Güncelleme Tarihi:
Afilli kartvizitinde poliglot, piyanist, şantör ve akordeonist yazıyor. Kartvizinitinin sağ tarafında ise özenle çektirdiği fotoğrafını bastırmış. Briyantinli saçları, ince bıyıklarıyla, Kabil Okan. 72 yaşında olmasına rağmen merdivenleri üçer beşer çıkıyor. Elli yıldır İstanbul ve Akdeniz'in gece hayatında imzası var. Kabil Okan'ı ilk kez bir davette gördüm. Elindeki akordiyonun körüğünü bir kağıt fener kadar hafifçe açıp kapatıyordu. Şarkı söylemeye başladığında aralarında diplomatların da bulunduğu davetliler, fısıldaşmaları keserek gözlerini ve kulaklarını Kabil Okan'a diktiler. Fred Astair'i kıskandıracak kadar estetik dansediyordu. Kendisinden sonra sahne olacak ‘‘baba’’ sanatçılar, Okan'ın muhteşem şovu nedeniyle kulislerinden çıkamıyorlardı. Oysa programa göre Kabil Okan, violonselci ve gitarist arkadaşıyla birlikte muhabbet ortamına kısa bir süre müzikle eşlik edecekti. Ama Okan'ın şovu öyelesine alkış aldı ki programın aslarına şarkı söyleyecek zaman bile kalmadı. Peki Kabil Okan bu kadar mühim biri de niçin adını daha önce duymadık diyenlere, onun hayat hikayesi verilecek en iyi yanıt...
1922 yılında henüz Romanya sınırları içerisindeyken Silistre'de bir çocuk dünyaya gelir. Keman virtüözü anne ve baba, kepçe kulaklı bebeklerine Kabil adını verirler. Balkanlar için berbat yıllar. Herkes bir lokma ekmek için gece gündüz çırpınırken bebek Kabil de tek ayak üzerinde zıplamanın sırrını çözmeye çalışır. Yaşıtları henüz yürümeye çalışırken o parende atmaya gayret eder. Ağladığında ise kimseler onu susturamaz. Periyodik zırıltıları arasında bir gün melodik sesler çıkarır. O günden sonra çıkardığı tüm sesler, harf yerine notalara dökülür!
Büyüdükçe kulaklarının kepçeliğinden de kurtulan Kabil, yaşıtlarıyla asla oynamaz. Müzisyen olan anne ve babasının kemanından ziyade komşunun lambalı radyosunu dinlemeyi sever. İlkokula başladığında Almanca bir şarkıyı başından ve sonundan kaptığı laflarla yarımyamalak söyler. Öğretmeni ders anlatırken o hayal alemine dalar, ayaklarıyla öğretmenin sesine tempo tutarak eşlik eder.
Davetlerden tavernaya
Kabil için hareket etmeden yerinde durmak dünyanın en büyük işkencesidir. Kendisine yöneltilen sorulara bile melodik seslerle yanıtlar verir. İlkokulu bitirince müzisyen annesi onun Silistre'deki sefalette boğulmasını istemez, İstanbul'daki kardeşinin yanına gönderir. Kabil, İstanbul'da dayısının yanıda okuyacaktır artık. Ama ilkokul diploması Türkiye'de kabul edilmez. Firuzağa İlkokulu'nun dördüncü sınıfına kaydolarak ikinci kez ilkokulu bitirir.
Dayısı müzik ve dans yeteneğinin farkındadır. Eskiciden aldığı akordiyonla Kabil'e hayatının sürprizini yapar: ‘‘O anı hiç unutamıyorum. Kendi kendime dansediyor şarkılar söylüyordum ama bir şeyler hep yarım kalıyordu. O da müzikti. Dayımın aldığı akordiyonu görünce ne yapacağımı şaşırdım. Zaten aleti elime aldıktan sonra bir daha bırakmadım. Komşumuzun lambalı radyosundan aklımda kalanları bir bir çıkarmaya başladım.’’
İlkokulu bitirdikten sonra Kabataş Ortaokulu'na kaydolur. Yeni okulunda dansları ve şarkılarıyla popülaritesi artar. Müzik hocası mutlaka müzik eğitimi almasını düşünür ve Kabil'i dönemin en iyi müzisyenlerinden Pandelli Çitraz'a gönderir. Bir yandan da okuldaki ağabeylerinin öğütlerini de tutarak Halkevi'yle tanışır. Pandelli Çitraz'dan solfej ve armoniyi öğrenen Okan, Halkevi'nde amatör bir orkestra kurarak eş dost toplantılarında profesyonelce müzik yapmaya başlar.
