Güncelleme Tarihi:
Bu çalışma ilk kez geçtiğimiz yıl Dışişleri Bakanlığımızda sergilendi. Biraz daha genişletip sergilemeyi sürdüreceğiz” diyor. Davetlilerden birisi merakla, “Kimler var bu sığınmacılar arasında” diye soruyor, aldığı cevap karşısında şaşırıyor ve yeni bir bilgi veriyor büyükelçiye: “Ben de geçenlerde bir kitap okudum. Sizin bir geminiz 1937’de gelip bizim 712 insanımızı kurtarmış...” Davetlinin sözünü ettiği kitap, “Talihimin Güldüğü An” başlığını taşıyor. Alt başlığı ise “Savaş ve barış otobiyografik anı.” Kitabın yazarı Manuel Iglesias Sarria y Puga isimli bir İspanyol. 1937’de bir Türk gemisiyle İspanya’dan kaçan Manuel Iglesias ünlü İspanyol şarkıcı Julio Iglesias’ın amcası. Bunun üzerine Büyükelçi Ender Arat, Türkiye’ye sığınanlar çalışmasına bu 712 İspanyol mülteciyi de katıyor. İşte onların hikayesi.
İspanya 1936 - 1939 yılları arasında 20. yüzyılın en vahşi iç savaşına sahne oldu. 17 Temmuz 1936’da General Francisco Franco’nun komutasındaki milliyetçi güçler, seçimle işbaşına gelen Cumhuriyetçi Halk Cephesi koalisyonuna karşı ayaklandı. Franco yanlısı Falanjistlerle Cumhuriyet arasındaki savaş üç yıl sürdü ve büyük bir yıkıma yol açtı. 1 Nisan 1939’da milliyetçilerin zaferiyle sonlandı, Franco diktatörlüğü kuruldu. Bu kanlı savaş sonrasında Hitler Almanya’sının desteğiyle iktidarı ele geçiren Falanjistler, yarım milyon ölü-yaralı, bir milyondan fazla sürgün ve sınırsız tahribata sebep olarak ülkeye hakim oldular.
BÜYÜKELÇİLİĞE SIĞINAN İSPANYOL MİLLİYETÇİLERİ
Başkent Madrid, bu savaşın en çekişmeli alanlarından biriydi. Demokratik yollardan yönetime gelmiş olan Cumhuriyetçiler ayaklanmanın ilk yılında zaman zaman Madrid’in kontrolünü kaybettiler. Ama 1937 baharında kent tamamen Cumhuriyet hükümetinin eline geçti. Bu sırada yenilgiye uğrayan milliyetçilerin çoğu kenti terk edip Falanjistlerin kontrolündeki bölgelere geçtiler. Fakat bunlardan bir bölümü, kuşatıldıkları mahallelerden çıkmayı başaramayıp hayatını kaybetti.
Bu insanlardan bazıları tek tek ya da gruplar halinde Türkiye’nin İspanya Büyükelçiliği binasına sığınmaya başladı. Sayıları gün geçtikçe artıyordu. Büyükelçiliğimizin etrafında haftalar boyu süren silah sesleri sustuğunda diplomatik görevliler bir sayım yaptılar ve şaşkınlık içinde kaldılar. Çünkü bizim resmi toprağımız sayılan o küçük alanda toplam 712 sığınmacı vardı. 78 çocuk, 294 kadın ve 340 erkekten oluşan bu mülteciler ne olacaktı?
ATATÜRK, KARADENİZ GEMİSİNİ YOLLUYOR
Diplomatlar Ankara’ya kapsamlı bir rapor geçtiler. Devrin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, durumu Cumhurbaşkanı Atatürk’e bildirdi. Atatürk, “Orası bizim toprağımız. Bize sığınanları düşmanlarına teslim edemeyiz, derhal onları bir gemiyle alıp İstanbul limanına sağ salim çıkarmanızı istiyorum” dedi ve Karadeniz gemisinin bu iş için görevlendirilmesi emrini verdi. İstanbul limanında demirlenmiş olan Karadeniz, bin
kişiye günlerce yetecek iaşeyi yükleyerek birkaç gün içinde Valencia limanına doğru dümen kırdı.
Atatürk’ün talimatı Madrid’e ulaşınca Türkiye ticaret ataşesi etkisini kullanarak dört otobüs ayarladı. Önlerine Türk bayrakları asılan otobüsler bir gece sabaha karşı büyükelçiğiin kapısına yanaşarak mültecileri aldı, Madrid’den 400 kilometre uzaktaki Valencia’ya taşımaya başladı.
