Güncelleme Tarihi:
AKLI ETKİN KULLANMA CİHATTIR
Cihat sözcüğünün kök anlamı, çalışmak, bilinçli ve kararlı bir şekilde mücadele etmek, bir işi başarmak için çaba sarf etmektir. Yeni fikirler üretmek, farklı bakış açılarından yeni görüşlere ulaşmak anlamına gelen içtihat da aynı kökten gelir. Onurlu bir hayat mücadelesi cihattır. İnsanın kötü olandan uzaklaşarak, daima iyiden, doğrudan yana tavır alması cihattır. Aklı etkin kullanmak cihattır. En genel anlamda cihat, esasta Allah’ın istediği gibi bir insan olma; Allah’ın insana verdiği yaratıcı yetileri etkin kılarak iyiyi, güzeli ve doğruyu gerçekleştirme; yeryüzünü yaratılışın yasalarına uygun olarak imar etme faaliyetidir.
Daima adaletli olun
EN büyük cihat, Kuran’la yapılır (Furkan/52); Kuran, “İnsanlık için bir bilinç kaynağı/ kavrayış aracıdır; tereddütsüz bir inanca ve emniyete ulaşanlar için de bir rahmet ve hidayettir” (Casiye/20). Kuran’ın, insanla ilgili olarak bireysel ve toplumsal planda öne çıkarttığı en temel kurucu ilke adalettir. Bu konuda Kuran bizi şöyle uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Allah hakkı için dosdoğru, adaletli şahitler olun. Sakın bir topluluğa olan öfkeniz sizin haksızlık yapmanıza yol açmasın. Evet daima adaletli olun. Böyle olmanız, Allah’ın emirleri ve yasakları konusunda sorumlu, duyarlı, bilinçli olmanız bakımından en uygun olanıdır. Öyle ise bu bilinçte olun, Allah’ın azabından sakının. Çünkü Allah sizin yapıp ettiklerinizden daima haberdardır.” (Maide/8)
Cihat terörle örtüşemez
DİĞER taraftan, Türkçedeki “savaş” da, cihadın, temel hak ve özgürlükler tehdit edildiğinde, sadece barış için öne çıkması gereken bir türü olarak karşımıza çıkar. Bu konudaki belirleyici ayetlerden birisi Hacc suresinin 39’uncu ayetidir: “Haksız yere saldırıya uğrayan Müslümanlara, düşmana karşı savaşmaları için izin verilmiştir. Allah onlara her zaman yardım edip onları muzaffer kılmaya kadirdir.” (22/39) Bir sonraki ayet, “haksızlığa uğrama”yı açıklığa kavuşturmaktadır: “Onlar ki, sadece ‘Rabbimiz Allah’tır dedikleri için yurtlarından sürülüp çıkarılmışlardır.” (22/40) Buradan çıkan en önemli sonuçlardan birisi, Müslümanların ancak zorunluluk halinde savaşabilecekleri gerçeğidir. Zorunluluğu belirleyen de, can, mal, ırz ve namusun tehlikede olması, özgürlüklerin ve temel hakların toplumun elinden alınmak istenmesi gibi durumlardır. Ancak burada bile ilkeli olunması gerektiğini belirtir Kur’an: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez”. (Bakara/190).
TÜM İNSANLIĞI ÖLDÜRMÜŞ GİBİ
Müslüman insandan, hiç kimse, insan onurunu zedeleyecek davranışlar karşısında sessiz kalmasını bekleyemez. Ancak İslam, savunma amaçlı savaşın bile, insanı insan yapan ilkelere uygun olarak yürütülmesini ister. Bu bağlamda, bırakın cihadı, savaş hiçbir şekilde terörle özdeşleştirilemez. Hiçbir gerekçe, savaşmayan, masum insanların hunharca öldürülmesini haklı kılamaz. Hele “canlı bomba” türü eylemleri din adına meşrulaştırmak hiç mümkün değildir. Eğer savaş, sadece ve sadece onurlu bir şekilde yaşamak için, barış için yapılıyorsa, hiçbir şeyin, “Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir; bir insanın hayat bulmasına sebep olan, bütün insanlığa hayat sunmuş gibidir” (Maide/32) ilkesini gölgelememesi gerekir. İslam’da asıl olan hayat ve barıştır; ölüm ve savaş değildir.
Çağdaş İslam’ın kodları
Doç. Dr. Maraş, Hz. Muhammed’den (s.a.v.) başlayarak tarihsel süreçteki gelenekten beslenmiş olan Çağdaş İslam Düşüncesi’ne ilişkin temel bilgileri paylaşıyor.