Kabataş Lisesi'nde Fransızca da öğrenen Okan, o sıralarda radyolarda sık sık çalınan Tino Rossi'nin de hayranı olur. Kısa sürede Rossi'nin şarkılarını ezberleyip söylemeye başlayınca arkadaşları ona Rossi demeye başlar. Okan'ın şöhreti yavaş yavaş İstanbul'un başka semtlerinde de duyulmaya başlamıştır. Sirkeci'de oturan Musevi aileler Kabil Okan'ın şarkılarını dinlemek, dansını izlemek için sık sık davetler düzenlemeye başlarlar.
‘‘Sirkeci'deki davetlerden ufak ufak paralar kazanmaya başladım. bu arada davet sayısı da arttı. Yine böyle bir ev toplantısında birisi yanıma yaklaştı ve Boğaz'daki bir tavernada iş teklif etti.’’
Böylelikle ev toplantılarından eğlence hayatının içerisine düşer. Öneriyi getiren Baltalimanı'ndaki Miami Restaurant'ın orkestra şefi Hayri Bey'dir. Birlikte çalışacağı arkadaşları ise radyolarda dinlediği efsane sanatçılar, Secaatin Tanyerli, Nejdet Koyutürk.
‘‘Nejdet abi askere gidince işin şov bölümü de tamamen bana kaldı. 1944 yılında Galatasaray'daki Londra Bar'da çalmaya başladık. O zamanlar çaldığımız yerler nezih yerlerdi. Devrimden kaçan Rus generalleri barmen, hanımları ve kızları da garsondu.’’
Kabil Okan'ın şovları sayesinde çalıştığı kulüplerin müşterileri artar. Hatta aynı dönemde Taksim'de başka bir kulüpte sahneye çıkan Dario Moreno, programı biter bitmez Londra Bar'a gelerek şarkılar söyler.
Kabil Okan'ın gece hayatındaki arkadaş sayısı da kabarır. Türkiye'de ilk diş macunu üreticisi Radyolin Necip, neredeyse kazancının büyük bir bölümünü kulüpte harcar: ‘‘Öyle asil insanlar vardı ki, kabadayılığın esamesi okunmazdı. Hele üç genç vardı ki yaptıkları danslarla İstanbul sosyetesindeki hanımları kulübe abone etmişlerdi. Aslında dans denmez, bale yapıyorlardı. Baletlerden biri Eşref Kolçak, biri Yılmaz Duru. Onlar sahneye çıktığı zaman hayranları dokunabilmek için sıraya girerlerdi.’’
Hepimiz ona aşıktık
Geceleri barlarda çalışan Kabil Okan bir taraftan da liseyi bitirmeye uğraşır. Ama paydos zili çaldığında okulun önünden öyle biri geçer ki... ‘‘Yahu müdüründen hademesine kadar bizimle birlikte onun okulun önünden geçeceği zamanı kollardık. Hergün aynı saate boynunda bazen bir tilki kuyruğu bazen bir tülle geçerdi. Hepimiz darmaduman olurduk. Hiç kimse yanına yaklaşmaya cesaret edemezdi. Ondan daha güzel bir kadının olabileceği aklımızın ucundan geçmezdi. Ne adını bilirdik ne de başka birşeyini. Hepimiz ona aşıktık.’’
Kabil Okan hayat hikayesi içindeki bu parantezi bütün ayrıntılarıyla anlattı. Yandaki sütunda okuyacağınız Despina ile Kabil aşkı ‘‘mutlu son’’la bitmiyor: ‘‘Dayanacak gücüm kalmamıştı. Allahtan askerlik vakti geldi. Şans yüzüme güldü, o yıl son kez lise mezunları yedek subay olarak askere alınacaktı. Fırsatı kaçırmamak için Ankara'daki birliğime gittim. Ve o günden sonra bir daha Despina'nın izine rastlayamadım.’’
Güzel ve hafifmeşrep Despina'nın aşkıyla perişan olan Kabil, askerlik sonrası da uzun süre Despina'yı arar. İşte o perişan günlerinde, onu huzurlu ve mutlu bir hayata taşıyacak olan kadına rastlar. Bu sefer vakit kaybetmek istemez. Kız tarafının ‘‘müzisyene kız verilmez’’ inadına karşılık kızı kaçırır ve evlenir. Yüksel hanımla 50'inci yılını süren evliliği coşkusunu koruyor. Okan, step yapmadan evin içerisinde adım atmıyor.
Her dilden şarkı
Kartvizitinde, ‘‘poliglot’’ yazılıydı. Ne demek olduğunu sorduğumda, ‘‘Bir sürü dilden şarkı söylersen sen de poliglotsundur derim’’ dedi. Çok sayıda farklı dilden şarkı söylemeyi nasıl öğrendiğini de açıkladı: ‘‘Eskiden kulübe bir Japon subayı mı geldi, yanına yaklaşır bütün japonların bildiği bir şarkıyı söylemesini ister, notaya dökerek repertuvarıma alırdım. Bir İtalyan sefiri mi ya da yağlı bir Arap müşteri mi geldi, mutlaka yanına giderek ondan bir şarkı öğrenmeye çalışırdım.’’
