İstanbul'un ilk otomobilleri

Güncelleme Tarihi:

İstanbulun ilk otomobilleri
Oluşturulma Tarihi: Ocak 14, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Sermet Muhtar Alus, İstanbul yazarıydı... Sadece kalemiyle geçindi ve sadece İstanbul'u yazdı. Gençliğinin güzel günlerini geçirdiği İstanbul'un şık ve zarif zamanlarını ‘‘Şimdi İstanbul diye bildiğiniz şehir, bir zamanlar işte böyle bir yerdi’’ diyerek kâğıda döktü ve sonraki nesillere bıraktı...

İstanbul'un hemen her tarafını yazdı Sermet Muhtar... Çalgılı kahvelerinden muzır eğlencele yerlerine, çarşaf satan dükkânlardan yüzyıl başının kapalı plâjlarına, yani ‘‘deniz hamamlarına’’ kadar her yerini ve her şeyini...

Bugün bu sayfada Sermet Muhtar'ı misafir ediyor ve yarım asır önce yayınlanmış bir derginin sayfalarında kalan yazılarından birinden, İstanbul'a ilk otomobilin gelişini anlattığı makalesinden alıntılar yapıyoruz...

Sermet Muhtar, trafik keşmekeşinin bugün günlük hayatın bir parçası olduğu İstanbul'da bu keşmekeşin daha yaşanmadığı, otomobile bir garip bakıldığı günleri anlatırken bakın neler diyor:

‘‘İstanbul'a ilk otomobil Sultan Abdülhamid döneminde girmiş ve İstiklâl Caddesi'nde, yani zamanın ‘‘Cadde-i Kebir’’inde bir dükkânın içinde sergilenen ilk otomobil aylar boyunca başkent halkının meraklı bakışlarına hedef olmuştu. İstanbul motorlu araç trafiğine çok daha önceden sahip olabilirdi ama bir otomibilin altına yerleştirilmiş bombayla öldürülmeye çalışılan Sultan Abdülhamid trafiğe motorlu araçların girmesine saltanatının sonuna kadar izin vermedi.

Şehir trafiğine otomobili ilk sokan, Basra eşrafından Züheyrzâde Ahmed Paşa oldu. Şura-yı Devlet yani Danıştay üyesi olan Paşa, Kalamış'taki köşkünün önüne çektiği Renault-Landaulet marka otomobiliyle senelerce Kalamış ve Fenerbahçe halkının haset dolu bakışlarına hedef oldu. Arka körüğü açılıp kapanan o zamanın spor arabasını çarşaflarını uçurarak kullanan iki güzel kızı ise, İstanbul'un ilk kadın şöförleriydi...

Kısa bir zaman sonra, eline para geçen delikanlıların ilk Avrupa'dan bir otomobil getirtmek oldu. Londra'ya yahut Paris'e sipariş edilen bu araçlar Avrupa yollarına göre yapıldıkları için İstanbul'un dar ve bakımsız yollarında sık sık tekerleklerini yahut akslarını bırakırlardı.

Derken, devlet ricâli de otomobile binmeye başladı... Sadrazamın ve bazı nâzırlara otomobiller tahsis edildi. Araçları en fazla konuşulanlar devlet adamları ise Sadrazam Mahmud Şevket ve Harbiye Nazırı Enver Paşalardı. Devrin Alman modasına uyarak Amerikan Fordlarına ve Fransız Renault'suna Alman Mercedes'ini tercih eden bu iki güçlü Paşa, işlerine gürültüyle ilerleyen otomobillerinin içinden halkı selâmlayarak giderlerdi...

Otomobil merakı zamanla halka ve tabii saraya da yansıdı. Avrupa ve Amerika'daki otomobil fabrikalarından sultanlarla şehzadelere son moda üretimleri içeren kataloglar yağıyordu. Senelerdir israfa yol açtığından yakınılan atlı saltanat arabalarından işte bu kataloglar gelince vazgeçildi ve Sultan Reşad'la Sultan Vahideddin, otomobille tanışan ilk ve son Osmanlı hükümdarları oldular...’’

