Güncelleme Tarihi:
İstanbul’un Fatih ilçesindeyiz… Sene 1960’lar, ‘Kardeşler Apartmanı’... Burada, bugün siyasette 20 yılı geriden bırakan, Başbakan Yardımcılığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlerinden sonra şimdi AK Parti Genel Başkanvekili unvanını taşıyan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un ailesi ikamet ediyor… Neredeyse 80 yıldır! Ancak hikaye aslında Ordu’nun Ünye ilçesinde başlıyor… Kurtulmuş, adını taşıdığı dedesini anlatarak başlıyor: “Binbaşı, İstiklal Harbi gazilerinden Numan Kurtulmuş, yedi cephede savaşmış. En son Sakarya Meydan Muharebesi’nde ağır yaralanmış. 39 yaşında malulen emekli olmuş. Dedem ‘Âmentü Şerhi’ isimli, Türkiye’de Latin harfleriyle yazılmış ilk İslami ilmihal kitaplarından birini yazmış bir zat. Siyasete başladığımda belli bir yaşta olanlar, beni dedemle karıştırıp ‘Yahu sen çok gençsin, bu kitabı ne ara yazdın?’ diye sorarlardı!” Dede Numan Kurtulmuş, çocuklarını da iyi yetiştirmek istiyordu. Büyük oğlu İsmail Niyazi ortaokul çağına gelince aile İstanbul’a göç etti. Baba Kurtulmuş tıp doktoru oldu. Numan Bey, beş çocuklu ailenin dördüncü ve tek erkek çocuğu olarak Ünye’de 1959’da dünyaya geldi.
LAUREL HARDY’Lİ CUMARTESİ GECELERİ
Çocukluğunun Fatih’ini bize şöyle anlatıyor: “İstanbul’un o dönem ‘çok mutena’ üç semti vardı: Fatih, Eyüp ve Üsküdar… Fatih bu anlamda şehrin kalbiydi. Herkes birbirini tanırdı. Komşumuz, meşhur Sanki Yedim Camisi’ydi. Ramazanlarda hatimle namaz kılınırdı. Biz çocuklar cami çevresinde oyunlar oynar, komşularımız evden ikramlar getirirdi. Cumartesi akşamları sessiz Laurel Hardy filmlerini izlerdik. Ailemizde saygı ve sevgi hakimdi. Rahmi amcam savcı, Hilmi amcam ise Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un, dedem Numan Kurtulmuş’un kitaplarının basımını yapan Fatih Yayınevi Matbaası’nın sahibiydi. En üst katta oturan Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç ablamlara Kuran okumayı öğretmişti. O dönem muhafazakar camiada kız çocuklarının okutulmasıyla ilgili ciddi rezervler vardı. Babamsa, ‘Asıl kız çocuklarını okutmamız lazım’ derdi ve dört kızına da üniversite okumaları için büyük destek verdi.”
NECİP FAZIL’IN ‘AYASOFYA AÇILACAKTIR’ KONFERANSI
Babasının tek oğlu içinse başka planları varmış… Kurtulmuş anlatıyor: “Hayatını İlim Yayma Cemiyeti’ne vakfetmişti. Beni de toplantılara, konferanslara götürürdü. Bir sefer, ben 8-9 yaşlarındayken beni ikna etmek için “Oğlum toplantıya Vali Bey de gelecek!’ deyince ‘Ben valiyi görmekten bıktım baba!’ diye isyan ettiğimi unutmuyorum! Tabii bu konferansların sonra çok faydasını gördüm. Mesela Necip Fazıl’ın Milli Türk Talebe Birliği’nde ‘Ayasofya mutlaka açılacaktır’ konuşmasını yaptığı günü hatırlıyorum. Ortaokula girdikten bir yıl sonra 12 Mart Muhtırası oldu… O zaman hayatımızda iz bırakan şeylerden birisi Nihat Erim hükümetinin imam hatip okullarının orta kısmını kapatmasıydı. 1970’lerden itibaren sağ-sol tartışmaları alevlendi. Mücadeleyi fikri kuvvetli olanın kazanacağını inanıyorduk. Bu yüzden görüşümüzü iyi ifade edebilecek donanıma sahip olmak gayretindeydik. Orta öğrenimden itibaren daha çok Milli Türk Talebe Birliği ve okuduğumuz İstanbul İmam Hatip Lisesi’nin çevresinde sokaktaki fiili, silahlı, sopalı kavganın dışında kaldık.”
