Güncelleme Tarihi:
Beyoğlu'ndaki Dulcinea Çağdaş Sanatlar için Özgür Mekan'ın Sanat Yönetmeni Claire Lyse Bucci, 28 yaşında bir Fransız. Yedi yıldır yaşadığı İstanbul'a aşık. Paris ve Korsika'da Edebiyat- Sanat Tarihi eğitimi gören Bucci, Türk sanatçılarını Paris'te lanse ediyor, Türkiye'de çağdaş sanatın gelişmesi için çalışıyor. Onunla, Türk sanat dünyasını ve İstanbullular'ı ve Parisliler'i konuştuk.
Neden İstanbul?
İstanbul ve Türkiye birçok insanı tahrik ediyor, kendisine çekiyor. Enerji dolu ve her alanda potansiyeli olan bir ülke. Sanatıyla da böyle bir potansiyel sunuyor. Her etkinliği takip eden ve etrafında bir şeyler olsun isteyen bir kitle var. Bunun yanında Türk sanatçıları inanılmaz bir yaratıcı güç ve enerjiyle dolu. Kendi ülkemle karşılaştırdığım zaman, her ne kadar sanat Fransa'daki gibi gelişmiş olmasa da, gelişme potansiyeline sahip bütün koşullar var. Son birkaç yıldır İstanbul'da her şeyin inanılmaz bir hızla değiştiğini görüyorum. Bugünkü İstanbul'u yedi yıl öncekiyle karşılaştırdığımda, bugün birçok kültürel sanatsal etkinliğe, konserlere yetişemediğimi söyleyebilirim. Cuma akşamı çok iyi iki konserden hangisine gideceğime bazen karar veremiyorum.
Çağdaş sanatla ilgili her türlü projeyi Paris'te gerçekleştirmek varken, İstanbul'da böyle bir misyon üstlenmek deveye hendek atlatmak değil mi?
İstanbul'a geldiğimde itiraf edeyim biraz çekimserdim. Çok yabancı olduğum bir ülke, dilini bilmediğim insanlar. Anlamadığım jestler... Yapılacak çok şey olduğunu görüyordum. Bu mekanı açtığımda kafamda birçok proje vardı. Kimsenin aklına gelmeyen projeler... Günümüz çağdaş sanat alanında yapılan çok az şey vardı. Bu da kişisel çabalarla yürütülen, birkaç kişinin cesareti ve gayretiyle yürüttüğü işlerdi. İstanbul'da 4-5 kişi yıllarca bu sanat için savaştı; Mesela Vasıf Kortun, Güncel Sanat projesi için çalışıyor. Beral Madra bu alanda emek veren sanatçılardan. Galeri Nev'in ortaklarından Haldun Dostoğlu 20 yıldır çağdaş sanatı tanıtmak, var olduğunu göstermek için çalışıyor, genç sanatçıları destekliyor. Onun gayretleriyle Nev'in kemikleşmiş bir izleyici kitlesi oluşmuş durumda artık. Ben de bu mesleği çok çok sevdiğim için buradayım.
Türkiye'de adını bilmediğimiz ama yurtdışında kendini kabul ettirmiş, genç sanatçılar için ne diyorsunuz?
Şu an yaptıklarına değer verilmese, anlaşılmasa da Türkiye'de çağdaş sanatın geleceği var. Çünkü plastik sanatlarda çok başarılı çalışmalar sergileyen genç sanatçılar var. Sayıları 15'i bulan bu grup, ülkenizde sponsor bulamadıkları için daha çok yurtdışında sergi açıyorlar. Her yaptıkları olay yaratıyor, takdir ediliyor. Bu grup sanatçı artık kendi projelerini bir galeri, mekan olmaksızın caddelerde sergilemeye başladılar. Çünkü Türkiye'de bu tür çalışmalar için yeterli sayıda mekan yok. Herkes kendi çabasıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Sponsorsuz yürümez
Sizin amacınız?