Reşat Ekrem'in giyim kuşam sözlüğü

Kontoş

Tatar beylerinin giydikleri yüzü harçlı, dar kollu üstlük, libas. ‘‘Kapaniça’’ denilen giysinin bir çeşididir. Kontoşun kapaniçya benzetilmesi, onun gibi geniş ve devrik bir kürklü yakası olmasındandır. Eski metinlerde, kontoştan ‘‘kontoş kürk’’ diye bahsedilir ve ‘‘Tatar hanlarıyla beylerinin yüzü harç işlemeli olan kontoş kesimi yakalı ve dar kollu bir çeşit kürkük adıdır’’ diye yazılır.

Büyük sözler

Ayran çanağım önümde olduktan sonra andolsun ki kimsenin bal şerbetini düşünmem. Azıksızım, böyle olduğu halde seni azıklandırmaya çalışırım ve ben hürriyeti kulluğa satmam.

Felekten yarım ekmeği olan, oturmak için bir yuvası bulunan, ne kimsenin iltifatını dileyen, ne de kimseye iltifat eden kişinin ne hoş bir âlemi var! Zevkiyle yaşasın!..

Mevlânâ

Tarihin tuhaflıkları

Acem: İlk taksicimiz

İstanbul halkı eskiden arabaya binmenin ne olduğunu bilmez, gideceği yer ne kadar uzak olursa olsun sadece yürürdü. Tanzimatla beraber zengin kesim için kiralık atlı arabalar ortaya çıktı. Mahmud Şevket Paşa'nın otomobiline özenip Avrupa'dan ilk motorlu araç getiren kişi ise ‘‘Acem’’ diye bilinen Tütüncü Abdüsselâm Efendi'ydi. Sultanahmet Meydanı'nın bir köşesine parkederek müşteri bekleyen Abdüsselâm Efendi, Türk taksiciliğinin öncüsü oldu.

Hattın ustaları

Ali Haydar Bey

Eski sadrazamlardan Melek Ahmed Paşa'nın torunu olan Ali Haydar Bey, 1802'de İstanbul'da doğdu. Talik yazıda üstad oldu ve ‘‘Melekpaşa torunu' diye tanındı. 1855'de Mekke, 1863'te İstanbul Kadısı unvanlarını aldı. Yesarizade'nin en seçkin öğrencisiydi. Dolmabahçe ve Ortaköy camileriyle Selimiye kışlasının kapılarındaki kitabeler onun eseridir. Talik yazının bir başka üstadının, Sami Efendi'nin de hocası olan Ali Haydar Bey 1870'de İstanbul'da vefat etti.

Abdulbaki Gölpınarlı

Tasavvufta eşik nedir?

Eski tarzda yapılmış evlerde sofadan odaya bir kapıyla geçilir. Kapının dışarıdan muhafazası, soğuğun odaya girmemesi, kapının önüne yapılan eşikle sağlanır. Sokak kapısının önüne de ‘‘eşik’’ denir. Eve eşik aşılarak, odaya da eşikten geçilerek girildiği, dışarıdaniçeriye girmekle zâhirden bâtına, dıştan içe ulaşıldığı; dergâhtaki, evdeki olgun erlere, mürşide erişildiği ve bu erişmeye eşiğin sebep olduğu düşünülmüş, eşik tarikat ehli tarafından bu yüzden mukaddes sayılmıştır. Eşik aynı zamanda bir dervişlik, bir yokluk, gönül alçaklığı timsalidir; ayaklar altına döşenmiştir. ‘‘Eşik gibi ayaklar altında’’ deyimi bu inancın bir ifadesidir. Bu inanç halka da yayılmıştır, halk eşiğe basılmayacağı, oturulmayacağı inancını benimsemiştir. Hatta eşiğe basanın, oturanın iftiraya uğrayacağı inancı vardır.

İftar yemekleri

Kuşhane fasulyesi

Ayşekadın fasulyesi yıkanır, orta kızgın yağda yedi dakika kadar azar azar kavrulup süzülür. Bir ufak tencerenin ortasına yarım domates konur, tencerenin boş kalan yerlerine fasulyeler üstüste kuşbaşı halinde kesilen koyun eti fasulyenin yağında 10 dakika kavrulduktan sonra yağla beraber tencereye yerleştirilir. Sovanlar ayıklanır, ince ve yuvarlak şekilde kesilir, fasulyelerin üzerine dizilip tuz ve su ilâve edildikten sonra tencerenin kapağı kapatılarak orta ateşte 45 dakika kadar pişirilir. Pişen fasulye, servis tabağına tersine çevrilerek dökülür ve servis yapılır.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!