‘İLK İKİ YIL ÇATIŞMA, SON İKİ YIL SIKIYÖNETİM!’
Liseden sonra eğitim için sosyal bilimlere yöneldi. Zira babasının yaşadığı zorlukları gördükten sonra tıpçı olmamaya karar vermişti. Ancak o dönemin zorluğu mesleklerde değil, ortamın kendisindeydi. Numan Kurtulmuş, 1978’de girdiği İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi günlerini şöyle anlatıyor: “İlk iki yılı 12 Eylül öncesindeki tam kavganın olduğu dönemde, son iki yılı sıkıyönetim ortamında okuduk. Kötü günlerdi. Beyazıt’taki kampusun bir tarafında sağcılar, diğerinde solcular olurdu. Karşılaşacakları yerlerde polis ve asker beklerdi. Biz kendi şahsiyetimizi ortaya koyardık ama fiili kavganın içerisinde değildik. Bizim jenerasyonumuz üzerinde Sezai Karakoç’un, Cemil Meriç’in, Necip Fazıl’ın, Kemal Tahir’in çok etkileri oldu. O dönemde Bosna Hersek’te, Avrupa içerisinde, Müslüman kimliğiyle ve aynı zamanda Batılı tasavvurları da yok etmeden, bir milleti ayağa kaldıran Aliya İzzetbegoviç’in ilham verici mücadelesi, gençlik olarak bizi çok etkiliyordu.”
12 Eylül darbesi sonrasıysa başka bir hava hakim olmuş. Kurtulmuş anlatıyor: “12 Eylül askeri darbesi Türkiye’nin onlarca yılını çalmıştır. Darbe sabahını hatırlıyorum. Halkın çoğunluğunda tedirginlik vardı. Kenan Evren’in de Cumhurbaşkanı seçilmesine imkan veren Anayasa Referandumu benim ilk oy verdiğim seçimdi. Biraz da göstererek, koyu mavi renkli ‘Hayır’ oyumu vermiştim!”
MALCOLM X’TEN ESİNLENİP NEW YORK’TA CEZAEVLERİNİ GEZERDİK...
Numan Kurtulmuş, 12 Eylül’ün sancılı sürecinin ardından akademik kariyerine devam etti. İktisat Fakültesi’ndeki asistanlığı sırasında tanıştığı Sevgi Hanım’la evlendi. Evlendikten bir hafta sonra da doktora çalışmaları için Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiler. Kurtulmuş, Cornell Üniversitesi’ndeki izlenimlerini şöyle anlatıyor: “İlk gittiğimizde 1990’ların başında Müslümanlar için rahat ve uyumlu bir ortam vardı. Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra İslam karşıtı tavırlar arttı. Malcolm X, bizim için ırkçılık karşıtı söylemiyle dikkat çeken bir aktivist ve düşünürdü. Onun İslamiyeti seçmesinde, hapishane günlerindeki öze dönüşünün etkili olduğunu okumuştuk. Cornell’de ‘Müslüman Talebeler Grubu’ vardı. Bir ramazanda cezaevindeki Müslümanları ziyarete gittik. New York’un en ağır suçlularının kaldığı Elmira Cezaevi’ni unutmuyorum… Suç içeride de devam edermiş. Ancak İslam’ı seçen mahkumlar daha mülayim, daha anlayışlı oldukları için cezaevi yönetimi içeride Müslümanlığın gelişmesini istermiş. İçeride bunun için bir imam görevlendirmişlerdi. Müslüman mahkûmların çoğu siyahlar ve Porto Rikolulardı…” Bir diğer unutamadığı anısı şöyle: “Cornell Üniversitesi içinde farklı dinlerden insanların ibadet, tören ve programlarını yapmaları için tahsis edilmiş bir bina vardı. Cuma ve bayram namazları da burada kılınırdı. Ancak Müslümanlar arasında ihtilaf çıkmış. İkinci bir topluluk da cumayı ayrı kılmak için yönetime başvurmuş. Üniversite yönetiminden beni arayıp ‘İki grup da sizi istiyor, cuma’yı siz kıldırır mısınız?” demişlerdi. Ben de oturdum Müslüman topluluk nasıl olmalıdır, kardeşlik ve dayanışma üzerine bir hutbe hazırladım. Sonra iki gruptan da ‘Yahu bizi nasıl da sarstın!’ yorumu gelince anladım ki iyi olmuş! Birleştirici olmaya her zaman özen gösterdim.”
