Güncelleme Tarihi:
Bundan kısa bir süre önce medya gündeminde bir tartışma yer aldı: İstanbul Surları'nın yıkılıp yıkılmaması gerektiği. Fener alayları düzülüp fetih yıldönümleri kutlanırken İstanbul'daki Bizans kokan surların yıkılması gerektiği savunuldu. Karşı çıkanlar ise surları Osmanlı, koruyup onarıp bugünlere taşımışken, bu tartışmayı yersiz buldu.
Osmanlı'nın 700., Cumhuriyet'in ise 75. yıl tartışmaları yapılırken Bizans gündemde değildi. Osmanlı ve Cumhuriye'in hemzemin, fakat birbirinden bıçak gibi ayrılan süreçleri tartışılıp, birbirlerine etkileri, birbirini dışlayan ve devamı olan yönleri ele alınıyor. İşte tam bu aşamada Yapı Kredi Yayınları, zincirin belki de gözardı edilen son halkasını gündeme getiriyor: Bizans.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık 1998'den 1999'a kendi deyimleriyle Bizans'ta konaklayarak geçtiy ve içinde bulunulan döneme, üç derginin özel sayısı, bir sergi ve Bizans şarkıları söyleyen Sör Marie Keyrouz'un konseriyle yeni bir perspektif açtı. Sloganları, 'bizi başka bir yüzyıl değil, yeni bir binyıl bekliyor...'
Bu arada Doğan Kitapçılık'ın yayınladığı ‘‘Konstantiniye'nin Yitik Günceleri’’ ve İletişim Yayıncılık'tan çıkan ‘‘Romanos Diogenis: İstanbul'a Yollar Açılırken’’ ve ‘‘Şehir Düştü: Francis'ten İstanbul'un Fethi’’ adlı kitaplar da, bu hergün içiçe yaşadığımız ama ‘‘biz‘‘ ve ‘‘onlar’’ ayrımına kurban giden bir kültüre kapı açıyor.
Türkiye uzunca bir süre yalnızca Bizans'ın başkentini değil, 7'inci yüzyıldan 11'inci yüzyıla kadar Bizans İmparatorluğu'nun topraklarını da kapsadı. Farklı zaman dilimlerinde aynı topraklarda oluşmuş Bizans mirası, Cumhuriyet-Osmanlı süreklilliğinde önemli bir yer taşıyor. Birçok tarihçiye göre Osmanlı ve daha sonra Cumhuriyet Türkiye'si aslında Bizans'ın coğrafi, siyasal ve kültürel olarak tek varisi. Ancak sonrakiyle içiçe yaşayan, ona zemin hazırlayarak tamamlayan bu miras tarihsel, dinsel ve siyasal nedenlerle pek de sahiplenilmiyor.
SADECE İSTANBUL'DA DEĞİL
Bizans İmparatorluğu 4-15'inci yüzyıllarda hüküm sürmüş çokuluslu bir imparatorluktu. İstanbul'un on asrı aşkın Bizans tarihinin yanısıra Anadolu'nun kültürel açıdan çok katmanlı toprakları bu bin yıllık hükümranlığın izlerini taşıyor.
Buna örnek olarak İstanbul'dakiler bir yana; Trabzon, İznik, Ürgüp-Göreme, Efes ya da Demre'de ayakta kalan eserler gösterilebilir. Bilinen bu eserlerin yanısıra Kilikya'da Bizans'ın ilk dönemlerinden kalma kasaba ve köyler var. Mardin yakınlarında 6. Yüzyıl'dan kalma Dara Surları, Deir Zaferan Manastırı nerdeyse olduğu gibi duruyor. Nusaybin'deki 350 yılından kalma muazzam bir vaftizhane hala ayakta.
