İstanbul aşığı

Güncelleme Tarihi:

İstanbul aşığı
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 10, 1999 00:00

Haberin Devamı

Türk-Alman Derneği'nin kurucusu Robert Anhegger 1935'te gelmiş İstanbul'a. Türk kültürüyle ilgili birçok araştırması var. Bir başka özelliği de İstanbul'u çok sevmesi.

Robert Anhegger 1911 doğumlu. Türk - Alman Kültür Derneği'nin kurucusu. Tam bir İstanbul aşığı. Eski İstanbul'un mahalle ilişkilerindeki sıcaklığını ve komşuluk ilişkilerini özlüyor. 64 yıldır İstanbul'da yaşıyor. Mualla Eyüpoğlu ile evli. Halen Galata'da eski bir evin en üst katında Haliç - Marmara manzaralı odasında çalışmalarını sürdürüyor. Kendisi ile İstanbul'dan, hayattan, olaylardan konuştuk. Konuşurken dil üzerine çok titiz; önce 'sükse' kelimesini kulanıyor sonra beğenmiyor 'büyük bir başarı' diyor. Sesinde çocuk tonu var.

İstanbul'a ne zaman geldiniz?

1935'te son sınıf talebesiyken İstanbul'a geldim. Balkan tarihini öğrenmek istiyordum. Türk menbalarına (kaynaklarına) başvurmak istedim. Bir sene karşıda oturdum. Önce Şehzadebaşı civarında, sonra Gedikpaşa'da.

Bu süre içinde İstanbul ne kadar değişti?

İstanbul'da herşey dükkanlara doğru gidiyor. Artık insan ilişkileri kalmadı. Bizim buradaki market biraz başka. Dükkanlarda 'geldin' ya da 'gelmedin' hiç farkedilmiyorsunuz. İnsanlar diğer insanların artık umurunda değil. On sene önce öyle değildi. Bir bağlılık yok artık. Sokaktan geçen, bağıran bir yoğurtçu vardı. Onunla arkadaş olduk, evinin yerini biliyordum.

Komşuluk ilişkilerinin durumu ne?

Mahalle yok artık. Gedikpaşa'nın üst tarafında çok sıcak ilişkiler vardı. 1940'larda.. Bir Karamanlı Rum'un evinde kalıyordum. Evde Türkçe-Rumca konuşuluyordu. Manzara olarak evin karşısında hamam vardı. Bugün hamam aynen var ama ev artık yok. Çengelköy'de kaldım yıllar önce. Komşuluğun bazen de sıkan bir şey olduğunu kabul ediyorum. 'Senin kızı filan yerde gördüm' gibi. Kimi yerde az da olsa hala vardır mesela, komşuluk ve yardım etmek artık aptalca birşey olarak kabul ediliyor.

Şimdi bu oturduğunuz mahallede sizi tanıyorlar mı?

Mahallede nedense beni 'hacı' diye çağırıyorlar. Kapımdaki levhaları görüyorlar, kapının girişinde yukarda kelime-i şahadet var, çok güzel bir hat yazısı ile yazılmış. Hanımım, Mualla hanımın dindar olduğunu mahalleli biliyor. Yanan Galata Mevlevihanesi'nin son şeyhinin oğlu ile gayet sıkı dost idik. Onlar da tam anlamıyla müslümandılar.

Kültürel zenginliği nasıl İstanbul'un?

Zaten, bugün o eski İstanbul'un etkisi altında yaşıyorum. İstanbul'da batı ve doğu birbirleri ile selamlaşıyorlar. Hem iyi manada hem kötü manada. İki tarafın da etkisi var ama doğu etkisi daha fazla. Azınlıkların azalmasına üzülüyor insan.

Uzun yıllar Türkiye'de yaşadınız, Türklerin belirli özelliği ne?

Her millet alıngandır ama Türkler biraz daha alıngandır. Türkiye'de tenkit ettiğim bir nokta esaslı bir nokta, 'team work' yok, beraber çalışma fikri yok. Türkiye'nin ilerlemesinde büyük bir mani.

İstanbul'da yaşamak başlı başına bir gerilim getiriyor mu?

Günümüzde siyasi kavgalar arttı. Tanımadığımız insanlara çok dikkat ediyoruz. Tanımadığımız insanlar ama acaba, her misafir hakikaten bir kıymet idi. Bugün Türklerle konuşurken çok dikkat etmek gerek, hangi siyasi eğilime sahiptir, belli değil. Türkiye'de ayrı fikirlerin yan yana yaşayabilmesi hala tabii bir şey değil. Durum bu ve bu da hayatı zorlaştırıyor hatta çok zorlaştırıyor. Azınlıklar artık bir rol oynamıyor.

Son çalışmalarınz neler?