SİYASETE GİRİŞ… ‘AKADEMİYİ TERCİH ETMİŞTİM, TA Kİ…’
Numan Kurtulmuş bugün siyasette 20 yılı geride bırakmış bir isim… Peki her şey nasıl başlamış? “Aslında hem aile çevrem hem de yetiştiğim fikri muhit açısından, toplumsal mefkurelerin ve siyasetin hep içindeydim” diyerek cevaplıyor: “Amerika’dan Türkiye’ye 1993’te döndük. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görevimize başladık. Ben 1994’te, Sevgi Hanım 1995’te doçent oldu. Çocuklarımız Ayşe, İsmail ve Emir doğdu… Akademik çalışmaları tercih ettim. Ta ki; hayatımızda derin iz bırakan 28 Şubat’a kadar… O güne kadar rahat olan ortam bir anda değişti. Bizim bölümde görüşler karşıt olsa da herkesin özen gösterdiği insani ilişkiler vardı. 28 Şubat’tan sonra ne yazık ki, bazı hocalarda da ‘darbe hevesleri ve karşı tarafı yok etme histerisi’ hortladı. Biz de nasibimizi aldık. Eşim Sevgi Hanım açığa alındı. Öğrencilerimiz sınava giremiyorlar, okullarından uzaklaştırılıyorlar, bir sürü baskılar, sıkıntılar…Türkiye’nin sıradan dindar insanlarını dışarı iterek alan temizlediler. Ben FETÖ’nün doğumundaki en önemli ayaklarından birisinin samimi Müslüman Anadolu insanını dışarı itmek olduğunu düşünüyorum. Kendisini kamufle edip kurumların kılcal damarlarına kadar sirayet eden bir FETÖ ağı ortaya çıktı. Daha önceki darbelerden farklı olarak 28 Şubat’ın arkasındaki irade sadece siyasete değil esasen sosyolojiye müdahale etmek istedi. Bunun üzerine siyasette güçlü olmak, siyasette sivilleşmeyi sağlamaktan başka yol olmadığını bir kere daha gördük. Merhum Necmettin Erbakan’ın başında olduğu siyasi hareketin partisi, Fazilet Partisi’nden yapılan ısrarlı davet üzerine 1998’de İstanbul İl Başkanı olarak göreve başladım. O günden beri siyasetteyim…”
SİYASETTEKİ PRENSİPLERİ… ‘ÖTEKİLEŞTİRİCİ DİLDEN UZAK DURDUM’
“Hayatım boyunca inanmadığım hiçbir şeyi söylemedim. Fikirlerimden taviz vermedim. Hiçbir lafı evirip çevirmedim. Sokaktaki vatandaş ne düşünüyorsa onun dile getirilmesine gayret ettim. Eşit ve özgür bireyler olarak vatandaşlarımız arasında oluşturulacak mezhebi, etnik hatta kültürel ayrımcılığa hep karşı çıktım. Zıt fikirlerde olabilirsiniz ama biz siyasetçiler birbirimizin düşmanı değil, rakibiyiz. Hiçbir görüşümüz uymasa da ortak paydamız var; Türkiye. Onun için ötekileştirici bir üsluptan ziyade anlamaya ve anlatmaya çalışarak siyasette olmaya gayret ettim.”
‘DEVLETLE MİLLET AYRI TELDEN ÇALAMAZ’
Numan Kurtulmuş: “Biz hep yegane hakimin millet olduğunu savunduk. Başarının anahtarı devlet-millet kaynaşması. Her ağaç kendi gövdesi üzerine yükselir. Milli Görüş, 1969’da rahmetli Necmettin Erbakan ile başlamış ama onun öncesinde Tazminat ve Meşrutiyet dönemlerine ait fikri siyasi izlek var. Menderes’in, Özal’ın, Erbakan’ın ‘milli siyaset geleneği’ bugün Tayyip Erdoğan öncülüğünde AK Parti’de temsil ediliyor. Savunma sanayiindeki atılımlar, darbelere karşı tavır, demokrasi ve milli irade, dini eğitimin güçlendirilmesi bu geleneğin önemli iddialarındandır.”