Biz Taksim Dulcinea Cafe'nin altında iki yıl önce çağdaş sanatlar için bir mekan açtık. Amacımız bu tür sanatçılara destek vermek. Biz artık kesinlikle bir yağlı boya sergisi gibi olmayan ve prodüksiyon, enstalasyon gerektiren bu tür çalışmalar için sponsor arıyoruz. Bütün dünyada olduğu gibi çağdaş sanat sponsorsuz yürümüyor. Çünkü büyük prodüksiyon gerektiren faaliyetler hepsi. İnternet, video çağdaş sanatın bir parçası artık. Internet-Art mesela bunun bir parçası. Ben bu özgür mekanın sanat yönetmenliğini yürütüyorum. İki yıldır Türk çağdaş sanatını temsil eden sergilerden oluşan bir program oluşturmaya çalışıyorum.
Sanat dünyasında görmezden gelemeyeceğiniz, sizi en çok rahatsız eden şey nedir?
Türkiye'de eleştirmen yok! Bakın son bir ay içinde sadece Beyoğlu, Tünel ve Nişantaşı'nda 7-8 tane çok iyi sergiler açıldı. Gazetelere baktığınızda sergilerle ilgili yazıların basın bülteni kopyaları olduğunu görüyorsunuz. Gazeteciler kendi düşüncelerini yazmaktan, iyi ya da kötü eleştirmekten çekiniyorlar. Marjdan çıkamıyorlar. Bir otosansür atmosferi içinde yazıyorlar. Mesela açtığım sergiler için tanıdığım gazetecilere en azından kötü bir şey yazın, iyi ya da kötü fikrinizi söyleyin diyorum. Her koşulda mutlu olurum. Eleştirmen olmaması çağdaş sanatın ilerlemesine ket vuran bir şey. Hergün gazetelerin sanat yazılarını okuyorum ama hiçbir sanat etkinliği için bir eleştiri yazısı göremiyorum. Eleştiri enerji yaratır. Dinamizm oluşturur. Gazeteler biraz sanata bu gözle baksalar, bilmem hangi artistin son elbisesini haber yapmaktan çok sanat magazinleri yapsalar, Türkiye'de sanatın varlığı ve gelişimi için çok önemli bir şey yapmış olacaklar. Halk ilgilenmiyor, o zaman biz de yazmayalım mantığı söz konusu. Ama bir gün başlamak gerekir.
Kültür Bakanlığı nerede
Sanat nasıl sevdirilebilir?
İstanbul'da çok iyi bir caz kulübü var. Adı Babylon. Çok selektif bir tadla izleyicisine kaliteli müzik dinlettiriyor, çok ünlü grupları konuk ediyor. Çok sattığı için değil, iyi müzik yaptığı için bazı müzisyenleri getiriyor. Babylon'un başlangıçta küçük bir dinleyici kitlesi vardı. Zamanla mekan moda olmaya başladı. Sadece cazseverler değil, orası moda olduğu için de değil, giden insanlar oldu. Bu insanlar belki hayatında bu tür müzik dinlememiş, cazı tanımayan bir kitleydi. Ama ne oldu? Bu insanlar cazı sevdi. Tuzağa düştüler. Bunu süper buluyorum. Babylon insanlara cazı sevdirdi. Türkiye'de böyle bir potansiyel var. Gazetelere de bu potansiyeli enerjiye dönüştürme görevi düşüyor.
Etkinlikleriniz için kolay sponsor bulabiliyor musunuz?
En başından beri bizim çalışmalarımıza destek veren insanlar var. Ben gelecek için olumlu düşünüyorum. Ancak ne yazık ki Kültür Bakanlığı hiçbir etkinliğin içinde yok! Bizim varlığımızdan beri haberdar değiller. Her ay davetiyelerimizi, kataloglarımızı gönderiyoruz. Birkaç kere projelerimizi anlatmak için kendilerinden randevu istedik ancak yanıt alamadık.
Fransa'da bu işler nasıl yürür?
