Hıristiyan ve Musevi dünyası, Mel Gibson’ın yönettiği The Passion of Jesus Christ (İsa’nın Çilesi) isimli
film yüzünden şu sıralar büyük bir tartışma yaşıyor.Bundan önceki son tartışma, 1988’de Martin Scorsese’in yönettiği The Last Temptation of Christ (Günaha Son Çağrı) filminde ortaya çıkmıştı. Nikos Kazancakis’in romanından uyarlanan bu filmde İsa, idama mahkum edildiği sırada, birden sıradan bir insan gibi yaşama arzusuna kapılıyor ve neredeyse misyonundan vazgeçiyordu. Hıristiyanların, hatta Müslümanların dünyanın her yerinde protesto ettiği bu filmden 16 yıl sonra gösterime giren Gibson’ın filmi ise Hıristiyanlığı sorgulayan bir yazarın romanından değil, kutsal metinlerden yola çıkılarak, İsa’nın son 12 saatini anlatıyor. Ama dinle ilgili bir roman yazmak ya da film çekmek, en az Hz. İsa’nın başına geçirilen taç kadar dikenli bir macera. O film veya kitaptan herkes bir başka nedenle rahatsız oluyor. Şu andaki ateşli Hıristiyanlık tartışmaları da, bu filmle sınırlı değil. Amerikalı üç yazarın yıllar süren araştırmalarını kapsayan bir kitap, Hıristiyan dünyasının temelinde yatan inançları çok daha derinden sarsıyor. Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln’ün akıcı bir üslupla yazdığı Holy Blood, Holy Grail (Kutsal Kan, Kutsal Kase) adlı bu kitaptan, Hıristiyanlığın en gizli yönleri ile ilgili çıkan tartışmaları öğreniyorsunuz. Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi adlı best seller romanında anlattıklarını daha derinlemesine kavrıyorsunuz. İşte Kutsal Kan, Kutsal Kase’de ortaya atılan iddialar....1İsa politik bir kişiydi Romalılar onu devlete isyan ettiği için idama mahkûm ettiDört havari tarafından yazılan İncillere göre, İsa, politik bir kişi değildi. Yani, dönemin en büyük gücü ve Musevilerin yaşadığı Filistin’in hakimi olan Roma İmparatorluğu ile bir sorunu yoktu. Roma yasalarına saygılıydı. Oysa gerçekte İsa’yı Romalılar, Roma yasalarına dayanarak cezalandırmışlardı. Sadece imparatorluğa ihanet eden kişiler çarmıha gerilerek öldürülürdü. Eğer İsa çarmıha mahkûm edilmişse, demek ki o İncil’de belirtildiği gibi politikadan uzak kalmayı yeğleyen biri değildi. Devlete ihanetten öldürülmüştü. Daha önce ve sonra pek çok asinin başına gelen onun da başına gelmişti. Örneğin 1972’de Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı, Türk Ceza Kanunu’nun 146/1 maddesinden, yani devleti silah zoruyla yıkmaya teşebbüs etmekten yargılanıp idama mahkum edilmişlerdi.Mel Gibson’ın İsa’nın Çilesi adlı filminde, onun ölümünden Roma yönetiminin değil de içinde yaşadığı Musevi topluluğunun sorumlu olduğu belirtiliyor. Bu yüzden Katolik yönetmen çok eleştiriliyor. O da kendisini ‘Ben İncil’de yazanı anlattım’ diye savunuyor. Bunda bir haklılık payı var. Ancak Kutsal Kan, Kutsal Kase yazarları İncil’in bu olayı tarihi gerçeklere uygun olarak anlatmadığı görüşündeler. İncil’de