İstanbul'un 23 Valisi

Güncelleme Tarihi:

İstanbulun 23 Valisi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 25, 2008 00:00

İstanbul’u bugüne kadar yönetmiş kişiler hakkında elimizde derli toplu bir çalışma yok. İşte İstanbul Valiliği’nin yıllardır Basın ve Halkla İlişkiler müdürlüğünü yapan Nazır Şentürk, iki yıllık bir çalışma sonucu İstanbul Valileri adlı kitabı hazırlayarak, bu açığı bir nebze olsun kapattı.

Doğan Kitap tarafından yayınlanan kitapta, İstanbul’u yöneten herkesin portresi bir arada. Kitabı hazırlamak için Nazır Şentürk, yaşayan valilerle görüşmeler yaptı, bütün kaynaklardan bilgileri topladı. Cumhuriyet döneminin ilk valisi Esad Bey, 7 Ekim 1922’de işe başladı. Görevde kalma süresi en kısa olan vali Raşit Bigat, 15 Haziran’da geldiği İstanbul’dan 3 ay 9 gün sonra ayrıldı. En uzun süre görevde kalan Muhittin Üstündağ oldu. 1928’de göreve gelen vali, 10 yıl 4 ay 21 gün makamda kaldı. Atatürk’ün ölümünden bir ay sonra yolsuzluk yaptığı iddiasıyla İnönü tarafından apar topar görevinden alındı. Aralarında en renklisi "mini mini valimiz" diye anılan ruh ve sinir hastalıkları profesörü Fahrettin Kerim Gökay’dı (1949-1957). İşte İstanbul valileriyle ilgili ilginç notlar.

VALİ NEVZAT AYAZ’IN 12 EYLÜL’Ü

İhtilalden üç gün önce, Ankara’da yedi büyük ilin valilerinin katıldığı bir asayiş toplantısı yapıldı. Valiler adına ben konuşma yaptım. Anarşi olaylarıyla mücadele konusunda bazı eleştirilerde bulundum. Bakanlık müsteşarı ve sayın bakan tepki gösteriyorlardı. Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Paşa gülümseyerek, başını sallıyor, beni destekliyordu. 11 Eylül akşamı İstanbul’a geldim. Emniyet müdürüyle görüştüm. Bana birçok anarşi olayı olduğunu, yaralı emniyetçilerin hastanelerde tedavi gördüğünü anlattı.

Havaalanından doğruca Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ne gittim. Hastane başhekimi amiral, üzerinde seferi kıyafetle beni kapıda karşıladı. "Hayrola Paşam, bu saatte neden buradasınız?" diye sordum. Eşinin Heybeliada’da olduğunu, bu nedenle hastanede kaldığını söyledi. Belli ki bir görev için bekliyordu. Florya’da yazlık eve geldim. Ankara’dan, İçişleri Bakanımız Orhan Eren telefon etti. "Nevzat, ne var ne yok?" dedi. Hastanedeki durumu anlattım. Sayın bakan, "Durumu araştır bakalım" dedi.

7. Ordu’ya telefon ettim. Karşıma kurmay başkanı paşa çıktı. "Paşam ne oluyor, bir fevkaladelik mi var?" diye sordum. "Yarın bahar tatbikatı var, onun için buradayız. Komutan da burada, bağlayayım konuşun" dedi. Ordu komutanı Necdet Üruğ Paşa’yı bağladı, "Paşam ne oluyor?" diye sordum. Üruğ Paşa bana, "Vali Bey buraya gel de konuşalım" dedi. Bu durumu içişleri bakanına anlattım. Bakan Sayın Demirel’in evinden konuşuyordu. Ben ordu karargahına gidiyorum deyince, "Bu iş bitti desene" deyip telefonu kapattı.