Doç. Dr. İbrahim Maraş - Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı
ÇAĞDAŞ İslam Düşüncesi, İslam düşünce tarihinin halen tecrübe ettiğimiz bir safhasını oluşturmaktadır. İçinde halen bir aktörü olduğumuz bu dönemin, temel fikri çizgisi ve ortaya attığı kavramlar bakımından 18’inci asırda Hint alt kıtasında Türk- Babür Devleti’ndeki tecdit düşüncesinden, diğer bir ifadeyle Şah Veliyullah Dihlevî’den (ö. 1762) başlatılabileceğini söyleyebiliriz. Ki her bölgenin kendi içerisinde de bazı dönüşümler geçirdiğini kabul etmek ve esasında Hz. Muhammed’den (s.a.v.) başlayarak tarihsel süreçteki gelenekten beslenmiş olduğunu unutmamak kaydıyla..
Bu düşünce, kimleri etkiledi?
Bir taraftan sufî kişiliği olmakla birlikte sûfîleri eleştiren, diğer taraftan da Hanefi olmasına rağmen mezhepler üstü bir tavır sergileyen Şah Veliyullah, fikirleriyle sadece Hint alt kıtasındaki İslami düşünceyi belirlemekle kalmadı kendisinden sonraki dönemde hem aynı bölgedeki Seyit Ahmet Han, Mevlana Ubeydullah Sindî, Muhammed İkbal, Mevdudi ve Fazlurrahman gibi önemli ıslahçıları, hem Mısır’daki Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh gibi düşünürleri ve çağdaş İran düşüncesini, hem de Kazan bölgesindeki ceditçilik hareketini beslemeye devam etti. Halen de günümüz İslam düşüncesini etkilemeye devam etmektedir.
Nasıl bir etki bu?
Meselâ, Şah Veliyullah’tan en çok etkilenen Muhammed İkbal, Şah Veliyullah’ın en önemli yorumcularından birisi olan Mevlânâ Ubeydullah Sindî’nin etkisindeki Musa Carullah’ı da bilmektedir. Bu ve benzeri çoğaltabileceğimiz örnekler çağdaş İslam düşüncesinin ve dolayısıyla da onun en ağırlıklı yönünü oluşturan tecdit hareketinin, günümüzdeki pek çok araştırmacı ve yazarın iddia ettiği gibi, bir tecdit hareketi olmaktan çok bir “yeniden inşa” hareketi olduğu veya “modernizmin ve modernitenin etkisi” altında geleneksel anlayıştan tamamen savrulduğu veya saptığı vs. gibi iddiaları temelsiz bırakmaya yeterlidir.
Temel fikirleri nelerdir?
Çağdaş İslam düşüncesinin, yüzyılın başına kadarki süreçte, gerek Hint bölgesindeki durumu gerek Kazan ve gerekse Mısır’daki durumuna baktığımızda, temel fikirlerinin; asla gelenekten bir sapmayı temsil etmediği, bilakis geleneğin sadece tarihsel süreçte hâkim duruma geçen belirli bir zihniyetini temele almaksızın gelenekteki farklı bakış açılarının, bu düzlemde felsefî ve tasavvufî ve hatta, başta Maturîdîlik olmak üzere, kelamî görüşler vb.lerinin, daha dikkatli bir okunuşla yeniden ele alınması ve bunlara dönemlerinin bakış açısıyla yeniden bir yorum getirilmesi çabasından başka bir şey olmadığı görülecektir. Yukarıdaki kanaatimizi ispat sadedinde birkaç örnekle yazımızı bitirelim:
Önce Allah’ın kitabını alırız...
Kuran-ı Kerim, birçok ayette tamamen olumlu bir anlamda ıslah edicilerden ve bunun zıddı olan müfsidlerden bahsetmekte ve bilinçsiz taklidi kesinlikle reddetmektedir. (Bakara, 2/228; Hud 11/88; el-A’raf 7/170). Bu yüzdendir ki, bazı âlimler, bir âlimin veya müctehidin yoluna uyan sıradan insanı taklitçi olarak görmemiş, delile dayanmayan taklitçiye mukallid adını vermişlerdir. Hatta bunu sadece sıradan insan (ammî)-âlim ilişkisinde de görmeyen meşhur imamımız Ebu Hanife, kendi ictihad metodunu izah ederken âlim-âlim ilişkisinde bile taklide yer olmadığını izaha çalışmıştır.
Kuran’dan Dualar
HZ. İbrahim, İsmail’le birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltirken Allah’a şöyle yalvarır: “Rabbimiz! Kabul buyur bizden! Yalnız Sensin tüm duaları işiten; ve gönüllerdekini bilen de yalnız sensin!”. “Rabbimiz! Bizi kayıtsız şartsız sana teslim olan kimselerden eyle! Soyumuzdan da sürekli sana teslim olacak önder topluluklar var et! Bize nasıl kulluk yapacağımızı göster ve bizi affet! Hiç şüphe yok ki sen tevbeleri çokça kabul edensin, rahmetle muamele edensin”
(Bakara/127- 128).