Güncelleme Tarihi:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve 121 sayfalık iddianamede, Anayasa'nın 3. maddesinde yer alan “ülkenin bölünmez bütünlüğü” hükmüne yer verildi ve bunun demokratik yoldan bile dahi olsa değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümler arasında yer aldığı kaydedildi.
İddianamede, siyasi partilerin, “demokratik düzeni bozucu, devletin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile hukuk kurumlarına ve devletin demokratik yapısına duyulan güvenin sarsılmasına neden olan tavır sergilemeleri halinde kamu düzenini bozacaklarının tartışmasız olup, bu durumda devletin kendi varlığına yönelen tehditlere karşı önlem almasının demokratik hukuk devleti olmanın gereği” olduğu ifade edildi.
SİYASİ PARTİ KAPATMA NEDENLERİ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) özelinde uluslararası hukuk yönünden siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlere yer verilen iddianamede, siyasi partilerin, uluslararası sözleşmelerle korunduğu belirtilerek, siyasi partilere tanınan özgürlüğün kuşkusuz sınırlandıralamayan bir özgürlük olmadığı belirtildi.
Siyasi partilere uygulanacak yaptırımlar arasında siyasi partinin kapatılması yaptırımınında yer aldığı vurgulanan iddianamede, kapatma yaptırımının, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması karşısında, bu yaptırımın uygulanabilmesi için belirli koşulların gerçekleşmesinin gerektiği kaydedildi. İddianamede, şöyle denildi:
“Ülkedeki demokratik rejimi tehlikeye sokacak siyasi projesi bulunan ve/veya siyasi amaçlar için gerektiğinde şiddete başvurmayı amaçlayan siyasi parti için kapatma yaptırımı öngörülmesi AİHS'e aykırı değildir. (Emek Partisi/Türkiye kararı). Bir siyasi partinin şiddeti ilke edinmiş, ülke çapında öldürme, bombalama eylemlerini gerçekleştiren ve ülke bazında olduğu gibi uluslararası alanda da terör örgütü olarak kabul edilen bir örgütü açık veya gizli olarak desteklemesi, her platformda bu örgüte meşruiyet kazandırmaya çalışması söz konusu siyasi partinin 'şiddeti' siyasal amaçlarına ulaşmak için benimsediğinin açık kanıtıdır.”
Siyasi parti kapatma yaptırımı ve bu yaptırımın hangi hallerde söz konusu olabileceğinin Anayasa'nın 69. maddesinde düzenlendiği anımsatılan iddianamede, “Anayasa'nın 69/8-9. maddelerinde 'geleceğe yönelik etkiler' içerdiğinden, bu nedenle 'temelli' kapatma kavramı ile de geleceğe yönelik bu etkiler kastedilmiştir. Anayasa'nın 69/11. maddesinde geçen 'kapatılma davaları' ve 149/5. maddesinde geçen 'siyasi partilerin temelli kapatılması veya kapatılması davaları' ibareleri de bu doğrultuda yorumlanmalıdır” denildi.
Kapatma davasına konu edilen eylemlerin işlendiği tarihlerin bir öneminin bulunmadığı, eylemlerin üzerinden ne kadar süre geçse de zamana yayılan bu eylemlerin odaklık boyutunda bir bütünü oluşturdukları belirtilen iddianamede, “Partiyi temsil eden organlarca gerçekleştirilen eylem veya söylemlerin partinin değil, bu kişilerin kendi kişisel görüşleri olduğu açıklanmadıkça ve siyasi parti tarafından da açıkça reddedilmedikçe, bu söylem ve eylemler de partiye isnat edilebilecektir. Bir siyasi parti üyesi olup, yerel yönetimlerde görev alanların eylemleri de o siyasi partinin hedeflediği siyasi projeyi gerçekleştirmek veya ifade etmek amacına yönelikse, siyasi partiye isnat edilebileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır” denildi.
Terör örgütünün kurucusu ve elebaşı Abdullah Öcalan'ın yargılandığı, mahkum olduğu ve cezasının infazının İmralı Cezaevi'nde gerçekleştirildiği anımsatılan iddianamede, terör örgütü elebaşı Öcalan'a diğer mahkumlar gibi yasal olarak avukatları ve ailesi ile görüşmesine imkanın tanındığı, ancak avukatlarının görüşmelere ait diyalogları yazılı olarak örgütün güdümündeki yayın organlarında yayınladıkları ve böylece terörist örgüt elebaşının yandaşlarına ve örgütüne talimat vermesine olanak sağlandığı belirtildi.
“ÖCALAN YENİ PARTİ KURULMASI İÇİN TALİMAT VERDİ”
“Yasal bir hakkın kötüye kullanımı” olarak değerlendirilen avukatların eylemleriyle ilgili olarak yasal işlemlerin yapıldığı ifade edilen iddianamede, avukatların görüşmelere ilişkin örgüte yakın gazete ve dergilerde yayınladıkları yazıların incelenmesinde “özellikle DTP ile ilgili ilginç bilgilere” ulaşıldığı kaydedildi.
