibi değil. Üstelik bunu da, bir gazetecilik başarısı olarak takdim ediyor. Olacak iş mi bu ? Bunun gazetecilikle ne ilgisi var ? Bu, soğuk bir espriden başka birşey olamaz. Sinemada harika bir film seyredip, dışarı çıkarken, içeri girmek için sıra bekleyenlere “Katil , çocuğun annesi” deyip insanların tüm heyecanını öldüren seyirci ile Tempo’ nun yaptığı aynı şey değil mi ? Kerem Çalışkan, Türkiye’de bu kitabı merakla bekleyen yüzbinlerce okuyucuya haksızlık etti. Yine Tempo okumaya devam edeceğim, ancak şimdi dünya kadar para verip satın aldığım kitap karşımda bana bakıyor. Benim de onun kapağını açmaya artık hiç isteğim yok. BİR ANADOLU ÖYKÜSÜ... Tam 10 bin kilometre yol kat edip 50’ye yakın il, ilçe, kasaba ve mezranın anlatıldığı bir gezi rehberi “Cömert Toprakların Masalı: Doğu Anadolu”. Geçtiğimiz günlerde Ekin Grubu’ndan çıkan 600 sayfalık kitaba yalnızca gezi rehberi demek aslına bakarsanız haksızlık olur. Bir öykü, bir anı kitabı gazeteci Azer Bortaçina’nın kitabı… “Şehirlerin tarihçesinin anlatıldığı, nasıl gidilir, nerede kalınır, ne alınır, ne yer ne içilir, ne alınır”dan farklı bir kitap. Bortaçina, pek çok kimsenin, adını gazete ve televizyon haberlerinden duyduğu Doğu Anadolu’nun yerleşim birimlerini tanıtıyor. Hem de ne tanıtma. Şehirlerde herkesin tanıdığı bildiği simalarla yapılan röportajlar kitaba ayrı bir renk katıyor. Kimi zaman bulutların üzerinde, kimi zaman yeşil vadilerde,, kimi zaman da ıssız yollarda geçen bir öykü, “Cömert Toprakların Masalı: Doğu Anadolu”. Azer Bortaçina, bir yazar, bir foto muhabiri ve bir şoför olarak bambaşka bir Doğu Anadolu koyuyor okurların, seyahat meraklıların önüne. “İkinci çocuğum” dediği Doğu Anadolu’yu, Azer Bortaçina’nın kaleminden okuyun, cömert toprakların cömert insanlarını tanıyın, onun çektiği fotoğraflardan görün.. “Orada bir köy var uzakta”dan bambaşka bir Doğu Anadolu bulacaksınız karşınızda. İnanın pişman olmayacaksınız…
button