Güncelleme Tarihi:
‘‘... en kötü ihtimalle, başarısız olsa bile, en azından büyük bir şeyi denerken başarısız olur ve onun yeri asla kaygıyı, bozgunu hiç tatmamış soluk , çekingen ruhların yanında olmayacaktır....’’
Bundan bir hafta önce Ağrı Dağı kış tırmanışı için Van uçağına bindiğimizde, ne biz hayatımızın en kötü kabusuna, ne de İskender son yolculuğuna gittiğini bilmiyordu. Herşey olağan bir kış tırmanışı heyecanıyla başladı. 25'inde bindiğimiz Van uçağının, kötü hava koşullarından dolayı alana inemeyip, tekrar İstanbul'a geri dönmesi bile bize önümüzdeki kabusu çağrıştıramadı.
Bütün kararlılığımız ve iyi niyetimizle, Ağrı Dağı'na gerçekleştireceğimiz ikinci tırmanışımızı hayal ediyorduk. Dört ay kadar önce, hoş bir sonbahar sabahı Ağrı'nın zirvesinde, 10 yıllık sabır ve özlem dolu bekleyişimizin ardından sevinç içinde beş kişi birbirimize sarılmıştık. Ve Ağrı ile ikinci ortak buluşmamızda hayallerimiz, beklentilerimiz yine aynıydı.
Van'ın güzelim kahvaltı salonlarında yediğimiz lezzetli bir kahvaltı, ardından da Doğubayazıt'taki dostlarımızla gittiğimiz harika ocakbaşı, tırmanış öncesi morallerimizi en üst seviyeye çıkartmıştı.
Ertesi sabah da, Doğubayazıt Jandarma Asayiş Komando bölüğünün araçları ve askerlerinin koruması altında, 2400 metredeki araç yolunun gittiği son noktaya kadar çıktık. Sonra da sırt çantalarımızı yüklenip önce 3200 metredeki 1. kampa, rahat bir gecenin ardından da ertesi gün 4200 metredeki 2. kampa tırmandık.
Durumumuzun iyi olmasından ve hava koşullarının uygun olmasından dolayı da, sonraki gün zirveyi zorlamaya karar verdik. Böylece İskender, Kuvvet Abi, Selçuk ve ben sabah 06.00 gibi kalkıp hazırlığımızı yaptık ve zirve tırmanışımıza başladık.
Gayet rahat ve tempolu bir şekilde yükselerek, küçük molaların ardından 5000 metredeki dik ve tehlikeli parkura girdik. Doğrusu ya, dağcılık hayatımda beni ciddi şekilde tedirgin eden çok fazla yer olmamıştır, bu yan geçişten gerçekten korktum. Çıkış boyunca burayı nasıl ineceğimizi düşündüm. Hatta bir ara durup, arkamdan gelen İskender'i beklemeyi ve Selçuğun taşıdığı iple emniyet almayı bile düşündüm. Ancak yavaş ve dikkatli bir şekilde yükselerek bu cam buz yan geçişi tamamladım ve zirveye giden platoya çıktım. Hızlı bir şekilde son yüz metreyi de tırmanarak saat 12.30'da zirveye vardım.
Rüzgardan dolayı fazla oyalanamadım, sadece telsizle Jandarmaya zirveye ulaştığımızı haber verdim ve bir kaç fotoğraf çekip inişe geçtim. İnerken dikkatli ve kendinden emin adımlarıyla yükselen İskender'in yanından geçtim ve beni tedirgin eden buzul yan geçişinin başına geldim. Burada da önce Selçuk, arkasından da Kuvvet abi yanımızdan geçip zirveye doğru yükselmeye devam etti.
İniş için uygun bir yer aranmaya başladım ve gözüme kestirdiğim bir yerden yan geçişe başladım. Buzula 10 metre kadar girdim ama devamından bir türlü emin olamadığım için tekrar geri çıktım. Biraz daha parkuru araştırdım ve yeni bir yerden tekrar inişi denedim. Bu sefer 20 metre kadar ilerledim ve daha fazla alçaldım ama yine sağlıklı bir yan geçiş rotası bulamadım ve aynı yeri geri tırmandım. İki kez deneyip inememenin getirdiği artan tedirginliğimle, son kez bu sefer daha soldan ve çıktığım rotaya yakın bir yerde, Selçuğun yanımdan geçerken bahsettiği dar çatlak hattına girdim. Orada da 15 metre kadar indim ama çatlak iyice gözden kaybolunca bu planım da tutmadı.