Fransa'da sponsorluk işi çok daha kolay yürüyor. En azından Kültür Bakanlığı birçok projeyi kendisi finanse ediyor. Size destek olurlar ama şunu, şunu yapacaksınız diye çok karmaşık bir liste çıkarırlar önünüze. Sivil toplum örgütleriyle çalışmak daha kolay.
Türkiye'de yeterli bir çağdaş sanat izleyici var mı sizce?
Bilgi Üniversitesi'ne giderken Kuştepe'den geçtim. Oradaki gecekonduları gördüm. Ve kendi kendime şunu sordum. Milyonlarca insanın uzağında durduğu, hiç bilmediği çağdaş sanat alanında çalışmak ne kadar gülünç... Bu insanlar böyle yaşadığı için Türkiye'de çağdaş sanat yapılamaz diye bir şey de söz konusu olamazdı. Bütün farklılıkları yaşayabileceğiniz bir ülke burası. Bu sanattan anlayacak kapasitede insanlar da var. Onlar da Etiler'de oturup, Cappucino içiyor... Ama hiçbir galeri gezmiyor, sanatla ilgili hiçbir şey bilmiyorlar. Oysa iyi müzik konserleri gibi, iyi organize edilmiş sergiler de çok izleyici çekebilir. İçine bir girseler, bir daha kopamayacaklarını biliyorum. Türkiye'de çok ilginç sanatçılar var. Geçen gün Paris'te Çağdaş Sanat Vakfı Cartier'in Müdüra François Quintet'le birlikte Türk sanatçılarının dosyalarına baktık. Büyülenmişti. Çok uzun zamandır böyle etkilenmediğini söyledi. ‘‘Norm ötesi, mekan ötesi, zeka ötesi’’ dedi.
Claire-Lyse Bucci. 28 yaşında. Paris'te başlayan bir aşk hikayesi sonucu İstanbul'a geldi ve artık burada yaşıyor. Cumhuriyet Gazetesi'nin sanat sayfalarını okuyacak kadar Türkçe biliyor. Yedi yıldır içinde bulunduğu mekan, Cihangir-Beyoğlu-Taksim üçgeni... İşi dolayısıyla bu mekanın dışına çıkıp sık sık New York ve Paris'e gidiyor. İstanbul'a her dönüşünde çok mutlu oluyor. Beyoğlu'na aşık. Orayı, sokaktaki tezatlıkların birbiriyle bu kadar ahenk içinde olabileceği tek yer olarak
görüyor. Bu tezatlığın içinde yaşamak yaratıcılığını kamçılıyor. Tanımadığı ressam, bilmediği galeri yok. Çağdaş Türk ressamlarını, ‘‘dünyadaki meslektaşlarının çok üstünde bir enerjiyle dolu’’ buluyor, onları kendi ülkesi Fransa'da lanse ediyor. Çağdaş sanatın Türkiye'de yer edinmesi için sabah akşam durmadan çalışıyor. Boş zamanlarında Türk mutfağını öğreniyor. Yemek yemeye bayılıyor. Yapmayı sevdiği yemek ise, mercimekli Köfte.
Burası metropol ama ilişkiler hala sıcak
İstanbul'da sanatseverler iyi bir organizasyonu takdir ediyor ve bir şey olduğunda oradalar. Heyecanlı, coşkulu bir izleyici kitlesi var İstanbul'da.
Parisliler bu etkinlikleri izliyor ancak İstanbullular kadar tutkulu izleyici değiller.
İstanbullular interaktif, Parisliler pasif izleyici.
Türk sanatseveri 20-45 yaş arasında. Üniversite eğitim görmüş, yaratıcılık gerektiren mesleklerde. Reklamcı, mimar, gazeteci, televizyoncu gibi... Bunların yanında yurtdışında eğitim görmüş, işadamı, finansçı, borsacı, bankacılar da var.
İstanbul gibi bir metropolde hala insan ilişkileri çok sıcak. Arkadaşlık çok farklı. Yaşayan bir kent. Paris'te ne kadar çok etkinlik olsa da caddeler, yollar ölü. İnsanlar coşkusuz. Etkinliklere tek tek katılıyor, tek tek yaşıyorlar.