dönemin Roma Valisi Pontus Pilatus, hoşgörülü bir adam olarak tarif ediliyor, hatta İsa’nın çarmıha gerilmesine pek istemeden onay verildiği iddia ediliyor. Ancak yazarlara göre İncil’i yazan dört havari, bu metinleri Romalılara hitap ederek, onları kazanmaya çalışarak kaleme aldıkları için söyledikleri güvenilir değil. İncil’de İsa’nın önce İhtiyar Museviler Kurulu Sanhedrin adlı bir grup tarafından yargılandığı belirtiliyor, ancak gerçekte Sanhedrin idam kararı vermeye yetkili değil. Bu nedenle yazarlar, İsa’nın idamından esas Roma yönetiminin sorumlu olduğunu belirtiyor. 2İsa çarmıha gerilmekten son anda kurtulduİsa’nın İncillerde anlatıldığı şekliyle çarmıha gerilme hikayesinde tutarsızlıklar var. Sağlıklı bir kişi, çarmıha gerildikten sonra en az bir iki gün sağ kalabilir. Ancak ayakları da çarmıha bağlanmaz ya da çivilenmezse daha çabuk ölebilir, çünkü bedeni aşağı doğru sarkacağından nefes alamaz. Halbuki İsa’nın ayakları da çarmıha çivilenmişti. İsa’nın en az iki gün çarmıha gerili olarak yaşaması gerekirdi. Oysa o bir kaç saat içinde ölü ilan edilmişti. Hatta Markos İncil’inde, Roma Valisi Pontus Pilatus’un bile ölümün çabukluğu karşısında şaşkınlığa düştüğü belirtiliyor. Dördüncü İncil’e (Yuhanna İncil’i) göre, İsa susadığını söylüyor, bunun üzerine sirkeyle ıslatılmış bir süngerin yüzüne tutulduğu belirtiliyor. Sirkenin kısa bir süre için kişiye enerji verdiği bilinir. Oysa İncil’e göre İsa sirkeli süngeri koklar koklamaz son sözlerini söyleyip ölüyor. Sirkenin böyle bir etkisi söz konusu olamaz. Bir başka olasılık, süngere sirke değil, belladonna (güzelavrat otu) özü damlatılmış olabileceği. Bu ot, Ortadoğu’da bir tür uyuşturucu olarak kullanılıyordu. Bunu kokladığında İsa kendinden geçebilir. Ama niçin onu uyuşturmak istesinler?Çarmıha gerilmeyle ilgili bu tutarsızlıkları belirttikten sonra, Kutsal Kan, Kutsal Kase kitabının yazarları, İsa’nın idamdan kurtulduğu yolundaki iddiaları araştırıyorlar. Bu aşamada Kuran önemli bir dayanak oluşturuyor. Yazarlara göre, Kuran’da Hz. İsa’nın adı en az 35 kez geçiyor. Her seferinde de etkileyici sıfatlar kullanılıyor. Örneğin ‘Allah’ın Habercisi’ ve ‘Mesih’ gibi. Hz. İsa, Kuran’a göre ölümlü bir peygamber ve Allah’ın sözcüsü. Ancak, Müslümanların kutsal kitabında, İsa’nın çarmıhta ölmediği belirtiliyor: ‘O’nu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. O’nda anlaşmazlığa düşenler bundan dolayı şüphe içindedirler, o hususta tahmin peşinde gitmekten başka hiçbir bilgileri yoktur. Kesin olarak O’nu öldürmediler.’ (Nisa Suresi, 157. Ayet). Sadece İslam değil, Manikeizm de bir başka dayanak. Mezopotamya’da doğan, Budizm, Hıristiyanlık, Zerdüşt dini gibi dinlerden etkilenerek ortaya çıkan Maniciliğin kurucusu Mani, İsa’nın çarmıhta ölmediğini, yerine bir başkasının geçirildiğini iddia ediyor. Yazarlar, bu bilgilerin de, Hz. İsa’nın aslında çarmıha gerilmediği, eşi ve çocuklarıyla kutsal topraklardan kaçıp Fransa’nın güneyine yerleştiği ve bir Musevi topluluğunun içinde hayatlarını devam ettirip nesillerini idame ettirdiği yolundaki iddiaları desteklediğini öne sürüyor.3İsa evlendi, çocukları oldu soyu bugün bile sürüyorİsa, Azize Maria Magdalena ile evlenmiş olabilir mi? Çocukları olmuş olabilir mi? Çarmıha gerilmekten kurtulup ailesiyle Avrupa’ya yerleşmiş olmasın? Yoksa soyu bugüne kadar devam etti mi? Kutsal Kan, Kutsal Kase kitabının yazarları, bu müthiş iddiaların dayanaklarına tek tek değiniyor.İsa yaygın Hıristiyan inancına göre evli değildi. Ancak, Oxford Üniversitesi’nden Dr. Geza Vermes’in dediği gibi, eski Yahudi topluluğunda bir erkeğin evlenmemesi mümkün değildi. Evlilik mutlak bir görev gibiydi. İncillerde İsa’nın medeni durumundan hiç bahsedilmemesi, zannedildiği gibi bekar olduğunu değil, tam aksine evli olduğunu gösteriyor olabilir. Çünkü geleneklere aykırı olarak evlenmemiş olsa, mutlaka bu konuda bir açıklama olurdu. Dolayısıyla İsa’nın evlenmiş olabileceği düşünülebilir.Gelelim Kutsal Kase efsanesine... Bazı iddialara göre, Kutsal Kase, İsa Peygamber ile arkadaşlarının son yemekte içki içtikleri kaseydi. Başka iddialara göre İsa Peygamber çarmıha gerildikten sonra Arimathea’lı Joseph, kaseyi İsa’nın bedenine tutmuş ve kase peygamberin kanıyla, kutsal kanla dolmuştu. Daha başka iddialara göre ise Kutsal Kase, son yemekte içki içmek için kullanılmış, daha sonra da İsa’nın kanıyla doldurulmuştu. Ne olursa olsun, Ortaçağ’da Kutsal Kase, bütün dindarların sahip olmak için peşinde koştuğu, her yerde aradığı, mükemmelliği simgeleyen bir semboldü. Ancak bazı kaynaklar da, Kutsal Kase’yi Magdalena ile ilgili iddiaların tam ortasına oturtuyor. Bazı Ortaçağ efsanelerine göre, Magdalena, ‘Kutsal Kase’yi ya da ‘’Kutsal Kan’ı Fransa’ya götürmüştü. Burada sözü edilen kutsal kase ve kutsal kan, bambaşka bir benzetme olabilir miydi? İşte cevap: Magdalena belki İsa Peygamber’in eşiydi. Yaygın Hıristiyan inancına göre İsa sayesinde tövbe etmiş bir fahişe olduğu düşünülen bu azize, belki de fahişe değildi. Belki de İsa ile Magdalena’nın evliliğinden bir çocuk dünyaya gelmişti. Belki de çarmıha gerilme olayından sonra, Magdalena en az bir çocukla Galya’ya, yani bugünkü Fransa’ya kaçırılmıştı. Orada yerleşik bir düzen kurmuş olan Musevi toplumu Magdalena’yı koruma altına almıştı. Belki de atası bizzat İsa Peygamber olan bir sülale ortaya çıkmış, bu kan bağı kuşaklar boyunca devam etmişti! Kutsal kan deyimi, İsa’nın bugün bile bu sülaleyle devam eden kanı için kullanılan bir metafor olabilir mi?