İsrail’in bombaladığı Gazze, Abdülhamid’in özel mülküydü

Güncelleme Tarihi:

İsrail’in bombaladığı Gazze, Abdülhamid’in özel mülküydü
Oluşturulma Tarihi: Ekim 15, 2000 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Bugün bize uzaklardaki apayrı bir dünya gibi görünen Gazze bir zamanlar Sultan Abdülhamid'İn özel mülküydü ve hükümdarın ailesi Gazze'nin tapusunu alabilmek için 1946'ya kadar seneler süren hukuki bir mücadele vermişti.

Bugünlerde kan gölüne dönmek üzere olan Gazze'nin bir zamanlar Sultan Abdülhamid'in özel mülkü olduğunu ve Abdülhamid ailesinin dedelerinin bu ‘‘mülküne’’ sahip olabilmek için 1946'ya kadar uzun bir hukuki mücadele verdiğini pek bilmeyiz.

Mücadelenin kahramanı, Abdülhamid'in torunlarından Nemika Sultan' ve hadisenin temeli Abdülhamid'in hükümdarlığı sırasında İmparatorluğun değişik bölgelerindeki bazı arazilerin tapusunu kendi adına kaydettirmesinde, bu arada Gazze'yi de ‘‘özel mülkü’’ yapmasına dayanıyordu.

ARAPLAR KARŞI ÇIKTI

1924'te Türkiye sınırları dışına çıkartılan hanedan mensupları arasındaki Abdülhamid'in soyundan gelenler büyükbabalarının mal varlığınının bir bölümünü olsun kurtarabilmek için hukuki bir çabaya giriştiler. Eskiden imparatorluk sınırları içerisinde bulunan memleketlerde üstüste davalar açıldı. Uzun seneler süren ve neticede hemen hepsi kaybedilen bu davalarla ilgili haberlere zamanın Türk basını pek rağbet etmedi ama her duruşma Avrupa gazetelerinde sütunlar boyu yer aldı. Hukuki mücadelenin en uzun ve en ses getiren safhası ise, Gazze'de Abdülhamid adına kayıtlı bir araziyi geri alabilmek için açılan Muharraka Kebire davasıydı.

Davayı, Abdülhamid'in torunu Nemika Sultan açtı. Sultan, hükümdarın büyük oğlu Şehzade Selim Efendi'nin kızıydı ve Gazze'nin hemen içindeki 4 bin 580 dönümlük Muharraka Kebire bölgesini miras olarak talep ediyordu. Avukatlığını ise Beyrut Hukuk Fakültesi'nin profesörlerinden olan ve Arap dünyasının en seçkin hukukçusu olarak bilinen İlyas Mur üstlenmişti.

Profesör Mur, konuyu Yafa'daki Kadastro Mahkemesi'ne götürdü. Bölge o yıllarda İngiliz himayesi altındaydı ve mahkemelerde İngiliz ve Arap hakimler beraberce karar veriyorlardı. İngiliz hakim Nemika Sultan'ı haklı bulurken Arap hakim ‘‘Gazze'nin Abdülhamid'le ne alákası var? Burası Filistin toprağıdır’’ deyip talebi reddetti ama İngiliz hakimin kararı üstün geldiği için aile davayı kazanmış sayıldı.

Hukuki mücadele, asıl bundan sonra başladı.

Filistin yönetimi, karara itiraz etti. Kudüs'teki yüksek mahkemeye giden Arap hakim ‘‘Türkiye'nin, Abdülhamid'e ait gayrımenkullere Meşrutiyet döneminde el koyarak devlete intikal ettirdiğini, dolayısıyla mirasçılarının bu araziler üzerinde hiçbir hakka sahip bulunmadıklarını’’ ileri sürüyordu. Yüksek mahkeme bu görüşü benimseyip İngiliz hakimin Abdülhamid torunları lehine verdiği kararı bozunca, Nemika Sultan'ın avukatları dosyayı Londra'ya, İngiliz Kraliyet Konseyi'nin hukuk dairesine götürdüler. Konsey Kudüs'teki yüksek mahkemenin kararını bozdu, davanın yeniden görülmesini isteyip dosyayı geri gönderdi ancak duruşmaların Yafa'da değil, Kudüs'te yapılmasına karar verdi.