Otobüsler, kontrol noktalarında hiçbir sorunla karşılaşmadan dört seferde yolcuları sağ salim Karadeniz gemisine ulaştırdı. Karadeniz, Valencia’dan ayrılıp uluslararası sulara çıktığında kendilerini artık tamamen güvende hisseden İspanyollar aylardan beri ilk kez mükellef bir sofraya oturmanın tadını çıkarıp sabaha kadar eğlendiler.
MÜLTECİLER SIRACUSA LİMANINDA İNİYOR
İstanbul’a doğru ağır ağır yol alan gemi, iaşe temini için iki gün sonra İtalya’nın Siracusa limanına yanaştı. Yolcuların oluşturduğu komitenin temsilcileri kaptana çıkarak Sicilya’daki bu limanda inmek istediklerini belirttiler. Kaptan balo salonunda sığınmacılarla bir toplantı yaptı ve onlara, “Bu gemi bizim toprağımız, evimiz sayılır. Siz de bizim misafirimizsiniz. İstanbul sizi bekliyor. Meraklanmayın, orada her türlü ihtiyacınız karşılanacak.
Lakin bu limanda inmek istiyorsanız saygıyla uğurlarız sizleri” dedi. Yolcular inmek istediklerini bildirerek, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kaptana ve mürettebata şükranlarını bildiren konuşmalar yaptılar. “Yolunuz açık, talihiniz bol olsun” diye sözü
bağlayan kaptan, misafirlerini tek tek
elini sıkarak uğurladı.
TÜRKİYE’YE GÜVENDİLER SERGİSİ ŞİMDİ İSTANBUL’DA
Büyükelçi Ender Arat’ın araştırmasına Dışışleri Bakanlığı yardım ediyor. Devlet arşivlerinden belge ve bilgiler çıkarılıyor. Bu dokümanlar bir sergiye de dönüştürüldü. İlki 1996’da Ankara’da açılan sergi daha sonra genişletilerek ABD, İspanya ve Letonya’ya taşındı. “Türkiye’ye Güvendiler” sergisinin son durağı İstanbul Bilgi Üniversitesi. Sergi, Santral İstanbul Kampusu’nda 11 Mayıs’ta açılıyor. Mayıs sonuna kadar sürecek sergide, tarih boyunca kendi ülkelerini terk etmeye zorlanarak Osmanlı İmparatorluğu’na ve Türkiye’ye sığınan çesitli millet ve dinlerden yüz binlerce sığınmacının yaşadıklarına ilişkin fotoğraf, bilgi ve belgeyi içeriyor.
NÂZIM HİKMET’İN DEDESİ, TROÇKİ VE HUMEYNİ BU SERGİDE BULUŞTU
“Türkiye’ye Güvendiler” sergisinde ziyaretçiler, Macar Kralı II. Ferenc Rakoczi’den Polonyalı şair Adam Mickiewicz’e kadar Türkiye’ye sığınmış pek çok devlet başkanı, politikacı, sanatçı ve ordu mensubuna ilişkin bilgi ve belgeyi bulabilecekler. Sergide Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade, Cezayir bağımsızlık mücadelesini başlatan Emir Abdülkadir’in sığınma hikayelerine de yer veriliyor.
Nâzım Hikmet’in dedesi Polonyalı Konstantyn Borzecki de bir mülteci. 1848’de Polonya’daki ayaklanan grubun önderi olan Borzecki, Osmanlı topraklarına sığınmış ve Müslüman olarak Mustafa Celaleddin adını almış.
Bolşevik liderlerden Lev Troçki, 1924’de Lenin’in ölmesiyle Stalin ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybedince 1928 yılında Almatı’ya, 1929’da Türkiye’ye sürüldü. Troçki 1933 yılına kadar Büyükada’da oturdu.
Sergide yer alan ünlü şahsiyetlerden biri olan İmam Humeyni ise İran’da şah yönetimi sırasında
1961’de tutuklandı. Tahran’daki İşretabad askeri cezaevine konuldu. Serbest kaldıktan bir yıl sonra yeniden tutuklandı. Bu kez cezaevine değil, 4 Kasım 1965’te kendi talebi üzerine Türkiye’ye sürgüne gönderildi.