İsa’nın doğumu, ailesi, son sözleri hep tartışmalıYaygın geleneklere göre İsa’nın kimliği ve doğumu hakkında yeterli bilgi var. Ama İncillere göre bu bilgiler pek de kesin değil. Sadece Matta ve Luka İncillerinde İsa’nın doğumu hakkında bazı iddialar ileri sürülüyor. Örneğin Matta’ya göre, İsa soylu bir kişiydi. Davut ve Süleyman Peygamberlerin ailesine mensuptu. Luka’ya göre ise İsa’nın ailesi Davut’un ailesinden gelmekle birlikte, ailenin yoksul bir kanadına mensuptu. Yoksul marangoz efsanesinin de bu bilgiden kaynaklandığı sanılıyor.Luka’ya göre, İsa doğduğu zaman çobanlar onu ziyaret etmişlerdi. Matta’ya göre ise İsa’yı ziyaret edenler krallardı. Luka’ya göre, İsa’nın ailesi Nazareth’de yaşıyordu. Aile buradan Beytüllahim’e (Bethlehem) taşınmıştı. İsa burada büyük bir yoksulluk içinde bir kulübede dünyaya gelmişti. Fakat Matta’ya göre, İsa’nın ailesi Beytüllahim’in varlıklı ailelerinden biriydi ve İsa da güzel bir evde dünyaya gözlerini açmıştı.İsa Peygamberin ailesi ve doğum yeri hakkındaki çelişkili iddialara çarmıha gerildiği zaman söylediği son sözlere ilişkin iddialar da ekleniyor. Matta’ya göre İsa, ‘Tanrım, Tanrım, neden beni terk ettin?’ diye yakınmıştı. Luka’ya göre ise İsa şöyle demişti: ‘Peder, senin ellerine ruhumu teslim ediyorum.’ Yuhanna’ya göre ise İsa sadece ‘Bu iş bitti’ demekle yetinmişti. Dört İncil’i kaleme alan dört havari, çeşitli olayları kendi görüşlerine göre değerlendirmişlerdi.Hiçbir tarikat hakkında Tapınak Şövalyeleri kadar komplo teorisi üretilmedi İsa ile ilgili bütün sırları bildikleri, iddiaları kanıtlayan dayanakları sakladıkları iddia edilen Tapınak Şövalyeleri, bugün de etkisi devam eden büyük bir efsanenin kaynağı. Onlar, Ortaçağ’da Avrupa ve Ortadoğu’ya damgasını vurmuş bir Hıristiyan tarikatı. Bu savaşçı keşişler, üzerine kırmızı haç çizili beyaz pelerinleriyle ünlüydüler. Tapınak Şövalyeleri, Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların Kudüs’te kurduğu kısa dönemli krallıkta büyük bir güce sahipti. Sadece savaşmıyorlardı, Kudüs ile Batı Avrupa arasındaki diplomatik ilişkiyi sürdürüyorlar, ticaret yapıyorlardı. Modern bankacılığın temelini onlar atmışlardı. Sıkıntıya düşen hükümdarlara borç para veriyorlardı. Bugün kullandığımız çek sistemini de Tapınak Şövalyeleri tarikatının icat ettiği sanılıyor.Ancak bu güçleri fazla uzun sürmedi. Kudüs Müslümanların kontrolüne girince, Tapınak Şövalyeleri karargahlarını Kıbrıs’a taşıdılar, ama bu da fazla uzun sürmedi. Nihayet en önemli merkezleri Fransa oldu. Ellerinde çok büyük bir hazine ve bilgi birikimi olduğu için kısa süre sonra Avrupa ve Papalık için bir tehlike, paralel bir güç olarak görülmeye başladılar. Nihayet Fransa Kralı IV. Philippe, Tapınak Şövalyeleri tarikatını ortadan kaldırıp hazinelerine konmaya karar verdi. Papa V. Clement da buna onay verince, 1307’de Fransa’da Tapınak Şövalyeleri’ne karşı bir cadı avı başlatıldı. Pek çok Tapınak Şövalyesi yakalanıp işkenceye tabi tutuldu. Kurulan dini mahkemelerde bu tarikatın Baphomet adıyla bilinen bir şeytana taptığı öne sürüldü. 