Davaya Kudüs Kadastro Mahkemesi'nin hakimi Robert Windham baktı ve duruşmalar tam beş sene devam etti. Kararın Abdülhamid'in torunlarının lehine çıkacağının hissedildiği günlerde Dünya Siyonist Teşkilátı Nemika Sultan'la temasa geçti ve sulktan'ın araziyi kendilerine satmasını teklif etti. Nemika Sultan'ın ödemeyi kabul ederek hak iddia ettiği araziyi davanın neticesini beklemeden Siyonist Teşkilatı'na satması Abdülhamid'in ailesinin de Yahudi göçüne taraftar olduğunu gösterecek ve Teşkilat bu gelişmeyi uluslararası alanda kullanacaktı. Ancak Sultan teklifi reddetti ve davanın neticesini bekleyeceğini söyledi.

11 YIL SONRA ELDE VAR HİÇ

Hakim Windham, kararını 1946'nın 17 Ocak'ında açıkladı ve Abdülhamid varislerinin bütün ümitlerini yıktı: Gazze'deki arazi hakikaten Sultan Abdülhamid'e aitti. Ancak İttihad ve Terakki hükümeti Abdülhamid'in mal varlığını 1909'da müsadere ettiği için arazi de o tarihten itibaren Türk hükümetinin malı olmuştu ve hükümdarın varislerinin talep hakları yoktu. Lozan Andlaşması'nın 60. maddesine göre Türkiye sınırları dışında kalan araziler o bölgelerde kurulan yeni devletlere ait sayılıyordu ve dolayısıyla Muharraka Kebire de hükümdarın varislerine değil, Filistin hükümetine aitti.

Gazze'nin kan gölüne dönmek üzere olduğu bu günlerde bundan yarım asır önce Avrupa gazetelerinin birinci sayfalarında yeralan bu davayı şimdi bende bulunan dosyasından özetleyeyim ve Filistin, Gazze ve Batı Şeria gibi yerlerin bize zannettiğimiz kadar uzak olmadığını hatırlatayım dedim.

Filistin’in son arabulucusu altı kurşunla öldürülmüştü

Yeniden kaynamaya başlayan Ortadoğu'da ne zaman bizimle ilgili bir arabuluculuk söylentisi çıkacak olsa, ben bölgenin tarihteki en meşhur arabulucusunun başına gelenleri hatırlıyorum: Altı kurşunla canından olan İsveçli Kont Bernadotte'nin akıbetini. İşte, bundan 52 yıl önce dünya gündemini aylar boyu meşgul eden bu suikastin ve katillerin zamanla başabakanlığa kadar yükselmelerinin öyküsü...

Ortadoğu'da gene kıyamet öncesinin hazırlıkları var. İnsanlar linç ediliyor, hatta linçten önce kurbanların karılarına cep telefonlarında ‘‘Şu anda kocanızı öldürmekle meşgulüz’’ deniyor. Sonra roketlerin ve tank paletlerinin gıcırtıları birbirine karışıyor ve bu arada gazetelerimizde ‘‘Araya girip savaşı önlememiz’’ gibisinden isteklerin geldiği yazılıyor.

Tarafların Türkiye'nin arabuluculuğunu ne derece ciddiyetle arzuladıklarını ben pek kestiremiyorum. Ama bölgede ne zaman bizimle ilgili bir arabuluculuk söylentisi çıksa hatırıma hemen Ortadoğu'nun en meşhur arabulucusunun, yani altı kurşunla canından olan Kont Bernadotte'nin akıbeti geliyor.

İşte, bundan 52 yıl önce dünyayı aylar boyu meşgul eden ama şimdilerde pek hatırlamadığımız hadisenin hazin öyküsü:

Wisborg Kontu Folke Bernadotte, İsveç Kralı Beşinci Gustaf'ın yeğeniydi ve İsveç Kızılhaçı'nın başkanlığını yapıyordu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İsveç'le Almanya arasında Kızılhaç adına mekik dokuyup binlerce Yahudi'yi gazodasından kurtarmasıyla tanınmış ve savaşın sonlarına doğru Almanya'nın ilk teslim şartlarını müttefiklere götüren de o olmuştu.

