Güncelleme Tarihi:
Yakın geçmişte ekonomik kriz, artan işsizlik ve yolsuzluk skandallarıyla sarsılan İspanya için tek umut AB dönem başkanlığı. Ancak van Rompuy ve Ashton, Madrid’in amaçlarına ulaşmasına engel olabilir.
İspanyolların bu yeni görevle üstlenecekleri çok büyük sorumlulukları olacak. Çok tartışılan Lizbon Anlaşması’nın nihayet yürürlüğe girdiği bu dönemde yeni sistemin gerektirdiği yasaların uygulamaya konması gerekiyor.
Artık Avrupa Konseyi’nin kalıcı bir başkanı (van Rompuy) ve bir de dış politika şefi (Ashton) var. Hem van Rompuy hem de Ashton parlak diplomatlardan çok becerikli teknokratlar olarak tanınıyor. Bugünden itibaren, Lizbon Anlaşması gereğince Brüksel’deki önemli toplantılar bu ikili tarafından yönetilecek. Bu da İspanya’nın rolünün azalacağı anlamına geliyor.
İspanya, dönem başkanlığını devralmak için çok hevesliydi. Hatta AB işlerinden sorumlu devlet bakanı Diego Loper Garrido “Guinness zirveler kitabına” gireceklerini bile söylüyordu. Ancak Peters, bugün itibariyle bu hevesten geriye ne kaldığının belli olmadığını ifade ediyor. Zira artık İspanya van Rompuy-Ashton ikilisini desteklemeye hazırlanıyor.
Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos’un sözleriyle İspanya’nın yeni düsturu “rekabet yerine koordinasyon” olacaktı. Moratinos Madrid’in van Rompuy’u destekler bir pozisyona geleceğini ve görevlerini “alçak gönüllülük ve ihtiyat”la yerine getireceğini belirtmişti.
Yine de Başbakan José Luis Rodríguez Zapatero’nun dış politikada ufak bir ışıltıdan faydalanabileceğini söylemek mümkün. Zapatero, 2004 yılında göreve geldiğinden beri en zorlu yılını 2009’da geçirdi. Başbakanlığı süresince Zapatero, İspanya’nın siyasi kültürünün liberalleşmesini ve dönüşmesini sağladı. Bu sayede Başbakan Mayıs ayında, ABD Başkanı Barack Obama’dan bir toplantı koparmayı başardı.
Aylar boyunca İspanya küresel ekonomik krizin altında kıvrandı. Emlak piyasasının yıkılışı b durumu daha da kötüleştirdi. İspanya’daki işsizlik Avrupa ortalamasının neredeyse iki katı. Ülkedeki iş gücünün yüzde 20’si, yani 4 milyondan fazla kişi işsiz. Bu listede İspanya’nın üzerinde bir tek Letonya var.
Aynı şekilde İspanya’nın AB ülkeleri arasında resesyondan en son çıkacak ülke olması ve büyümenin ancak 2011’de başlaması bekleniyor. İspanya’nın önde gelen gazetelerinden El País, 2009 yılını “İşsizlik dramı” sözleriyle özetledi.
Anketler, katılımcıların yüzde 72’sinin Zapatero’ya ya çok az güvendiğini ya da hiç güvenmediğini gösteriyor. Hükümetin dış görünüşünü düzelten tek şey muhalefetin durumunun daha da kötü olması. Muhafazakar Halk Partisi’nin (PP) lideri Mariano Rajoy’a duyulan güvensizlik yüzde 80’leri buluyor.
Dahası ülkedeki 17 bölgeye daha fazla özerklik verilmesi tartışmaları da alevleniyor. Aralık ortasında Katalanlar bağımsızlık için bağlayıcı değil sembolik bir seçimde sandıklara gitti. Dahası bir grup Katalan bölgedeki trafik işaretlerinde hem İspanyolca hem de Katalanca yazılması için ciddi bir mücadele veriyor. Dolayısıyla merkezi hükümetin bu aralar çok poüler olmadığını söylemek mümkün.
Elleri ülke içindeki sorunlarla dolu olan Zapatero yine de dönem başkanlığı için hırslı hedefler ortaya koydu. Avrupa’ya yeni enerji getirecek Lizbon Anlaşması’nın uygulamaya konmasının dışında İspanya’nın dış politika için de büyük hedefleri var.
Örneğin, Madrid her ne kadar uluslararası müzakerelerin 2010’da çok kolay olmayacağını belirtse de, Ortadoğu barış sürecini canlandırmayı ve hatta Filistin devletinin kurulmasını sağlamayı amaçlıyor.
Bu planlar geçen yıl Avrupa Konseyi başkanlığını elinde tutan Fransa’nın başlattığı ve AB ile Akdeniz’e sınırı olan Arap ülkeleri ve İsrail’in ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan Akdeniz Birliği projesinin önüne geçebilir.
İspanya’nın diğer amaçları arasında AB ile Küba arasındaki diyalogu artırmak, Hırvatistan’ın AB üyeliğini hızlandırmak ve Türkiye’yle ilişkileri güçlendirmek var. Listenin özellikle son maddesi AB’nin dış politika şefi Ashton’ı kaygılandırıyor.