"
Her şeyden önce, muhafazakár çevreler, hoşgörülü olduklarını, Binnaz Toprak’ın araştırmasına saygı göstererek kanıtlamalı." Sabah Gazetesi yazarı
Nazlı Ilıcak, sanki neler olup biteceğini biliyormuş gibi böyle yazdı ama bu uyarı da sonucu değiştirmedi. Muhafazakár çevreler,
Prof. Binnaz Toprak başkanlığında
İrfan Bozan, Tan Morgül ve
Nedim Şener tarafından yapılan, "Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakárlık Ekseninde Ötekileştirilenler" araştırmasını hemen topa tuttu. Aslında bu, bilinen, beklenen ve giderek alışılan bir tutum. Çünkü, Türkiye uzunca bir süredir zihniyet kaymaları içinde bocalayan bir ülke görüntüsü içinde.
Bunun sıradan insanların dünyasına yansıması ile isimlerinin önünde profesör, doçent gibi sıfatlar bulunan veya kendilerini ’kanaat önderi’ olarak tanımlayan insanların dünyasına yansıması farklı oluyor elbette. İdeolojik fayda ön planda tutularak tutum alındığında, ne inandırıcılık kalıyor, ne vicdan, ne de bilim saygısı.
Benzer bir tutum
Prof. Şerif Mardin’e karşı da takınılmıştı. Said Nursi üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınan
Prof. Mardin, laik çevreler tarafından afaroz edilmiş, Nurcu olmakla suçlanmış, bu ve benzeri nedenlerle Türkiye Bilimler Akademisi’ne de alınmamıştı. Ancak, son tartışma, bütün bunları unutturmuştu hemen.
Prof. Mardin, "mahalle baskısı"ndan söz ettiği zaman hararetle alkışlanmış, aynı
Prof. Mardin, üstelik aynı çerçevede, "İmam öğretmeni yendi" dediği zaman hakaretlere maruz bırakılmıştı. Doğal olarak tersi de doğruydu bunun: "Mahalle baskısı" dediği için
Prof. Mardin’in daha önce yaptığı çalışmaları bile küçümseyenler, "İmam öğretmeni yendi" dediğinde tıpkı eski dönemlerdeki gibi alkışlamışlardı.
İşimize gelmezseKamuoyu araştırmacı
Tarhan Erdem de neredeyse aynı şekilde linç edilmişti. AKP’nin yüzde 47 oy alacağını tahmin eden araştırma yayımlandığında,
Tarhan Erdem’e en kaba ve ağır hakaretlerde bulunanlar,
seçim sonuçları ortaya çıktığında özür dileme ihtiyacını bile duymamışlardı mesela.
Erdem, başörtü konusundaki bir tartışmada, "Üniversitelerde türban serbest bırakılırsa başı açık öğrenci kalmaz" dediğinde ise bu kez İslamcı ve liberal çevrelerin hakaretlerine maruz kalmıştı.
Aslında bu durum, memleketimizin zihni travmasını da koyuyor ortaya. Söz gelişi, Taraf’tan
Yıldıray Oğur, "Kim derdi ki gün gelsin George Soros’un finanse ettiği Açık Toplum Enstitüsü Türkiye’de ezilen Kemalistlerin sorunlarını dile getiren bir araştırmaya destek versin" derken, Milliyet’ten
Ece Temelkuran, "Binnaz hanım hoşgeldiniz. Bu söylediklerinizi yazan insanlar uzun süredir bu ülkede karikatürleştiriliyor veya liberal entelektüel çevrelerden aforoz ediliyor. Siz de anti-demokrat ilán edilen gruba gelmiş oldunuz böylece" diyecektir.
"Türkiye/ode Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler" araştırmasının tanıtılıp tartışıldığı toplantıya katılanlardan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ayşe Buğra ise
"Bu araştırmada neden Kemalizm’in tutuculuğundan bahis yok. Biz o tutuculuktan çekiyoruz" sözlerini şöyle eleştirdi:
"Şahinciğim biliyorsun bilim yanlışlama yöntemiyle ilerler. Karl Popper’i seninle birlikte okuduk biliyorsun. Siyah Kuğu’yu hatırla. Bu araştırma bizim bazı bilgilerimizi yanlışlamıştır. Bugüne kadar biz hep ’Devlet Müslümanları baskı altında tutuyor. Tek baskı da budur’ söylemiyle yaşadık. Bu araştırma bunu yanlışlıyor."Muhafazakárlaşıyor muyuz?Ali Bulaç (Zaman): Araştırmanın baskın karakteri operasyonel. Ana tema şu: "1999 yılında halkın yüzde 42’sinin Türkiye’de dindar insanlara baskı yapıldığı yönündeki kanı, 2006’da yüzde 17’ye düşmüş bulunuyor (...) Demek ki laiklik ve cumhuriyet tehdit altında! Harekete geçmenin meşruiyet çerçevesi oluşmuş.
Yasin Aktay (Yeni Şafak): Çalışmanın en önemli bulgusu Türkiye’de muhafazakárlığın günden güne güçlendiği ve her geçen gün özellikle laiklere karşı büyüyen bir hoşgörüsüzlüğe kaynağını oluşturduğudur (...) Bir sosyal bilim çalışmasının bu çok sıradan gündelik hayat bilgisini bile dikkate almadan yürütülmüş olması düşündürücü.