1314’de Tapınak Şövalyeleri tarikatının Büyük Üstadı Jacques de Molay yakılarak öldürüldü. Tarikat ortadan kalktı.Ancak tarikatla ilgili efsane ve iddialar ortadan kalkmadı. Yüzyıllar boyu, onların gizli bir örgüt olarak faaliyet gösterdiği ileri sürüldü, hatta yıllar sonra ortaya çıkan Masonlarla ilişkileri olduğu bile söylendi. Herkes onların hazinesini aradı. Hiçbir örgüt hakkında, Tapınak Şövalyeleri hakkında olduğu kadar komplo teorisi üretilmedi.Bu sırların peşinde koşan herkes öldürülüyorKutsal Kan, Kutsal Kase kitabının yazarları İsa’yla ilgili iddiaları araştırırken, kendilerinden önce bu konuyla ilgilenmiş herkesin teker teker öldürüldüğünü de anlatıyorlar. BERENGER SAUNIERE 19. yüzyıl sonunda Fransa’da Rennes-le-Chateau köyünde papazlık yapan Berenger Sauniere genç, sağlıklı, enerji dolu bir din adamıydı. Rennes-le-Cháteau’nun yanında Tapınak Şövalyeleri tarikatına ait bir kilisede saklanan dört parşömen belge buldu. Bunların, İsa ile ilgili yanda yer alan iddiaları destekleyen belgeler olduğu düşünülüyordu. Sauniere, bu belgelerden bir seminerde bahsettikten az sonra felç geçirip öldü ve belgeler ortadan kayboldu.LEO SCHIDLOF Avusturyalı bu soyağacı uzmanı ve antikacının da İsa ile ilgili belgeleri bulundurduğuna inanıyordu. O bu belgeleri Fakhar ul Islam adında bir kuryeye vermişti. Kuryenin cesedi 1967’de Fransa’da bir tren istasyonunda bulundu. Dosya ise kaybolmuştu.ÜÇ YAZARIN ÖLÜMÜ Fransa’daki Ulusal Kütüphane’nin gizli dosyalar bölümüne ‘Kızıl Yılan’ adlı bir belge yollandı. Belgede, Magdalena’nın Hıristiyanlık için bir anne sembolü olduğunu gösteren şiirler yer alıyordu. Bu metni üç yazar hazırlamıştı: Louis Saint-Maxent Gaston de Koker ve Pierre Feugere. Belge Ulusal Kütüphane’ye yollandıktan çok kısa bir süre sonra, bu üç yazar, aniden öldü. 6 Mart 1967’de Louis Saint-Maxent ve Gaston de Koker, ertesi gün de Pierre Feugere asılmış olarak bulundu.PEYGAMBERLERİN SIRLARI ÇOK SATAN KİTAPLARDAMichael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln’ün akıcı bir üslupla yazdığı, neredeyse bir roman gibi okunan Holy Blood, Holy Grail (Kutsal Kan, Kutsal Kase) adlı kitap 1982’de kaleme alındı ve o günden beri birçok tartışmaya yol açtı. Kitabın nasıl ortaya çıktığını yazarlarından Henry Lincoln şöyle anlatıyor: ‘1969 yılında yaz tatilimi geçirmek için Cevennes’e gidiyordum. Her yolculuk öncesinde yaptığım gibi yolda okumak için sürükleyici bir roman satın aldım. Gerard de Sede’in Le Tresor Maudit (Lanetli Hazine) isimli gerilim romanında tarihi gerçeklerle oyalayıcı unsurlar ustaca harmanlanmıştı. Romanda bir köy papazının kilisesinde ortaya çıkardığı bazı şifreli belgelerden söz ediliyordu. Romanda sözü edilen belgenin içeriği şifreleri açıklanmadan yayınlanmıştı. Belgelerdeki gizli mesajların ne oldukları belirtilmiyordu. Yazarın bu şifreleri çözmüş olabileceğini düşündüm. Peki ama öğrendiklerini neden okurlarıyla paylaşmamıştı? Aylar geçtikten sonra da şu gizli belgeler zihnimi kurcalamaya devam etti. Romanın geçtiği Rennes-le-Cháteau ile ilgili kısa bir belgesel çekmeye karar verdim. 