Terör örgütü elebaşı Öcalan'ın, avukatlarıyla yaptığı 5 Mayıs 2004 tarihindeki görüşmede, “yeni bir parti kurulması talimatını verdiği, kurulacak partinin ismini dahi söylediği” belirtilen iddianemede, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın, sonraki görüşmelerinde de hem yeni kurulacak parti ile ilgili hem de o tarihte faaliyette olan DEHAP ile ilgili talimatlarına devam ettiği vurgulandı. İddianamede, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın, avukatları aracılığıyla örgüte yönelik yaptığı açıklamalara da yer verildi.
DTP'nin terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın emirleri ve direktifleri doğrultusunda kurulduğunun, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın kamuoyuna yansıyan açıklamalarıyla açıkça ortaya çıktığı ifade edilen iddianamede, “Kurucuları ve genel başkanı hatta eşbaşkanlık sistemi de dahil olmak üzere DTP'nin kuruluş çalışmalarının tamamen Öcalan'ın direktifleri doğrultusunda gelişip sonuçlandırıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır” denildi.
“SİYASİ PARTİ KAVRAMI İLE İLGİSİ YOK”
Bu durumun, 23 Ekim 2004 tarihli Vatan gazetesi ve 26 Ekim 2004 tarihli Star gazetesindeki haberlerle tüm açıklığıyla yer aldığına işaret edilen iddianamede, şöyle devam edildi:
“Siyasi partilerin demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez unsurları olduğu tartışmasızdır. Ancak terör örgütü PKK'nın siyasi uzantısı gibi davranan DEHAP'ın eylemlerinin ulaştığı yoğunluğu dikkate alarak yine PKK ve elebaşısı Öcalan'ın emir ve talimatları ile yeni parti kurulması yoluna gitmek, ulusal ve uluslararası hukuk düzenlerinde öngörülen 'siyasi parti' kavramı ile ilgisi olmayan, demokratik siyasal hayat içerisinde izah edilemeyecek bir durumdur. Hele aldıkları talimat doğrultusunda DEHAP'ı DTP'ye katılmak üzere kapatan siyasi partililerin zaman geçirmeden DTP bünyesinde çalışmalara başlamaları dünya siyaset tarihi yönünden ele alınıp, bağımsızlık, demokratiklik ve hatta etik yönden dahi incelenmesi gereken bir sonuçtur. Cezaevinde bulunan bir terör örgütü liderinden aldıkları talimatların gereğini harfiyen yaparak siyasi parti (DEHAP) kapatıp, yeni bir siyasi parti (DTP) kuran kişilerin terör örgütü ve liderine ne derece bağlı olduklarını kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkarmıştır.”
'HİKMET FİDAN' CİNAYETİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) “temelli kapatılması” istemiyle açılan davanın iddianamesinde, “DTP'nin terör örgütü PKK ile bağlantısını kanıtlayan bir olay da DTP'nin kuruluşu aşamasında gerçekleşen Hikmet Fidan cinayetidir. DTP'nin daha kuruluşunda kan ve terör örgütü PKK'nın emirleri üzerine oturtulduğu, hiçbir şekilde ve hiçbir kaynaktan muhalefete imkan tanımadığı, adında 'Demokratik Toplum' ibaresini kullanmasının dahi trajikomik olduğu ortaya çıkmıştır” denildi.
İddianamede, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın, terör örgütü PKK üzerindeki etkinliğini devam ettirdiği ve örgütü verdiği talimatlarla yönettiği ifade edildi. İddianamede, “Hatta talimatları kimi zaman örgütün kadrosunu tehdit etme şeklinde gerçekleşmiştir. Öcalan, 19 Mayıs 2004 tarihli görüşmede örgütün yönetici kadrolarına talimatlar vermiş, istediklerinin yapılmaması olasılığına karşı da ilgilileri tehdit etmekten geri durmamıştır. Tüm bu bahsi geçen görüşmelerde geçen talimatların ne kadar etkili olduğu zaman içinde gözlenebilmiştir. Terörist başının hem terör örgütünü, hem de DTP (öncesinde DEHAP'ı) talimatları ile yönetip, yönlendirdiği kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkmıştır” denildi.
Hürriyet gazetesinde 16 Temmuz 2004 tarihinde yer alan “Örgütte hortum zabıtları” başlıklı habere atıfta bulunulan iddianamede, terör örgütünün eski Avrupa sorumlusu Rıza Altun'un, habere konu edilen açıklamalarına yer verildi. İddianamede, haberdeki iddialara ilişkin, DTP ile terör örgütü elebaşı Öcalan'ın talimat doğrultusunda birleşen, DEHAP tarafından hiçbir açıklama veya yalanlama getirilmediği, haberde adı geçen belediye başkanları dahi hiçbir kimsenin yalanlama yapmadığı kaydedildi.
