İş bağlamaya gittikleri hükümet tam o sırada darbeyle devrildi 72 saat ateş altında kaldılar

Güncelleme Tarihi:

İş bağlamaya gittikleri hükümet tam o sırada darbeyle devrildi 72 saat ateş altında kaldılar
Oluşturulma Tarihi: Mart 29, 2003 23:07

Geçtiğimiz 15 Mart günü, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde kanlı bir darbe gerçekleşti ve Ange-Felix Patasse yerine iktidara eski genelkurmay başkanı general François Bozize el koydu. Patasse ölümden Çad'da bir toplantıda olduğu için kurtuldu, ancak Bozize iktidara geçerken onun adamlarını yok etti, sokakları kan gölüne çevirdi...

İlk bakışta sıradan bir dış haber gibi görünen ve Irak Savaşı nedeniyle basında kendine yer bile bulamayan bu darbenin bir özelliği, tam ortasına iki Türk işadamının düşmesi: Mersin Onar'ın Yönetim Kurulu Başkanı Ali Rıza Çaylı ve Genel Koordinatörü Salahattin Tozan. Orada, o zamanda ne işleri vardı? Ateş altında üç gün nasıl geçti? İnsanların kim vurduya gitmesini ya da bizzat kurşuna dizilmesini gözleriyle görürken kendi canlarını nasıl kurtardılar? ‘‘Talihin böylesi’’ dedirten hikayeyi anlatırken, Salahattin Tozan'ın sesi hálá titriyordu.

Mersin Onar İnşaat ve Ticaret Limited Şirketi, birkaç yıldır Sudan'da iş yapıyor. Ülkede asfalt ve mıcır tesisi kuran şirket, aynı zamanda bir çimento fabrikasının da temelini atmış. Bu yüzden şirketin yetkilileri sık sık Sudan'a gidip geliyor.

Şeriat kurallarına, kötü mutfağına, başkent Hartum'a çok yakın olmayan yerlerinde sık sık çıkan çatışmalara rağmen Sudan onlar için bir ekmek kapısı. Yerel yetkililer de onların yaptıkları işten gayet memnun. Zaten başlarına ne geldiyse, bu yüzden.

Salahattin Tozan'ı bir gün, Orta Afrika Cumhuriyeti'nin Sudan Büyükelçisi arıyor: ‘‘Yatırımlar Bakanımız'la birlikte sizinle görüşmek istiyoruz’’ diyor. Görüşmede, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde de bir çimento fabrikası kurmaları talep ediliyor ve ısrarla ülkeye davet ediliyorlar. ‘‘Olur da...’’ diyor Tozan, ‘‘Orası neresi?’’ Haritalar açılıyor, Tozan iş teklifi aldığı ülkenin yerini öğreniyor. Ama 1960'ta Fransız hakimiyetinden kurtulan ülkede otoriter bir rejim olduğunu, son 20 yılın sayısız darbe girişimi ve isyanlarla geçtiğini, 1993'ten bu yana iktidarda olan Ange-Felix Patasse'nin de anti demokratik uygulamaları ve akrabalarını kayırması nedeniyle çok eleştirildiğini kimse anlatmıyor. Ülkede elmas madenleri nedeniyle büyük bir rant savaşının hüküm sürdüğünden de habersiz tabii. Patronuyla görüşüyor, prensipte anlaşıyorlar ve 3 Mart günü yola çıkmaya karar veriyorlar.

3 Mart günü, havaalanındalar. Orta Afrika Cumhuriyeti'ne Sudan'dan haftada iki uçak var; biri Sudan, diğeri Fransız Havayolları'na ait. Ancak ellerindeki biletlere rağmen uçamıyorlar; çünkü fazla bilet satılmış, büyükelçi müyükelçi dinleyen de yok! Bir hafta sonraya kalıyorlar.

DARBECİLER ARKA SOKAKTA ONLAR HEDİYE ALIŞVERİŞİNDE

10 Mart'ta yola koyulmadan önce Ali Rıza Çaylı ‘‘Acaba gitmesek mi?’’ diyecek oluyor, ancak ilgi o kadar büyük, başbakanla, bakanlarla görüşmelerle dolu program o kadar yüklü ki, reddedilecek gibi değil. Büyükelçiyle birlikte yola koyuluyor, başkent Bangui'de müthiş bir protokolle karşılanıyorlar, askeri cipler, müsteşarlar ve korumalar eşliğinde otele geliyorlar.