1970’te Paris’te o romanın yazarı de Sede ile tanıştım. Ona belgelerdeki gizli mesajı neden yayınlamadığını sordum. Önce sorumu duymamış gibi davrandı, sonra da ‘Sizin gibi birinin bu sırrı kendi olanaklarıyla çözmek isteyeceğini düşündük’ dedi. O Fransız papazın küçük dağ köyünde ele geçirdiği sırrı çözmek için çalışmalara başladık.’ İşte böyle başlayan macera, Kutsal Kan, Kutsal Kase’nin kaleme alınmasıyla sonuçlandı. Daha sonra Amerikalı romancı Dan Brown, Da Vinci Şifresi adını verdiği romanını tümüyle bu kitap üzerine oturttu. Hatta, Kutsal Kan, Kutsal Kase’de 20. yüzyıl başında İsa ile ilgili iddiaları araştırdığı söylenen Papaz Sauniere’in adına bile romanında yer verdi. Sauniere, romanda Louvre Müzesi Müdürü oldu. SON
YEMEK TABLOSUNDA İSA’NIN YANINDA KİM OTURUYOR?Leonardo Da Vinci’nin sürekli onarılıp restore edilen İsa’nın Son Yemeği tablosunun bu kopyasını 16. yüzyılda adı bilinmeyen bir ressam yapmış. Tongerlo’daki Da Vinci Müzesi’nde bulunan resimde, ortada oturan Hz. İsa’nın sağındaki havarinin Yuhanna olduğu genel kabul görmüş bir bilgi. Oysa bu havari bir kadına benziyor. İşte Dan Brown, Da Vinci Şifresi adlı romanında bu kişinin Yuhanna değil, İsa’nın eşi olduğu öne sürülen Maria Magdalena olduğunu iddia ediyor.OLAY YARATAN FİLMLER1988’de ünlü Amerikalı yönetmen Martin Scorsese The Last Temptation of Christ (Günaha Son Çağrı) filmini yaptığında bütün dünya birbirine girdi. Film, Yunanlı yazar Nikos Kazancakis’in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanmıştı. Hz. İsa rolünde oynayan Willem Dafoe, bütün oyunculuk yeteneğini göstermişti. Barbara Hershy de Magdalena rolündeydi. Filmde İsa, bir haç imalatçısıydı. Sonunda çarmıha geriliyor, ama bir türlü kutsal misyonunu kabul edemiyor, melek kılığındaki şeytanın sözlerine kanarak her şeyi reddetmek normal bir insan gibi evlenip aile kurmak ve yaşlanmak istiyordu. Meleğin aslında şeytan olduğunu İsa’ya
haber veren de meÅŸhur hain Yuda Ä°skariyot’tu! Bu film Hıristiyanlar tarafından da, Müslümanlar tarafından da protesto edildi. Aradan 16 yıl geçtikten sonra bu kez koyu Katolik bir yönetmenin, Mel Gibson’ın yönettiÄŸi The Passion of Jesus Christ (Ä°sa’nın Çilesi) filmi olay yarattı. 30 milyon dolara mal olan film, ilk üç günde 125 milyon dolar giÅŸe yaptı. Film, Ä°ncil metinlerine dayanarak çevrilmiÅŸti. Ä°sa’yı yargılayıp ölüme mahkum eden Musevilerin Ä°htiyarlar Meclisi’ydi, ama asıl gürültü koparan, Musevileri tapınaklarında Ä°sa’nın gerileceÄŸi çarmıhı imal ederken gösteren sahne oldu. Ä°ncil’de böyle bir ÅŸey yoktu. Gibson bu sahneyi 18. yüzyılda yaÅŸamış bir mistik olan Anne Catherine Emmerich’in yazılarından aldığını açıkladı. Emmerich, bir Yahudi düşmanı olarak biliniyordu.Â
button