Güncelleme Tarihi:
Türkiye’nin hava sahasını geçtiğimiz günlerde İsrail askeri uçaklarına kapatmasıyla ilgili ilginç bir nokta var: İsrail, 6 Eylül 2007’de Suriye’nin gizli nükleer reaktörünü vurduğunda, uçaklar Türkiye üzerinden uçmuştu.
Operasyonla yakından ilgili üst düzey bir ABD yetkilisi bana Türk yetkililerin bu konuyu İsrail’e karşı gündeme getirdiğini, Tel Aviv’in meseleyi tartışmaya açmayı teklif ettiğini, ancak en sonunda konunun bir kenara bırakıldığını anlattı. Tabii o zamanlar henüz Türkiye-İsrail ilişkileri şu anki sorunlu döneme girmemişti.
İsrail’in, 31 Mayıs tarihinde düzenlediği Gazze filosu baskınında dokuz Türk aktivistin ölmesi ilişkileri en çok zehirleyen taraf oldu. Baskın, hava sahasının İsrail’e kapatılmasında doğrudan etkili oldu. Ancak bu olaydan çok önce, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İsrail’le ilişkilerde (olumsuz) sıfırlama tuşuna basmıştı.
Erdoğan, yaklaşık 1,400 Filistinlinin ve 13 İsraillinin öldüğü, Gazze’ye düzenlenen Dökme Kurşun Operasyonu ile çileden çıktı. Erdoğan, Batı tarafından reddedilen Türkiye’ye, Suriye ve İran ile güçlü bağları olan bölgesel bir güç olarak yeni bir görünüm verdi. Avrupa borca batarken Doğu’ya yüzünü çevirmesi, Türkiye’nin ekonomisini ateşledi.
İSRAİL SAVAŞI KIŞKIRTIYOR
Türkiye ve İsrail arasındaki askeri ticaret (2007’de 1.8 milyar dolar), ABD’nin iki ülkenin ilişkilerindeki koruyucu rolü ve Türkiye’nin Batı’nın kampında kalmaktaki kararlılığı düşünüldüğünde, Ankara ve Tel Aviv arasındaki işbirliğinin sona ereceğini düşünmüyorum. Ancak İsrail’in endişe duyması için nedenler var.
İsrail, bölgedeki en iyi Müslüman dostuyla arasındaki askeri ilişkiler sayesinde, 2007 yılında Suriye’nin nükleer tesislerini yok etmek için ihtiyaç duyduğu hava sahasını bulabiliyordu. Ancak bu artık tarih oldu.
O zamandan bu yana İsrail’in ortaya koyduğu stratejik mantıktan uzak taktiksel kabadayılık, Tel Aviv’in hiçbir zaman olmadığı kadar yalnızlaşmasına neden oldu. İsrail, bugün 11 Eylül’den sonra sağduyudan ödün veren ABD’nin bir uzantısı gibi duruyor. İç politikayla ve uluslararası ilişkiler arasındaki çizgi çok incedir. Bu yüzden İsrail’in son 10 yılda savaş kışkırtıcılığı yapan tarafa katılması şaşırtıcı değil.
SURİYE İRAN DEĞİL
Ortadoğu dengesizliğini koruyor. ABD’nin eski Başkanı George Bush, 2007’de yapılan hava saldırısına karşı çıkmıştı. Bush yönetimi, Suriye’nin tepki vermesiyle Ortadoğu’da geniş çaplı savaş çıkabileceğinden endişelenmişti. ABD sert diplomasiyle Suriye’nin reaktörünün hiç bir zaman faaliyete geçmeyeceğinin garantileneceğine inanıyordu. Bush kısaca, “Bırak halledeyim” mesajı verdi.
Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert ise ABD’nin tepkisizliği karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Olmert’in mesajı da açıktı: “Karar bize ait. ABD’nin yeşil ışık yakmasını isteyen olmadı.”
İki ülke arasındaki ilişkiler gerilirken, İsrail cahil numarası takındı. Aylarca ABD istihbaratının etrafına sıkı bir kayış sarıldı, Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad’ın köşeye sıkışmış gibi hissetmesi önlendi. Sanki reaktör bir gecede aniden yok olmuş gibiydi.
İran’ın Natanz’daki nükleer tesisi de bir gecede aniden yok olabilir mi? Bazıları, “nereden geldiği belli olmayan bir saldırı”yla bu olasılığın gerçekleşebileceğini düşünüyor. Ancak ben bunların tehlikeli düşünceler olduğu kanısındayım. İran Suriye değil.
Obama-Netanyahu görüşmesinden şöyle bir açıklama çıktı: “Başkan Obama İsrail’in herhangi bir tehdit veya birleşik tehditler olasılığına karşı her zaman kendini savunma kapasitesi olmasını, bunu kendi başına yapabilmesini ve güvenlik ihtiyaçlarını sadece İsrail’in belirleyebileceğini onaylamaktadır.”
Obama açık bir dil mi kullanıyordu yoksa kandırmaca mı yapıyordu?
* New York Times köşe yazarı Roger Cohen'ın makalesinin Türkçe çevirisidir.