iple denemek şarttı
Böylece artık burayı iple denemenin şart olduğuna karar verip yine geri çıktım. Başarısız iniş denemelerim sırasında zaten İskender ve Selçuk da zirveye ulaşıp yan geçiş yerine gelmişti. Hemen Selçuk'tan ipi aldık ve hazırladık. Hattımız sadece çok hafif bir denge unsuru için kullanıldı. Gerçek bir buz emniyeti ancak buz vidası veya buz çubuğuyla alınır. Ancak burada böyle sağlam bir emniyet sistemi değil sadece dengemizi koruyacağımız basit bir sistem kurduk. Hızlı ve güvenli bir şekilde ipi açıp Selçuğun emniyeti altında yan geçişi tamamaladım ve hemen arkamdan da İskender'in aldığı emniyetle Selçuk yanıma geldi. Kuvvet abiyi beklerken kazmamın ucunu olduğu kadarıyla buza saplayıp ipin bendeki ucunu sabitledim. Sıra ona geldiğinde İskender onun emniyetini de hazırladı ve daha inişe başlayamadan olan oldu.
Selçuğa aşağı inmesini söylemiştim ama daha inişe geçmeden yukarıdan bir gürültü koptu. Kuvvet abi yan geçişin beş metre üzerinde dengesini kaybedip düştü ve kaymaya başladı. Selçukla yapabileceğimiz tek şey, ipin bizdeki ucuna sahip olmak ve tabii ki, bu darbenin bizim üzerimizde yaratacağı etkiyi minimuma indirmekti. Aman dikkat, ipi tut, kayma, kaymasın filan derken tabii ki, Kuvvet abinin ağırlığı ipe vurunca kazma filan fırladı giti. Onunla birlikte biz de dengemizi yitirdik.
Selçuk da, ben de pozisyonumuzu kaybedip kaymaya başladık. Selçuk dizlerini vurma pahasına, ancak 10-15 metre sonra bütün gücüyle cam buza saplamaya çalıştığı buz kazması sayesinde durabildi. Ben dik buzulda, kazmasız bir halde kaymaya başladım ama şans eseri kendimi geriye yatırıp, daha hızlanmadan kramponlarımın ucunda durmayı başardım. Kendimizi durdurduktan sonra da, Kuvvet abinin de 25 metre aşağıda buz kazmasıyla durabildiğini farkedip rahat bir nefes aldık. İskender'in de yukarıda, en güvenli yerde olduğu düşüncesi, ama yine de, onun da sağlam olduğuna emin olmanın içgüdüsüyle, daha Kuvvet abinin yanına gitmeden, ‘‘İskender’’, ‘‘İskender’’ diye bağırmaya başladık.
Ta ki, Kuvvet abi, ‘‘İskender yanımdan jet gibi geçti, gitti’’ deyinceye dek. Allahım, Nasıl olur, Nasıl olur, Nasıl, Nasıl, Niye diyerek, kazmasız bir şekilde hızla Kuvvet abinin yanına indim ve Selçuk'la birlikte ne olduğunu anlamaya çalıştık. Bir dağcının en büyük kabusu, biricik İskender'imizin başına gelmiş. İskender, buzulda kayıp yüzlerce metre aşağıya uçmuş. Böyle bir düşüşte şansımız çok küçük bile olsa, şu anda şoka girecek, ağlayacak vaktimiz yok. Yapmamız gereken şey önce onun yerini tespit etmek. Hızla inmeye başlayıp, iyice sola kayarak buzulda İskender'i görmeye çalışıyorum. Birkaç yerde buzulu görüp, aşağıda İskender'e ait bir iz arıyorum. Tek görebildiğim turuncu renkli bir kumaş; büyük ihtimalle İskender'in çantasından fırlayan bivak torbası.
ANLAMSIZ, SAÇMA, YERSİZ
Durum korkunç. Derhal, daha bir saat önce zirve haberini verdiğim Jandarmaya bu kez acı haberi vermek için telsiz çağrısı yapıyorum. Sonrası, iki gün boyunca Komutanlarla, AKUT'tan arkadaşlarla görüşme ve kurtarma operasyonunu çok hızlı bir şekilde organize etmekle geçiyor. İskender'in düştüğünü duyan inanmıyor, inanmak istemiyor. Haber, gerçek olamayacak kadar anlamsız, saçma, yersiz. İskender'in tecrübesi ve bilgisine sahip biri nasıl düşebilir. Düşmez, düşemez, dengesini kaybedemez.