Türk İşçileri ile ilgili bestelenmiş, söylenmiş türküleru, şarkıları topladım. Bunlar hakkında konferanslar verdim. Son çalışmam Almanya'daki Türk işçilerine hitap eden liedler. Şarkı ve türkü başka, lied başka. İkisi arasında bir yaklaşım bu liedler, şarkı diyelim. Bunların içinde 'kadın solo'lar dikkatimi çekiyor. Almanya'daki Türkler tarafından Almanya'daki Türklere söylenen şarkıları, liedleri ele almak istiyorum.

Son seçimlerde oy oranı dağılımından 'Türk milleti kendisini Avrupa karşısında yalnız hissetmiş olabilir' yargısına katılıyor musunuz?

Olabilir, millet kendisini yalnız bırakılmış zannedebilir. Bir dereceye kadar da haklıdır. Çünkü öbürleri tarafından Avrupa bakımından da yanlış değil. 'Türkiye ne kadar güvenli' sorusu var? Onu görüyoruz. Ama Avrupa, kendisi protestan katolik aynı masaya oturabilir, aynı kürsüde konuşabilirler.

Ülkemizi dolaştınız mı?

Anadolu'ya birçok seyahat yaptım. Eskiden, o zaman turisti bilmiyorlardı. Hazine arayıcıları sanıyorlardı, eğer define aramıyorsanız aptal olarak kabul ediyorlardı Anadolu'da yabancıları. 'Memleketi tanımak için' dediğimizde dediğimizi anlamıyorlardı. İmkansızdı onlar için. Otobüste her yerde kayıt oluyorduk, karakollara. Mesela bir karakolda otobüs duruyor, genellikle kamyondan yapma idi otobüsler. Karakola gidip kayıt yaptırıyorduk. 'Neden geldiniz?' diye soruyorlardı. Kahve ve çay ikram ediyorlardı. Öteki karakola telefon ediyorlardı 'dikkat' diye. Bu anlattığım 1936-1938 arasında.

Bir anınızı söyleyebilir misiniz?

Kastamonu'da bir camide fotoğraf çekerken, jandarma geldi. Ben de fotoğraf makinasını kaldırdım. Tam bu sırada imam geldi. Seyrediyor bizi, genç biri. 'Oğlum sen hiç merak etme biz şimdi Allah'la beraberiz bizi rahatsız edemezsin' deyip fotoğraf çekmeme izin verdi. Bu çok önemli, şapka çıkarılacak bir yaklaşım. Yıllar önce oluyor bu olay.

Geçiminizi nasıl sağladınız?

Öğretmenlik, okutmanlık yaptım. Çeşitli bilimsel çalışmalar yaptım. Türk Mensucat Dergisi'nde teknik müdürlük yaptım. Eski Almanca okuma kitabı neşrettim, büyük bir cüretle. Fındıkzade'de Özel Gazetecilik Okulu vardı; ders verdim. Türk ilkokul kitabından Giyom Tel öyküsü, hayvan hikayeleri çevirdim. İznik çinileri üzerine kitap hazırladım. Doktora çalışmamda Balkanlar'daki Maden Kanunlarını ele aldım. Pek çok çalışmam oldu. Günlerce eski kitaplar karıştırdım.

Türk-Alman Kültür Derneği'ni ne zaman kurdunuz?

1956'da Türk-Alman İstişare Kültür Derneği kuruldu. Konsolos çağırdı. 500 lira verdi. Alyon sokağındaki sinemanın yanında bir oda kiraladım. Türk Alman Kültür Derneği kuruldu. İstanbul'daki Maya sergisi salonunun yanısıra ikinci sergi salonunu açmış olduk. Konsolosluğa gittim. Karışmamalarını istedim. Bir huyum vardır. Ben her zaman kapımı açık bırakırım.

Yardımcılarınız oldu mu?

Goethe Enstitüsü'nde iken Türk Alman Yüksek Kurulu tarafından yanıma birisini verdiler. Prof. Macit Gökberk. Çok sağlam, işini bilen; birşeyi doğru bulmadığı zaman açıkca söyleyen bir insan. Güvenilir, büyük bir adamdı. Kuruldaki beş kişiden biriydi.

Haldun Taner'in kaleminden

Yazar Haldun Taner 1977'de Robert Anhegger hakkında şunları yazmıştı:

‘‘Anhegger 42 yıldır aramızda yaşıyor. İsviçre'de Türkoloji, Tarih ve İktisat okudu. 1935'te Türkiye'ye geldi. İstanbul Üniversitesi'nde Sanat Tarihi bölümünde eski metinler uzmanı olarak çalıştı. Daha sonra aynı okulda Alman Filolojisi'nde rektör ve Yabancı Diller Okulu'nda öğretmen olarak çalıştı. 1950'lerde Türk Alman Kültür Merkezi'ni yönetmeye başladı. Bir yandan da Türkçe Almanca öğreten Goethe Enstitüsü'nün sorumluluğunu yüklendi. Anhegger'in çalışmalarının kültür yaşamımıza büyük katkısı oldu. Savaş sonrası Almanya'nın en önemli sanat ve bilim adamlarını Türkiye'ye çağırdı. Konferanslar verdirdi, açık oturumlar düzenledi.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!