Güncelleme Tarihi:
En makbul yardım gizliden gizliye yapılan yardımdır ve eskiler bu iş için ‘‘sadaka taşı’nı icad etmişlerdir. Çoğumuz pek bilmeyiz ama, bu sadaka taşlarından biri İstanbul'da hálá ayakta.
Dinimiz hali-vakti yerinde olanların fakirlere yardım yapmalarını emreder ve gelenekler bu yardımların gizlice verilmesini, alanların rencide edilmemesi gerektirir.
Eski İstanbul'da yardımların en göze batmayanı ‘‘sadaka taşları’’ kullanarak yapıldı. Bu taşlar bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İki metrelik taşların yanında, tepesine rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak konurdu.
İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan mebláğın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. 17. yüzyıl İstanbul'unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir taşa tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazmıştı.
İstanbul'un dört yerinde sadaka taşı vardı: Üsküdar'da Gülfem Hatun Camii'nin avlusunda, yine Üsküdar Doğancılar'da Karacaahmet'te ve Kocamustafapaşa'daydı.
Bugün bu taşlardan sadece bir tanesi, Doğancılar'da dikili olanı, ama o da yarısından fazlası toprağa gömülü vaziyette duruyor.
Yaradılış her an devam ediyor
Bir zaman içinde yaratılmış olan álemin halkedilmesi her an devam etmektedir. Hiçbir an ve hiçbir álem, bir önceki an ve álem değildir. Bütün varlık her an değişmekte, yokluğa gidip yeniden varolmaktadır. Alemde sadece sürekli, devamlı bir an vardır ve buna 'án-ı dáim' denir.
Kur'an'ın A'raf suresinin 172. áyetinde 'Hatırla şu günü ki Rabb'in, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini göstermişti de kendilerini kendilerine tanık tutarak 'Ben rabbiniz değil miyim?' demişti; onlar da 'Evet, tanıkız, rabbimizsin, demişlerdi. Bu da kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz içindi' denmektedir.
ÖNCEDEN SÖZ ALINDI
Tanrı cisimlerden evvel insanların ruhlarını yaratıp bu suretle onlardan bir söz almıştır. İşte bu áleme 'Elest Meclisi', 'Bezm-i Elest' denir. O álemde ruhların bir kısmı da 'evet' demek olan' 'Belá' sözü yerine 'Lá' yani hayır deyip Tanrı'yı inkár etmişler, orada ikrar edenler bu álemde mü'min olmuşlar, inkár edenlerse küfre düşmüşlerdir. Bu áleme 'Álem-i Zerr' yani zerreler álemi derler.
VARLIK HER AN DEĞİŞİR
Gerçekte hilkat yani yaradılış zamanî değil, anîdir, yani álem bir zaman yaratılmıştır, ondan sonra öylece devam edip durmakta değildir ve her an yaratılmaktadır. Hiçbir an ve hiçbir álem, bir önceki an ve álem değildir. Bütün varlık her an değişmekte, yokluğa gidip yeniden varolmaktadır. Esasen zaman bir 'an'dan ibarettir, çünki geçmiş bir hatırlamadan, bir hayalden ibaret olduğu gibi gelecek de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan bir zamandır, bir hayaldir. Şu halde álemde ancak 'án-ı dáim' yani sürekli, devamlı bir an vardır. İşte bu yüzden 'Elest' kitabı da her an gelmektedir. Daha doğrusu her mevcudun rabbinden gelip durmakta ve her mevcud yeteneğine bağlı olduğundan 'hál' diliyle 'Belá' yani 'Evet' demektedir.
Bu sözleşmeye 'Ahd-ı Elest' denir ve Ayette 'Kalû belá' kelimeleri geçtiği için dilimizde 'Kalû belá'dan beri' tábiri meydana çıkmış ve sözleşmeye 'Kalû Belá Ahdı' da denmiştir.
(Abdülbaki Gölpınarlı’nın yayınlanmamış ‘Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’nin ‘Elest’ maddesinden).
Zeynebiyye
Patlıcan kabuğu soyulup uzunlamasına kesilir, içi oyulur, çekirdekleri iyice çıkartılır ve önceden hazırlanmış erimiş sıcak şekerde çevrilir. İçerisine ince ufalanmış taze ceviz ve az haşlanmış kuru karanfil doldurulur. Birkaç saat sulandırılmış sıcak şekerde bekletilir. Sofraya getirilmesinden az önce üzerine birkaç damla fesleğenli limonata damlatılır, istenirse az limon sıkılır ve soğumadan, ılık yenir.