Hayat dolu bu dinamik ve yaşsız adam tam bu noktada hüzünleniyor: ‘‘Ama bana esasen koyan ne biliyor musun? Şimdi üç günlük çocukların beş para etmez şarkılarını öğrenmek zorunda kalıyorum. Nerede kaldı o tangolar, napolitenler!’’
Ofisi, menajeri, mukavelesi filan yok... Neonlarda ismi de. O hala ‘‘ısmarlama’’ iş alıyor... Her dilden şarkılarıyla İstanbul gecelerine karışıyor...
DespinaileKabil
Kabil, lisesinin önünden her geçişinde öğretmeninden öğrencisine tüm erkekleri camlara yapıştıran, hepsini darmaduman eden hayal kadını bir gün karşısında bulur: ‘‘Vagon Blue diye bir kulüpte çalmaya başladık. Yaşım da diğer arkadaşlara nazaran küçük olduğundan bulunduğum ortamlarda çekingen davranırdım. Eğer şarkı söylemiyorsam, başımı önüme eğer, akordiyonumu çalardım. Bir gün başımı kaldırdım, ne göreyim...’’
Her okul çıkışı arkadaşlarıyla birlikte yolunu gözlediği muhteşem kadın karşısındadır. Hemen yanındaki arkadaşına kim olduğunu sorar. Adının Despina olduğunu öğrenir. Bir süredir Vagon Blue'da konsomatris olarak çalışan Despina! ‘‘Onu karşımda görünce söyleyeceğim şarkıyı bile unuttum. Bir an önce okula gidip arkadaşlarıma gördüklerimi anlatmak için sabırsızlanıyordum. Hergün okulun önünden bir saniyede geçip giden kadın, saatlerdir dekolte giysisiyle karşımda duruyordu. Bütün erkekler etrafında pervane olmuştu. Yanına oturabilmek için garsonlara büyük paralar dağıtıyorlardı. Hergün onun hakkında birşeyler öğrenmek için çabalıyordum. Orkestranın trompetçisi Buldok Hayri, ‘hiç heveslenme oğlum, onu görmek için 67 vilayetten insan geliyor' dedi. Onu düşünmekten müzik yapamıyordum.’’
Kemancının uyarısı Hayran olduğu kadının hergün başkalarının masasında kahkahalar atması Kabil’i mahveder. Ama bir gün kemancı Hüseyin, hayatının müjdesini verir: Despina mahçup akordiyoncu gençle tanışmak istiyor! Kabil, kulaklarına inanamaz. Kemancı dostu önemli bir noktayı da hatırlatmakta fayda görür, ‘‘Gece hayatında aşkın pençesine düşen hiç kimse asla iflah olmaz’’ der.
‘‘Benim de artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Tanıştır, diye ısrar edince Hüseyin beni kıramadı. O gün okula gitmedim. Hüseyin'le birlikte bir kutu çikolata yaptırarak Despina'nın evine gittik. Tepebaşı'nda Piremeci Sokağı'nda güzel bir evdi. Apartmanın merdivenlerini çıktığımızda Despina'yı kapısına yaslanmış, bizi beklerken gördüm. Biraz konuştuktan sonra Hüseyin'i yolcu etti.’’
Öyle bir kadındı ki... Despina genç aşığını evinin şark köşesinde ağırlar. Mahçup akordiyoncunun heyecandan titrediğini görünce ona cilveler yapar, yanına oturur. Sakinleşmesi için koluna girip, evini gezdirir. Aynalarla kaplı yatak odasına girdiklerinde Despina öyle bir gösteri yapar ki Kabil'in utangaçlığı yok olur. Saatler süren buluşmalar böylece başlar. ‘‘Kardeşim öyle bir kadındı ki yorulmak nedir bilmiyordu. Sabaha doğru kulüpten çıkıp Despina'nın evine gidiyor, akşama kadar birlikte oluyorduk. Bir gün hayatımıza renk katalım diye sinemaya gitmeye karar verdik. Elbisesini giyerken öyle bir hareket yaptı ki akşama kadar yataktan çıkamadık.’’
Despina genç akodiyoncunun aklını başından alır. Delirtmek için zaman zaman masasına gelen müşterilerle yakınlaşıp neredeyse Kabil Okan'ı intiharın eşiğine getirir... Sonrası, Kabil'in okuduğunuz ve bugün de mutlu şekilde sürmekte olan hayatı zaten...