Saat gece biri geçiyordu, 1. Ordu’ya, Selimiye’ye gittim. Üruğ Paşa da seferi kıyafetliydi. "Paşam ne oluyor, durum nedir?" diye sordum. Paşa, masanın çekmecesinden iki zarf aldı ve bana verdi. Zarfların üzeri benim adıma yazılmıştı. Birincisinde bu gece silahlı kuvvetlerin yönetime el koyacağı, diğerinde de askeri yönetimin benim İstanbul valiliğine devam etmemi istediği belirtiliyordu. "Hayırlı olsun paşam" dedim...

ATATÜRK BANA LÖK GİBİ OTUR DEDİ

Süleyman Sami Kepenek, 1924-1927 arasında İstanbul valiliği yaptı. Sonra görevden alındı ve Aydın’a tayin edildi. O da memuriyeti bırakıp Kapalıçarşı’da halı ticaretine başladı. Bir müddet sonra bu işin kendisine uygun olmadığını görüp Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e bir mektup yazdı: "İstanbul valisi bulunduğum zamanlar, Reisicumhur Hazretleri’ne mülaki olduğum (buluştuğum) bir gün, vazifemi ifada hiç tereddüde duçar olmamamı ve mevkiimde ’lök’ gibi oturmaklığımı emir ve tavsiye buyurmuşlardı. Bunu hatırlayarak bir mektup yazdım. Mektupta emir ve tavsiyeleri dairesinde hareket ettiğimi, fakat neticede ’lök’ gibi kalamayarak İstanbul’dan uzaklaştırıldığımı bildirdim. Bu mektubun tesiri olacak ki, 15 bin kuruş maaşla Sivas Valiliğine tayin edildiğim bildirildi."

En komik vali mini mini vali

Vali Fahrettin Kerim Gökay, Hilton’da yapılan bir yardım balosundadır. Balonun sunuculuğunu yapan Halit Kıvanç, Gökay’ı konuşma yapmak için kürsüye davet ederken şöyle der: "Bana kızmazsanız size bir şey sormak istiyorum. Derler ki, akıl hastalarıyla uğraşan doktorlar da etki altında kalırmış..." Gökay laf altında kalır mı, kürsüye gelip mikrofonu alır almaz Kıvanç’a şu karşılığı verir: "Sen sözü, deli doktorları da birazcık deli olurmuş demeye getiriyorsun. Niye kızayım ki, asıl sen bunu söylemekle başında dolaşan tehlikenin farkında değilsin. Bak dinle, sen bana deli dersen, işte burada olduğu gibi herkes gülüp geçer. Ama ben sana deli dersem, hocanın teşhisi doğrudur deyip seni alır, Bakırköy’e götürürler..."

SON HALİFE NASIL GÖNDERİLDİ

15 Nisan 1923’te göreve başlayan İstanbul’un ikinci valisi Ali Haydar Yuluğ’u çetin bir görev bekliyordu: TBMM Hilafeti kaldırmıştı. Makamından alınan son Halife Abdülmecid Efendi’ye bu kararı bildirmesi gerekiyordu. İşte Yuluğ’un, 3 Mart 1924 gecesi Dolmabahçe Sarayı’na gittiğinde yaşadıkları: "Halifenin huzuruna gelip kararı tebliğ ettiğim zaman kemal-i heyecanla dinledi ve bir kelime söylemeden salonu terk ederek yandaki odaya çekildi. İlk aklıma gelen şey, hanedanın intikamını benden alacak zannettim. Fakat bir de baktım ki elinde birtakım gazete kuponları, telgraf veya tahrirat müsveddeleri olduğu halde tekrar geldi ve yana yakıla kendisinin Kuvayı Milliye’ye ifa etmiş olduğu hizmetleri sayıp dökmeye başladı, bu evrakı da vesika olarak gösterdi. Cevaben, bunların faydası olmadığını, şehri terk etmek için daha iki saat vaktinin olup bu müddet zarfında saraydan ne gibi şeyler istenirse birlikte götürülmesine milletçe müsaade edilmiş olduğunu, vakitsiz ve lüzumsuz olan bu sözlerden vazgeçerek bu vakitten istifade edilmesini söyledim. Bunun üzerine çarnaçar hazırlanmaya başladılar ve hudut haricine çıkarıldılar..."
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!