KAN BEDELİ 54 bin 628 dolar

Derken savaş bitti, Filistin'deki İngiliz himayesi sona erdi ve Birleşmiş Milletler Teşkilátı Kont Bernadotte'u Arap ve İsrail arasında arabuluculuk etmesi için 1948 Mayıs'ında Kudüs'e gönderdi.

Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların en önemlisi, bugünküyle aynıydı: Kudüs'ün statüsü ve geleceği. Kont'un hazırladığı plan, Birleşmiş Milletler tarafından resmi çözüm olarak kabul edildi. Buna göre Yahudilerle Araplar Kudüs'ün idaresinde tek başlarına söz sahibi olmayacaklar ve şehre milletlerarası bir kimlik verilecekti.

Plana ilk tepki İsrail’den, özellikle de Filistin hakimiyetine son vermeye çalışan siláhlı yeraltı örgütlerinden geldi. Kudüs'e uluslararası kimlik verilmesi planının mimarı Kont Bernadotte artık ilk hedefti. Hedefi vurma işi kısaca ‘‘LEHI’’ diye bilinen İsrail Özgürlük Savaşçıları ‘‘Lohamei Heruth Israel’’in milislerine düştü. LEHI'nin üç genç lideri vardı, Kont'un ortadan kaldırılması fikrinin en ateşli savunucusu bu liderlerden biri olan Yitzak'a aitti ve hedef 1948'in 17 Eylül'ünde ortadan kaldırıldı.

Siláhlı altı milis, o sabah Kudüs'ün Yahudi kontrolündeki batı tarafında bir toplantıya giden Kont'un otomobilini ve refakatindeki diğer iki arabanın yolunu kesti. Dört kişi araçların tekerleklerine ateş açarken diğer ikisi ellerindeki otomatik Schmeisser tüfeklerininin kurşunlarını öndeki Chrysler marka otomobilin içine boşalttılar. Altı kurşun yiyen 54 yaşındaki Kont ve yanında oturan bir Fransız temsilci hemen orada can verdiler.

Suikastçilikten başbakanlığa

Dünya kamuoyu ve bütün diplomatik çevreler ayağa kalkmışıtı. İsrail hemen tutuklamalara başladı, yüzlerce kişinin ifadesi alındı, birkaç gün sonra ‘‘Barış delegesini öldürenlerin bulunduğu’’ açıklandı ama aradan aylar geçti ve tutuklananların hiçbiri mahkemeye çıkartalmadı, yeterli delil olmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldılar. İsrail, Birleşmiş Milletler'e ‘‘Yeterli güvenlik tedbirlerini almadığı için Kont'un bir suikaste kurban gitmesinde devlet olarak hatası bulunduğunu’’ bildirmekle ve ailesine verilmek üzere 54 bin 628 dolar ödemekle yetindi.

Hadisenin üzerinden seneler geçti, araya savaşlar, katliamlar ve hiç bitmeyecek mücadeleler girdi. LEHI de zamanla dağıldı, ismi İsrail'de bir ‘‘kuruluş efsanesi’’ halini aldı ama suikastten tam 35 sene sonra, 1983'te yeniden gündeme geldi: Örgütün liderlerinden olan ve Kont Bernadotte'nin ölüm kararını verenlerin başında gelen Yitzak bu defa İsrail'in başına geçmişti. Adı artık Yitzak Şamir'di ve İsrail'in başbakanıydı.

Kudüs'e barış içinde bir gelecek çizmeye çalışan Kont Bernadotte'nin hazin öyküsü, işte böyle. Ben, gazetelerde ne zaman ‘‘Filistin meselesinde Türkiye'nin arabuluculuğuna ihtiyaç var’’ şeklinde bir haber görsem hemen altı kurşunla canından olan Kont'u hatırlıyorum ama bir konuyu da düşünmeden edemiyorum: Ortadoğu'yu, özellikle de Filistin'i arabuluculuk yapabilecek derecede tanıyan, bilen ve oraların geçmişine tam manasıyla vakıf bulunan faal diplomatlara hakikaten sahip olup olmadığımızı...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!