Güncelleme Tarihi:
Kuran emir ve yasaklar içerir, sınırlı ölçüde dogma da içerir, ama bunların hiçbiri tabu değildir. Emir ve yasakların tümü insan içindir, insanı boğma aracı yapılamaz.
Çünkü Kuran'ın dini, insan içindir!
Batılıların, İslam düşüncesindeki nass (vahye dayalı tespit) kavramını tek kelimeyle dogma diye tercüme etmeleri, tutarsızdır. Dogmayla nassı ayırma zorunluluğu, Kuran'daki fleksibilite (nassların esnekliği) esprisinin bir uzantısıdır. Nass, o şekilde gönderilmiştir ki, onun önümüze koyduğu sayısız imkânlar çizgisi, hayatın çeşitli şartlarında değişik zaman ve mekânlarda sayısız nüanslarla çare getirme fırsatı verir. Bu yüzden Kuran, insan hayatına sokacağı değerlerde, hiçbir devirde reforma ihtiyaç hissettirmez. Bu işi, bizzat kendisi çözmüştür.
Tabulaştırmayı önlemede ilk tedbir kurtuluşun, kişi ve eşyaya bağlı olmaktan çıkarılıp prensiplere bağlanmasıdır. Kuran'ın tebliğcisi muazzez Peygamber bile, ‘‘dinin kurucusu‘‘ unvanına sahip değildir. O kurtarıcı unvanını da taşımıyor. İslam'da ‘‘redemption’’ yoktur. Bu sıfatlar, Allah'ındır. Nebi, Allah adına görev yapan bir aydınlatıcı (münir), bir irşat edicidir (mürşit). Kurtuluş ve yükseliş, eşyaya da bağlanmamıştır. Resmi mabet, resmi din adamı, resmi kisve yoktur. Kutsal eşya, kutsal kişi, kutsal görev yoktur. Başka bir deyimle, ölçülere sadakat halinde, bütün eşya, bütün insanlar, bütün meslekler kutsaldır. Çünkü hayat kutsaldır. Üstünlük, sevmeye ve daha çok hizmet etmeye bağlanmıştır. Yüce Peygamber'in ifadesiyle, ‘‘bir topluluğun efendisi, o topluluğa hizmet edendir.’’
Tabulaştırmayı yıkan prensiplerden biri de şudur: ‘‘Dinde baskı ve zorlama yoktur’’ (Bakara, 256). Fiil ve hareket, hür irade ve serbest niyetin ürünü olacaktır. Böylece Kuran, emir ve yasaklar planında bir baskı nevrozuna yol açılmasını önlemiştir. Kuran'ın bu evrensel prensibi, tasavvufta şu kabulün ortaya çıkmasına zemin olmuştur. Hür iradeye dayalı günahlar, baskı ve zorlama ürünü ibadetlerden daha güvenilir ve değerlidir.
Kuran; gerekçesi gösterilmeyen emir ve yasak koymaz. İslam bilginlerinin deyimiyle, hikmet-i teşriiyye (rasyoleji) esastır. Vahyin getirdiği değer, akıl üstü olabilir, hatta akıl üstüdür, fakat akıl dışı değildir. Bunun sonucu, İslam düşüncesinin temel kabulüne göre şudur: Din ile akıl, çelişme arz ettiklerinde akıl esas alınır, din, tevil edilir. Her emir ve yasağın, her fiilin bir gerekçesi olmalıdır. Hayat ve ölüm bile, gerekçeye dayanmalıdır. Tabular arkasında hayat, tabular uğruna ölüm, Kuran'a göre, insan onuruyla bağdaşmayan bir sefilliktir. Hiçliğe mahkûm olmaktır. ‘‘Ölen de beyyine (gerekçe ve aydınlık) üzerine ölsün, yaşayan da beyyine üzerine yaşasın’’ (Enfal, 42).