“Yayımlandığı gazete, haberin yeri ve içeriğinde geçen atıfların son derece ciddi nitelikte olması nazara alındığında parti tarafından söz konusu habere bir tepki verilmemesi olgusu dahi 'DEHAP'ın ve sonrasında DTP'nin terör örgütünün kontrol ve güdümünde faaliyet gösterdiğini kanıtlamaya yeterlidir” denilen iddianamede, şu tespitlere yer verildi:
“Nitekim sonraki tarihlerde DTP bünyesine katılan ve halen görevde olan belediye başkanlarının eylemleri, PKK tarafından atanmaları konusunda kuşkuya yer vermeyecek boyutlarda ortaya çıkmıştır. Bu durumda Anayasa ve yasaların öngördüğü demokratik, hukuka saygılı bir siyasi partiden bahsetmek imkansızdır. DTP'nin terör örgütü PKK ile bağlantısını kanıtlayan bir olay da DTP'nin kuruluşu aşamasında gerçekleşen Hikmet Fidan cinayetidir. Olayda öldürülen Hikmet Fidan geçmişte Anayasa Mahkemesi kararı ile temelli olarak kapatılan HADEP'te başkan yardımcılığı yapmış, parti içinde aktif çalışmalarda bulunmuş bir kişidir. Öcalan'ın DTP'nin kurulması talimatı üzerine DEHAP yönetimi ve diğer unsurlar tarafından başlatılan çalışmalar sırasında Hikmet Fidan'a da yeni parti (DTP) için çalışması teklifi iletilmiştir. Ancak Hikmet Fidan o tarihlerde Abdullah Öcalan'la ilgili oluşan kişisel düşüncelerinin etkisi ile PKK terör örgütünden kopma noktasına gelmiş, bu bağlamda daha önce PKK terör örgütünden ayrılarak Irak'ın kuzeyinde üslenen ve PWD (Partiya Welatparezen Demokraten Kurdistan) adı altında kurulan yasa dışı örgütle temasa geçmiştir.”
“HİKMET FİDAN'I PKK'LI TERÖRİST ÖLDÜRDÜ”
PWD'yi kuruluşunda ve halen destekleyen ülke veya şahıs gibi kaynakların kendilerini ve amaçlarını deşifre etmediği ifade edilen iddianamede, PWD konusunda yanıtlanamayan soruların olduğu kadar, bazı gelişmelerin de açık olarak gerçekleştirildiği belirtildi. Açık olarak gerçekleştirilen eylemlere, terör örgütü PKK'dan ayrılıp PWD'ye katılan Kani Yılmaz, Serdar Kaya, Sabri Tori gibi kişilerin PKK militanlarınca, “bir anlamda iç hesaplaşma adına öldürülmelerinin gösterilebileceğine” yer verilen iddianamede, Hikmet Fidan'ın da bu aşamada “Demokratik Toplum Hareketi” adı altında faaliyete başlayan partililerin çalışmalarına katılmayı kabul etmediği, PWD ile ilişkisi ortaya çıkınca da Diyarbakır'da tuzağa düşürülerek bilinmeyen bir PKK mensubu terörist tarafından ensesine ateş edilmek suretiyle öldürüldüğü ifade edildi.
Hikmet Fidan'ın öldürülmesi olayına DTP'nin yaklaşımının, başlı başına ele alınması gereken bir konu olduğu belirtilen iddianamede, hiçbir DTP'linin (DEHAP) olayı kınayamadığı, hatta cenazenin kaldırılması için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden talep edilen ambulansın “deposu delik” gerekçesiyle karşılanmadığı kaydedildi.
“DEMOKRASİ AYIBI”
İddianamede, “Tüm bu hususların değerlendirilmesinde DTP'nin daha kuruluşunda kan ve terör örgütü PKK'nın emirleri üzerine oturtulduğu, hiçbir şekilde ve hiçbir kaynaktan muhalefete imkan tanımadığı, adında 'Demokratik Toplum' ibaresini kullanmasının dahi trajikomik olduğu ortaya çıkmıştır. Gerçekten sadece Hikmet Fidan olayı dahi Öcalan'ın emriyle kurulan ve terör örgütünün destekçisinden öte bir organı gibi çalışan DTP'nin ulusal ve uluslararası hukuk alanında siyasi parti olarak tanımlanmasını bir 'demokrasi ayıbına' dönüştürmektedir” denildi.
Bazı köşe yazarlarının, DTP ile terör örgütü PKK arasındaki organik bağlantıyı işledikleri yazılarına da yer verilen iddianamede, partinin terör örgütüyle ilişkisi olduğuna dair bir başka örnek olarak da İnsan Hakları Derneği (İHD) kurucu üyelerinden yazar Adalet Ağaoğlu'nun, “derneğin Emin Galip Sandalcı'nın İstanbul Başkanlığından düşürülmesinden sonra terör örgütü PKK yanlısı politika izlediği, tek yanlı ırkçı-milliyetçi bir tutum takındığını” gerekçeleriyle İHD'den istifa etmesi gösterildi.
İddianamede, İHD'nin, davalı DTP (ve terör örgütü PKK) ile hemen her platformda ortak görüş bildirmesinin altında yatan sebebin yazar Adalet Ağaoğlu'nun tespitleri olduğu ve “İnsan Hakları Derneği'nin tamamen terör örgütü PKK'nın kontrolünde faaliyet gösterdiğinin anlaşıldığı” görüşüne yer verildi.