Türker Alkan (Radikal): İnsanlar tepkilerden çekindiği için tutucu çevrelerde içki içemiyor, istedikleri gibi giyinemiyor, cemaatlerden baskı görüyor, işadamları kendi cemaatlerinden olmayan kişileri dışlıyor, onlarla iş yapmıyor, Aleviler kimliklerini gizlemek zorunda kalıyorlar...
Ekrem Dumanlı (
Zaman): Açık söylemek zorundayım ki bugüne kadar böyle bir vahim araştırma görmedim. Sapır sapır dökülüyor. Hemen her satırında önyargının izlerini taşıyor (...) araştırmayı okuyan herkes, ’bu çalışma uzayda yapılmış olmalı’ sonucuna varacaktır.
Mahalle baskısı var mı?Ali Bulaç (zaman): Mardin Hoca, bir zamandır üstü kapalı bir korku temasını öne çıkarıyor. Niyeti bu olmasa da, bu ’korku’ teması bugün Amerika’da ve Avrupa’da ’medeniyetler çatışması’ tezine göre geliştirilen İslamafobi (İslam korkusu)’yle tam örtüşme halinde.
Yasin Aktay (Yeni Şafak) Doğrusu, her şey olurdu da "mahalle"yi "baskı" sözcüğü ile aynı terkip içinde kullanan Şerif Mardin olamazdı, olmamalıydı. "
Türker Alkan (Radikal): Gece gündüz Malezya okuyor, Malezya yazıyor, Malezya konuşuyoruz. Kendimizi Malezya üzerinden tanımaya çalışıyor gibiyiz. Bir diğer yeni uzmanlık alanımız, ’mahalle’ baskısı oldu. Mahalle nedir, baskısını nasıl kurar, durmadan bunu tartışıyoruz. Aslında iki konu da birbiriyle yakından ilgili. ’Mahalle baskısı yoluyla Malezya olma tehlikesi’ asıl konumuzu oluşturuyor.
Ekrem Dumanlı (Zaman): Mardin Hoca öğretmen-imam mukayesesi de yapıyor. Medyadaki aynı yanlış yaklaşımların bu konuda da ortaya çıkacağını şimdiden kestirebiliyorsunuz. Çünkü bizim medya işine gelen her lafın üstüne politik bir şehvetle atlıyor. (...) Sözün sahibi kullanımdan duyduğu rahatsızlığı dile getirirse derin bir tereddüt hásıl oluyor.
Anadolu’dan görüntülerAralık 2007-Temmuz 2008 arasında yapılan bir araştırma bu. Erzurum, Kayseri, Konya, Malatya, Sivas, Batman, Trabzon, Denizli, Aydın, Eskişehir, Adapazarı ve Balıkesir illeri ile Sultanbeyli ve Bağcılar ilçelerinde 401 kişi ile yüz yüze görüşülmüş.
Amaç, kendisini İslamcı veya dindar olarak tanımlayanların dışındakilere yönelik baskıları ortaya çıkartmak Bu nedenle, Aleviler, Kürtler, Çingeneler ve giderek farklı bir kimlik olarak ortaya çıkan "laikler"e yönelik baskılar ve nitelikleri incelenmiş.
Bu yapılırken CHP, ADD, Eğitim-Sen, muhtelif Alevi örgütleri, ticaret, sanayi ve tabip odalarından görüşmeler konusunda destek alınmış.
Araştırmacıların Türkiye’yi temsil etmek gibi bir iddiaları yok. Sadece somut olaylar aktarılıyor. ÇARPICI SONUÇLARAnadolu’da başı açık kadına yer yok. Başörtü ve diğer alanlarda ’mahalle baskısı’ giderek yaygınlaşıyor.
Anadolu’da kız-erkek arkadaşlığı, sadece kampüs içinde mümkün.
Erkekler için saç uzatmak, küpe takmak, renkli kıyafet giymek, taciz sebebi. "Ulan anana benzeyeceğine babana benze" en yaygın hakaret.
Anadolu üniversitelerinde Ülkücülerin ve Alperen Ocakları mensuplarının baskı ve egemenliği var.
Aleviler, Kürtler, Solcular ve Laikler, inanılmaz ölçüde dışlanıyor.
Anadolu kentlerinde yaşayan ve okuyan gençlerin en temel amacı, bir an önce hem o kenti hem de ülkeyi terketmek.
İçkili mekán bulmak giderek imkánsız hale geliyor.
RP-AKP, bunun hem nedeni, hem sonucu.
Balkonda şortla kahvaltı yapmak bile sorun oluyor.
Çoğu Anadolu kentinde Kürtler’e selam verilmiyor. Kürtler de bunun için doğdukları kenti gizliyor. Ailesi ile bile Kürtçe konuşamıyor.
Atatürkçü olmak,
Atatürk posteri asmak neredeyse suç olarak algılanıyor ve cesaret istiyor.
Polis ayrımcılık yapıyor. Bu nedenle, bazı ADD örgütlerinin kapısında sivil giyimli askerler nöbet tutuyor
Müslümanlar tarafından "rahmet" ayı olarak nitelenen Ramazan, Anadolu’da "şiddet ayı" olarak yaşanıyor.
Anadolu kentlerinde geceleri hayat yok, tam bir askeri kamp görüntüsünde (Eskişehir müstesna.)
Anadolu’da Hıristiyan olmak neredeyse imkánsız. "Sünni Türkler’in Anadolusu’nda" onlar da Aleviler, Kürtler gibi görünmez olmak zorundalar.
Gülen Cemaati’nin faaliyetleri her kentte öne çıkmış durumda. Cemaate mensup olmadan ticaret yapmak, para kazanmak mümkün değil.