Tabulaştırmaya giden yollardan biri de, ibadetleri şehvet haline getirmektir. Hz. Peygamber'in bunu önleyen tavırları ve sözleri az değildir. Muhammedi sünnetin tetkiki, insanın tekamülünde en büyük musibetlerden birinin de, ibadet manisi olduğunu bize gösteriyor. Bu konuda ilginç bazı örnekleri Abdullah b. Mübarek'in Kitab ez Zühd'ünde (s.391-396) buluyoruz. İbadet, egonun şehvet ve hırslarını tatmin aracı değil, ruhsal yükselme ve ego dışındakileri sevme ve imkânları onlarla paylaşma yoludur. Bu yüzdendir ki İslam, toplu ibadete üstünlük tanıyor. Gerekçe, paylaşıma itmedir.
Soru: İmanın temel şartlarını başlıklar halinde sayabilir misiniz?
Cevap: İmanın temel şartları Kuran'a göre 5'tir:
1. Allah'a iman
2. Meleklere iman
3. İlahi kitaplara iman
4. Peygamberlere iman
5. Ahirete iman.
Geleneksel öğretide 6. şart olan kadere iman, Kuran kaynaklı değildir. Bu şart, bir hadise dayanılarak iman şartları içine alınmıştır. Yani sünnet kaynaklıdır.
İlginç olan şu ki, kadere imanın dayanağı olan hadis, mütevatır (doğruluğu tarihsel açıdan tartışmasız) bir hadis değil, âhâd denen hadislerdendir. Mütevatır olmayan hadislerin itikat-iman konusunda delil olmayacağı ittifakla kabul edildiği halde, her ne hikmetse kader konusunda bu ilke çiğnenmiş ve iman şartlarına yapılan ilave adı geçen hadise dayandırılmıştır.
Bir ilginç nokta da şudur: Elimizdeki ilmihal kitaplarının, kadere iman başlığı altında verdikleri bilgilerin tamamına yakını, Kuran'ın temel kabullerine ters düşmektedir.
Anlaşılan odur ki, kader ve kadere iman konuları Kuran ışığında yeniden ele alınmalıdır.
Allah'ın nimetlerini dile getirin!
‘‘Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle dile getir.’’ (Duhâ 11. Ayrıca bk. A'raf 29, 74; Fatır 3; Bakara 231; Ahzab 9; Maide, 7, 11, 20)
Bu buyrukta istenen, Allah'ın verdiği nimetleri saklamamak, örtmemek ve paylaşımdan kaçırmamaktır. Bu da üç şeyi gerektirir: 1. Sahip olunan nimetlerin varlığını dile getirmek, sahte fakirlik oyunları yapmamak, 2. Nimetlerin varlığına rağmen kendini ve ailesini mahrum, sıkıntı içinde bırakmamak, 3. Nimetlerden başkalarına pay çıkarmak. Cimriliğe kaçmamak.
Tüm bu söylenenlerin dayanağı olan buyruk, Kasas Suresi, 77. ayette evrensel-kozmik prensibe bağlanmıştır. ‘‘...Allah'ın sana güzel davrandığı gibi sen de güzel davran / Allah'ın sana lütufta bulunduğu gibi sen de lütufta bulun...’’
VELİYÜDDİN EFENDİ
18. asır Türk hat sanatının önde gelen isimlerinden olan Veliyüddin Efendi İstanbul'da 1768'de öldü. Celi talik hatla yazılmış olan harf çalışmalarının biraraya getirilmiş olduğu bu albüm halen Topkapı Sarayı'nda muhafaza ediliyor. Özellikle levhalarda ve kitabelerde kullanılan celi talik hattın ustası olan Veliyüddin Efendi, hattatlığının yanısıra kadılık, Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği yapmış ve şeyhülislâmlığa kadar yükselmişti. Kendi adıyla bilinen kütüphanenin de kurucusu olan sanatkârın bu karalamasında, celi talik harflerin yazılış biçimleriyle ilgili yeni arayışlar içinde olduğu görülüyor.