Güncelleme Tarihi:
Neden? Çünkü Kur’an din adamı, din sınıfı, din kıyafeti tâbir ve kurumlarının tümünü yıkmıştır.
Din ilimleri âlimi olur ama din adamı asla olmaz. Eğer din adına İslam’dan söz ediyorsak gerçek budur. Gerisi Hıristiyanlıktan aktarılmış kabul ve kurumlardır.
Batı insanı, din adamı ve mâbet (kilise) denince, ister istemez engizisyonu da hatırlar.
Engizisyon, ortaçağdaki kilise hegemonyasının amansız ve acımasız din mahkemelerine verilen addır.
Ruhbaniyeti, yani din sınıfını kabul eden bir sistemde, engizisyon kaçınılmazdır.
İnsanoğlu, kendine üstünlük ve farklılık sağlayan kavram ve kurumların, değil silinmesine, aşınmasına bile izin vermez. Bu silinme ve aşınma kaçınılmaz olmuşsa o zaman hileye, aldatmacaya başvurur; o da yetmezse şiddete gider. Engizisyon, bu maceranın şiddet aşamasını temsil etmektedir. Tanrı adına hayatı cehenneme çeviren kahredici bir şiddettir bu...
Kur’an,engizisyona giden yolları tıkamıştır.
Her şeyden önce, ruhbaniyet denen din sınıfını kabul etmez. Ruhbaniyet, Tanrı adına bir uydurmadır. (Hadîd Suresi, 27)
Din sınıfı olmayınca, din kisvesi de yoktur. Vahyin muhatabı olan Hz. Peygamber bile, hitap ettiği insanların herhangi birisi gibi giyinmiştir.
Sarık ne İslam’ın ne de Hz. Peygamber’in alâmetidir. Hz. Ali’nin buyurduğu gibi, “Sarık, Arapların alâmetidir.” Sarık, Hz. Peygamber’in en yakın dostu Ebu Bekir tarafından taşındığı gibi, en kötü düşmanı Ebu Cehil tarafından da taşınmıştır. Çünkü Ebu Bekir de Ebu Cehil de Araptı. Ve sarık İslam’ın değil, Arabın alâmeti idi.
Arap, kendi alâmetini bize ‘İslam’ın alâmeti’ diye kabul ettirdi ve onun kalkanı altında yapay bir din sınıfı ensemize bindirildi. Yani Kur’an’ın yıktığı bir baskı sınıfı, Kur’an’ın dini adına kutsallaştırıldı.
Sarık gibi, daha onlarcası var.
İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI?
Ömür sermayemin en değerlilerinden biri saydığım <ı>‘İslam Nasıl Yozlaştırıldı’ı> adlı kitabım İslam’ın yıktıklarının İslam diye hayatımıza nasıl musallat edildiğinin 700 sayfalık belgesi ve din adına uydurulan yalanların bir tür dökümüdür. Mutluluğum odur ki, bu ‘devrim eser’, sadece yazıldığı Türkiye’de değil, tercüme edilip yayınlandığı Almanya’da da ‘best seller’ satmıştır.
Kur’an, engizisyona giden yolların tıkanması işini, din sınıfını hayatın dışına atmakla da bitirmez. Kur’an, resmî mâbet kavramına da yer vermemektedir.
Mâbet başkadır, resmî mâabet başkadır. İkisi çok farklıdır. Resmî mâbet varsa (Hıristiyanlıkta olduğu gibi), ibadeti başka bir mekânda yapamazsınız. İslam ise bütün yeryüzünü mâbet ilan ederek, her yeri secgâh yapmıştır. Eğer, bir ‘Allah’ın evi’nden söz edeceksek, o bütün yeryüzüdür.
Ölümüne yakın günlerde, kendisine, “Türbenizin üstüne yapacağımız kubbe nasıl olsun?” diye soranlara şu cevabı veren büyük Mevlâna Celaleddin (ölm. 1273), bu Kur’ansal gerçeği en güzel anlayanlardan biridir. Diyor ki soruyu soranlara:
“Mezarımın üstüne gök kubbeden daha güzelini yapabilir misiniz? O halde, bırakın üstümde gök kubbe kalsın!”
Kur’an bu anlamda mâbetsiz bir din getirmiştir. Başka bir ifadeyle, Kur’an’a göre, bütün yeryüzü mâbet, bütün meşru fiiller ibadettir.
Cami, resmî mâbet değildir. Esasında cami mâbet değil, toplantı yeridir. Adının anlamı da odur. Cem evinin adının anlamı da odur: Toplantı yeri. Herhangi bir toplantı yeri gibi oralarda da namaz kılınır. Camide kılınır da cem evinde kılınmaz kavgası yapanların cehaletlerine şaşarım.
Cami de cem evi de ‘Allah’ın evi’ falan değildir. Allah’ın evi olur mu? Evi olan bir varlık Allah olur mu?