İşte, askerin irticayla ilk karşılaşmasının fotoğrafları

Güncelleme Tarihi:

İşte, askerin irticayla ilk karşılaşmasının fotoğrafları
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2006 00:00

Günlük konuşmamızda artık en fazla kullandığımız kavramların başında gelen "irtica" sözü, Arapça kurallara göre tarafımızdan icad edilmiş bir kelimedir. Türkçe’de 19. yüzyılın sonlarından itibaren yaygınlaşan "irtica" ve "mürteci" sözlerinin o devirlerdeki karşılığı şimdiki gibi yine "gerici" idi.

Ama bu "gericilik" dini kimlik taşımazdı, "eski rejime bağlılık" demekti ve "köktendinci"nin karşılığı sadece "yobaz" idi! "İrtica" sözü, 1908’deki 31 Mart isyanıyla yaygınlaştı ve şimdiki anlamını isyandan sonraki senelerde aldı. İşte, askerin irtica ile ilk önemli karşılaşmasının, 31 Mart ayaklanması sırasında Ayasofya Meydanı’nda karşı karşıya geldikleri ánın fotoğrafı...

GÜNLÜK konuşmamızda son günlerde en fazla kullandığımız kavramların başında yeralan "irtica" sözü, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın dün yaptığı konuşmadan sonra artık ilk sıraya yerleşti. Kelimenin bu kadar sık kullanılır bir hále geldiğini görünce, "irtica" sözüyle ilk defa nerede ve nasıl tanışmış olduğumuzun hikáyesini yazayım ve kelimenin zamanla geçirdiği anlam değişikliğini anlatayım dedim.

"İrtica", Arapça’da "dönmek", "geri gitmek" anlamına gelen "rucu’" sözünden türetilmiştir fakat bize mahsus bir kelimedir, yani Arapça kurallara göre kelime yarattığımız dönemde tarafımızdan icad edilmiştir. Herhangi bir Arap’a "irtica" yahut "irticacı" demek olan "mürteci" sözlerini Arap gırtlağına göre teláffuz ederek söylediğiniz zaman önce pek birşey anlamaz, sonra biraz düşünüp grameri hatırlar ama kelimenin bizdeki mánásını değil,
/images/100/0x0/55ead642f018fbb8f899e050
geleneksel Arapça’daki karşılığını bulup "dönüp gitmek", "geri dönmek", hattá "kaçmak" gibisinden bir máná verir.

İşte, bizim imálimiz olan ve Türkçe’de 19. yüzyılın sonlarından itibaren kullanılan "irtica" ve "mürteci" sözlerinin o devirlerdeki karşılığı şimdiki gibi yine "gerici" idi. Ama bu "gericilik" dini kimlik taşımaz, yani "köktendinci" mánásına gelmezdi, "eski rejime bağlılık" demekti ve "köktendinci"nin karşılığı da sadece "yobaz" idi!

Biz, "irtica" sözüyle 1908’de yaşadığımız ve Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürümesiyle ve İkinci Abdülhamid’in tahtından indirilmesiyle neticelenen 31 Mart ayaklanmasında haşır-neşir olduk. 31 Mart olayı bir "irtica ayaklanması" idi ama o dönemdeki "irtica" da, 1908’de ilán edilmiş olan İkinci Meşrutiyet öncesi döneme, Abdülhamid’in mutlak istibdadının hüküm sürdüğü günlere dönme arzusuydu. Meşrutiyet’in ilánından sonra binlerce kişi birbirini "irticacı" yani "Abdülhamidçi" iddiasıyla zaten ihbar etmiş ve Türkiye’de büyük bir "mürteci avı" başlamıştı. İkinci Meşrutiyet’in ilk aylarında yayınlanan gazetelerde "mürteci" sözünün bu mánásıyla ilgili olarak çok sayıda yazı, haber ve karikatür çıkmıştı.

"İrtica" ve "mürteci" sözlerinin "dinde gericilik" anlamında kullanılması, daha sonraki yıllarda başladı. 31 Mart’ta ayaklanan bir grup askere, medrese talebesiyle bazı hocalar da destek vermişlerdi ve bunların hepsi "irticacı" idi, yani Abdülhamid dönemine dönme hayalindeydiler. İşin içinde işte bu dini unsurların da bulunması, sonraki senelerde yaşanan köktendinci hareketlerin adlandırılması sırasında 31 Mart isyanını ve isyana katılan hocaları hatırlattı ve bir zamanların "eski rejim meraklıları" için kullanılan "mürteci" sözüyle "irtica" kavramı böylelikle şimdi kullandığımız anlama sahip oldu.

Bu sayfadaki büyük fotoğrafta "irtica" kelimesinin anlam değiştirdiği ánı, yani askerin mürtecilerle ilk önemli karşılaşmasını, 31 Mart ayaklanması sırasında Ayasofya Meydanı’nda karşı karşıya geldikleri ánı görüyorsunuz.

Diri diri gömmek istedikleri ámá çocuk, son büyük háfızımız oldu

BİR zamanlar "Türkler’in Ray Charles’i" diye anılan büyük háfız, mevlidhan, gazelhan ve ses sanatkárı Káni Karaca, 1930’da Adana’nın Adalı Köyü’nde dünyaya gelmiş, acılı bir çocukluk geçirmişti.

Tattığı ilk acı, henüz iki aylıkken, üvey annesinin kapıldığı bir kıskançlık krizinde bebeğin gözlerini kasten kör etmesiydi. Ardından babasını kaybetti ama bu defa da evlenmek isteyen fakat kendisini ayakbağı olarak gören öz annesi tarafından diri diri toprağa gömülerek yok edilmek istendi. Faciadan bir tesadüfle kurtarılan küçük çocuğu halası himayesine aldı, köyün imamından Kur’an öğrenip háfız olmasını sağladı.

İstanbul’a 20 yaşındayken gelen Háfız Káni, Adanalı bir işadamının himayesiyle dönemin ünlü müzisyeni ve háfızı Sadettin Kaynak’ın, Yeraltı Camii İmamı Háfız Üsküdarlı Ali Efendi’nin ve musikişinas Sadettin Heper’in öğrencisi oldu. Dini ve ládini musikinin sayılamayacak kadar çok eserini háfızasına kaydetti ve dönemin önde gelen üstadlarının önünde verdiği bir imtihandan sonra háfızlık icázeti aldı.

İstanbul Radyosu’nda 1955 ile 1968 yılları arasında, o zamana kadar okunmamış çok önemli klasik eserleri, usta sazendelerin eşliğiyle kaydetti. Yıllar boyunca, Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan Mevláná ihtifallerinin ayrılmaz parçası oldu. Sesi, repertuvarı, üslubu ve bütün musiki birikimiyle, Türk Musikisi’nde son 50 yılın en büyük ustalarındandı.

2004 Mayıs’ında 74 yaşındayken vefat eden háfız Káni Karaca, sadece besteli eserlerin icrasında değil kaside, gazel, Mevlid ve Kur’an tiláveti gibi doğaçlama yeteneği gerektiren formlarda da tartışılmaz bir üstünlük sahibiydi. Kur’an tilávetinde "İstanbul ağzı" denilen üslubun son temsilcisiydi. Dini ve ládini musikilerin üslup özelliklerini ustalıkla ayırabilen bir üstad olan Karaca, Münir Nureddin Selçuk’tan sonra yetişen ses sanatkárları içerisinde en başta anılan klasikçi üstadımızdı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!