Bizans'ın başkenti İstanbul'da ise bu miras, kent panoramasının gerek sosyal gerekse mimari açıdan hala en belirleyici unsurları arasında. Ayasofya Camii Müzesi 16 yüzyıldır İstanbul siluetini süslemekle kalmıyor, Hıristiyan inancına ait mozaiklerle, İslam inancına ait hat eserlerinin yanyana durduğu yeryüzündeki tek dini yapı olma özelliğini gösteriyor. Yanısıra uzanan ve Konstantinopolis'in sosyal ve törensel yaşamının en önemli odağı olan Hippodrom (Sultanahmet, Atmeydanı), fetihten sonra Osmanlı'da da aynı işlevi ve önemi korudu.
Bugün yanızca yağmur suyunun biriktiği İstanbul'daki en büyük su haznesi olan Yerebatan Sarnıcı da fetihten sonra da yine uzunca bir dönem kentin yeni sahiplerine aynı hizmeti verdi. Sarnıcı besleyen ve İstanbul'daki en eski kemer özelliğini taşıyan Bozdoğan Kemeri ise fetihten sonra hemen onarılmış ve yapılan eklemelerle değişik dönem Bizans ve Osmanlı izleri taşımakta. Latin istilası sırasında harap edilen ve kentin en eski dini yapısı konumundaki İmrahor Camii ise II. Bayezid döneminde onarılarak camiiye çevrilmiş, Osmanlı dönemi boyunca şehrin büyük camiilerinden biri olarak yaşamış.
Bizans'ın mirası Osmanlı'ya sadece siyasal ve mimari açıdan temel oluşturmadı aynı zamanda bu coğrafyanın yeni sahiplerinin hedeflerine de dayanak oldu: Sultanahmet Camii Ayasofya'ya, Beyazıt Kulesi Galata'ya nispetin ürünleri değil mi biraz da?
Bütün bu kültürel sürekliliğin izlenebilmesi için ille de tarihçi ya da turizm rehberi olmak gerekmiyor. İstanbul'da ya da Anadolu'da dolaşan her çıplak göz bu içiçe geçmiş mirası kolayca farkedebiliyor. Önemli olan şimdiye dek pek de sahiplenilmeyen, şu ya da bu nedenle dışlanan bu mirasın Anadolu birikimindeki yerinin hakkının nasıl verileceği ve geleceğe nasıl aktarılacağı. Bu soruna en doğru yanıtı galiba ünlü Bizans tarihçisi Cyril Mango veriyor:
‘‘Asıl yük, Bizans'tan kalan anıtların en az Selçuklu ya da Osmanlı'dan kalanlar kadar kendi birikimlerinin bir kesitini oluşturduğunu ve bu uygarlıkların zaman içinde birbirlerini izledikleri gibi birbirlerinden yararlandıklarını da öğrenmeye başlayan Türk arkeologların sırtında. Böyle bir bilinçlenmeye doğru umut verici işaretler var. Bu bilinçlenme, kentin tarihine adanmış, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki mükemmel yeni düzenlemeye de yansıyor.’’
SURİÇİ'NDE BİZANS ESERLERİ
1. Ayasofya Müzesi
2. Aya İrini Müzesi
3. Yerebatan Sarnıcı
5. Binbirdirek Sarnıcı
6. Hippodrom
8. Küçük Ayasofya Camii
9. Çemberlitaş Sütunu
10. Kalenderhane Camii
11. Bozdoğan Kemeri
12. Vefa Kilise Camii
13. Sekbanbaşı Mescidi
14. Zeyrek Kilise Camii ve Sarnıcı
15. Eski İmaret Camii
16. Gül Camii
24. Hırami Ahmet Paşa Camii
25. Fethiye Camii
26. Kefeli Mescidi
29. Kariye Müzesi
34. Atik Mustafa Paşa Camii
35. Panagia Blakhernai Kilisesi
36. Anemas Zindanları
38. Tekfur Sarayı
42. Manastır Mescidi
43. Fenari İsa Camii
44. Kıztaşı
47. Altın Kapı
48. İmrahor Camii
56. Koca Mustafa Paşa Camii
60. Arkadios sütunu
61. Bodrum Camii
66. Gotlar sütunu
67. Milion Taşı