Güncelleme Tarihi:
Devletlerin birbiriyle doğrudan değil, dolaylı yoldan mücadele ettiği “aracılı savaşlar” çağında, gelişen teknolojilerin de etkisiyle çoğu çatışma uzaktan kumanda ediliyor.
ABD’nin Pakistan’daki insansız hava aracı (İHA) saldırılarından, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik hava operasyonlarına dek birçok örnekte bu yeni trendi gözlemliyoruz.
Son örnek, İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği, sekiz gün süren hava saldırılarından oluşan “Bulut Sütunu Operasyonu” ve bu harekâtı tamamlayacak biçimde kullandığı “Demir Kubbe” adlı hava savunma sistemi...
Operasyon süresince Gazze'de uluslararası hukuku ve insan haklarını defalarca ihlal ettiği şüphe götürmeyen İsrail, asker-sivil kendi vatandaşlarını korumak içinse her şeyi yaptı ve bu açıdan epey başarılı oldu.
Savaş uçaklarından atılan “akıllı bombaların” fiziksel yıkıcılığının yanısıra, TRT Türk muhabiri Ediz Tiyanşan’ın da belirttiği gibi İsrail, Gazze üstünde devriye gezen İHA’ların bitmek bilmeyen “vızıltısını” yeni bir psikolojik savaş silahı olarak kullandı.
İsrail hükümetinin, ocak ayındaki seçimlerden önce asker kaybı vererek oy kaybetmeyi göze alamadığı için bu kez kara harekâtı düzenlemediği öne sürüldü.
Peki, İsrail bir sonraki savaşta Gazze’ye “robot askerlerle” girerse ne olur? Dünya buna hazır mı?
Çoğu insanın kulağına bilimkurgu gibi gelse de, ordular uzun süredir robot askerler üzerinde çalışıyor.
Bir ABD firmasının dört yıl önce geliştirdiği “Big Dog” adlı şu robotun (altta) bugün gelmiş olabileceği noktayı ve üstüne bir ağır silah monte edilirse nasıl bir “askere” dönüşebileceğini düşünün.
Güney Kore, sınıra çoktan “silahlı robot nöbetçiler” dikse de, tamamen “özerk” karar verebilen robot askerler henüz hizmette değil. Ama 20-30 yıla kadar savaş alanlarında olacaklarına kesin gözüyle bakılıyor.
Daha gelişmiş ve daha ölümcül İHA’ların yanı sıra, tam otomatik tanklar gibi insansız kara araçlarının (İKA) çok daha önce hizmete gireceği muhakkak.
Sadece havada ve karada değil, denizde de savaş robotlaştırılmaya başladı. ABD, füzelerle donatılmış “robot gemilerini” geçen ay ilk kez denendi.
Robot askerler sadece can kaybını sıfırlamakla kalmıyor, “öldürme kararını” otomatize ettiklerinde uluslararası hukuktaki boşluğu da suistimal edebiliyorlar.
Örneğin bir İHA, tehdit algılamasını belirli algoritmalarla kendi kendisine yapıp otomatik olarak tetiğe basıyorsa, yaşanabilecek sivil can kayıplarından kimin sorumlu tutulacağı meçhul.
Bu nedenle, savunma teknolojileri alanında dünyanın en ileri ülkeleri arasında yer alan İsrail’in, onu caydıracak yeni uluslararası hukuk normları geliştirilmemesi halinde bu avantajlara bakıp, Gazze’ye eninde sonunda “robot askerlerle” gireceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.
Peki, dünya bunun gibi yeni kuşak krizlere hazır mı?
Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bu hafta yayınladığı ayrıntılı raporda, “insan müdahalesi olmadan öldürme kararı verebilen katil robotların yaratacağı sorunlar” konusunda uyarılarda bulunuyor. http://hrw.org/reports/2012/11/19/losing-humanity-0
* * *
Türkiye elbette bu tartışmada insan haklarının ve savaş etiğinin yanında yer alarak “katil robotların” yasaklanması veya en azından kısıtlanması için çalışmalı.
Buna karşın bir yandan da her tür ihtimali hesaba katıp söz konusu teknoloji alanında geri kalmamak üzere gerekli çalışmaları yapmalıyız.
Suriye ile savaşın eşiğine geldikten sonra bir hava savunma sistemi kurmayı akıl edebilmemiz gibi "planlama fiyaskoları" gelecekte çok ağır sonuçlar doğurabilir.
Kendi “geleneksel” tankını dahi ancak 2016-2017’de üretmesi planlanan, kendi savaş uçağını ne zaman üretebileceği konusunda tarih bile verilemeyen bir ülke olarak bu yolda yapacak çok işimiz var.
Temelinde zorunlu askerlik sistemi yer aldığı için büyük ölçüde "kuru kalabalıktan" oluşan mevcut ordumuz yeniden yapılandırılırken, bir başka köhne, âtıl yapı kurulmamasına dikkat etmeliyiz.
Bu yüzden, Türkiye’nin savunma sanayisinde Ar-Ge çalışmalarına her yıl ayırdığı 600 milyon dolarlık bütçeyi katbekat artırmakla kalmamalıyız.
Aynı zamanda bu bütçenin tamamını doğrudan devlete bağlı teknoloji geliştiricilere ayırmak yerine, bu alanda en gelişmiş ülkelerde olduğu gibi özel sektörü işin içine sokmalıyız.
Bunun için özellikle yenilikçilik (inovasyon) üreten girişimcilerimize uygun, rekabetçi bir atmosfer oluşturmamız gerekiyor.
Bu yönde bir planlama yapacak yetkililere, Ekim Nazım Kaya editörlüğünde bu ay yayımlanan “Kaldıraç Etkisi” adlı kitabı da okumalarını tavsiye ederim.
2000’lerin başından itibaren, internet girişimciliği gibi bir başka yeni alanda Türkiye’de özel sektörün karşılaştığı zorlukları anlamak açısından kayda değer deneyimler kitapta birinci ağızdan anlatılıyor.
Ekonomik krizlere, devletin destekten çok köstek olmasına ve daha birçok zorluğa rağmen Türkiye’de girişimci ve yenilikçi ruhun nasıl fark yarattığını da kitapta bulabilirsiniz.
Elbette bunlar “sivil” deneyimler... Fakat Suriye’nin kimyasal füze tehdidine karşı Patriot’ları daha yeni kuruyor olmamızın yarattığı karamsarlığımızı bir ölçüde giderebilirler.
Çünkü kökü Hezarfenlere, Lagarilere uzanan yenilikçi zihniyetimiz, uygun ortam sağlanırsa bir gün ticari alandaki başarılarını milli savunmamıza da taşıyabilir.
ABD’de, İsrail’de, Güney Kore’de olabiliyorsa, bizde neden olmasın?
* Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA’nın iletişim bilgileri ve bloguna http://about.me/emrekizilkaya adresinden ulaşılabilir. Ayrıca: http://www.twitter.com/ekizilkaya