İskender'i bir kez bile görenler, onunla bir kez bile konuşanlar, o sıcacık gözlerdeki içtenliği ve yumuşacık ses tonuna vurulurlardı. Bu kadar yetenekli, iyi niyetli, sevgi dolu ve her an pozitif enerji yayan mütevazi bir çocuğun kayıp haberi, onu az tanıyanları da, çok tanıyanları da sarstı. Can dostları, gözyaşlarını içlerine akıtıp onu arama çalışmalarına katılmak için Türkiye'nin dört bir yanından geldiler, sevdikleri, her an bir mucize haberi bekleyerek sabırla dua ettiler. Bütün tecrübeme ve öngörüme rağmen ben bile, İskender'in yeteneğinde ve tecrübesinde bir dağcının, ilk anda ölmezse, yaralı bile olsa, o koşullarda bile kendi başının çaresine bakabileceğine ve dostlarının onu almaya geleceğini bekleyeceğine inanmaya çalıştım. Öyle bir düşüş için, mucize kavramının bile dışında kalacak bir durum...
Kaza haberinin üzerinden daha sekiz saat geçmeden AKUT'tan yaklaşık 50 kişi, ORDOS, YTÜDAK, BÜDAK, BÜMAK, DOST'lular, Dağcılık Federasyonu, İstanbul, Ankara ve Kayseri'den dağcılar, Erzurum Sivil Savunma Birliği, Genel Kurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, 1. Mekanize Tugay Komutanlığı, Doğubayazıt İlçe Jandarma Komutanlığı ve Doğubayazıt Jandarma Asayiş Komando Bölüğü'nden oluşan çok kalabalık bir ekibin inanılmaz uyumlu ve planlı çalışması ve 3. Ordu Hava Alayı'nın son derece yetenekli pilotlarının 4 bin 600 metre yükseklikte gerçekleştirdiği muhteşem hava operasyonunun sonucunda İskender'in cansız bedenine ulaşıldı.
Ve İskender'in yolculuğu burada sona erdi.
Ah İskender ah, neden be koçum, daha yapacağımız bu kadar çok şey varken, kurtaracağımız bu kadar insan, önümüzde bu kadar büyük projelerimiz varken AKUT'u Türkiye'ye yakışır bir kurum haline getirecekken bu kadar zamansız gidilir mi? Sen her zaman her şeyi planlı, düzenli, organize yapardın. Bizi nasıl bıraktın bir başımıza, sen yokken kim bastıracak tartışmalarımızı, kim eliyle ara işareti yapıp güleç yüzüyle hepimizin fikirlerini derleyip, toplayıp orta noktayı bulacak. Kim bizi her yerde, her durumda en iyi şekilde temsil edecek. Kim inisyatif kullanıp dağlarda, depremlerde, aramalarda, kurtarmalarda ekiplerimize liderlik edecek.
AH İSKENDER AH!..
Ah İskender ah, gelecekte kim AKUT'un başkanı olacak...
En acısı ne biliyor musun, senin iyi olduğunu bilsem, ister Patagonya'da, ister Uganda'da ol, nerede olursan ol, yeter ki iyi ol. Dostluğumuza, sıcaklığına, sevecenliğine hasret sabreder beklerdim, hepimiz beklerdik. Ama İskenderim, seninle Gölcük'te, Değirmendere'de, Düzce'de, Atina'da, Aladağlar'da, onlarca şanssız cesedi plastik, soğuk, fermuarlı torbalara soktuktan sonra, soğuk bir kış günü, Doğubayazıt düzlüklerinde askeri bir helikopterin altında aynı soğuk, plastik, fermuarlı torbaya yalnız başıma genç bedenini sokmak var ya, bana bile fazla geldi koçum...
Şu anda tek tesellim, senin hakkındaki duygularımı, düşüncelerimi, sana Değirmendere'de dile getirmiş olduğum düşüncesi. Sana çok güvendiğimi, inisyatifine, değerlendirmelerine, çalışkanlığına, kararlılığına, dayanıklılığına, dürüstlüğüne, dostluğuna inandığımı ve ihtiyaç duyduğumu söylemiştim. Kendimi bu kadar açtığım çok az kişiden biriydin. Ve beni hep şaşırttın be İskender, insan hiç mi hata yapmaz, yanlış karar vermez yahu...
Gelecekte hep sırtımı sana dayayabileceğimi, çünkü senin hep orada olacağını düşünürdüm. Biliyor musun hala öyle düşünüyorum. Seni seven birinin dediği gibi artık dostumuz İskender yok ama meleğimiz var...