Ertesi gün ilk toplantı Yatırımlar Bakanı'yla. Sonra da çimento fabrikasının kurulacağı yere gidilecek. Ancak toplantı sonunda ‘‘Bugün gidemiyoruz’’ deniyor. Gerekçe: Müthiş bir tropikal yağmur yağmış, ağaçlar devrilmiş, yollar kapalı! ‘‘Sıkı koruma dikkatimizi çekti ama aklımıza kötü bir şey gelmedi’’ diyor Tozan. O gün bir iki fabrika geziyorlar, Sudan'daki yemeklerden sonra akşam içkili Fransız yemekleri hoşlarına gidiyor. Gece de bir güzel uyuyorlar.

Ertesi sabah 9'da randevulaşmış olmalarına rağmen, öğle üzeri teşrif eden protokolden ağaçların hálá kaldırılamamış olduğunu öğreniyorlar. Sonra grupta şöyle konuşmalar oluyor: ‘‘Efendim, Ulaştırma Bakanlığı bir feribot tahsis ediyor, nehirden gideceğiz’’ diyor bir yetkili. Obangie, Orta Afrika ile Kongo'nun sınırı olan nehir.

‘‘Mümkün değil’’ diye itiraz ediyor Büyükelçi, ‘‘Kongolular daha geçen gün bizim tekneyi batırdı ya...’’ Bunun üzerine ‘‘Başkanın helikopterini alma’’ önerisi geliyor. Bu fikre de ‘‘Olmaz isyancılar düşürür’’ diye itiraz ediliyor. Giderek bir tuhaf olan Tozan ve Çaylı, ‘‘Şu yoldaki ağaçları kaldırsanız’’ deyince gerçek itiraf ediliyor: Darbeciler, 20 kilometre yakınlarında! ‘‘Ama bir şey olmaz, güvendeyiz’’ diyen yetkililer, yine de programı sürdürüyor bir iki fabrika ile Pigme köylerini gezdirip, timsah eti ikram ediyorlar. Bu arada kendileriyle görüşmek isteyen Savunma Bakanı ‘‘Bize silah satar mısınız?’’ talebinde bulunuyor. ‘‘Bu bizim işimiz değil’’ diyorlar kibarca.

Sonraki gün, 15 Mart. Sabah 11.00 civarında Başbakan'ın ofisindeler. Ancak Başbakan ortalarda yok, görüşmeyi Kabine Başkanı'yla yapıyor, takas ticareti ve baraj çalışmaları üzerinde görüşüyor ve otele dönüyorlar. Dönüş için Sudan Havayolları'nı aradıklarında ilk sürpriz: Uçuşlar bir ay süreliğine iptal edilmiş! Fransız Havayolları'na haber bırakıyor, yaklaşmakta olan darbenin bir-iki saat ötedeki adım seslerinden habersiz, hediyelik alışverişine çıkıyorlar. Kaldıkları otel, Başkanlık Sarayı ile Radyoevi'nin tam ortasında. Alışverişten sonra odalarına çekildiklerinde duyuyorlar ilk silah seslerini. Hatta şenlik var diye kendilerini dışarı atıyorlar ama tecrübeli bir el tarafından içeri çekiliyorlar. Tozan'ın gözüne ilk o an çarpıyor, sokakta vurulup düşenler...

ODA KAPILARI MAKİNELİ TÜFEKLERLE AÇILDI

Hemen ardından makineli tüfek ve roketatarların gürültüsü başlıyor. Odalardan birindeki banyoya sığınan Tozan ve Çaylı, yerde yatarken otelin basılışını, tek tek odaların kapısının çalındığını, açılmayınca makineli tüfekle tarandığını ve içerdekilerin dışarı çıkarılıp kurşuna dizildiğini duyuyor. Sonradan öğrenecekler ki otellerinde kalanların çoğu, devrilmekte olan Başkan'ı koruyan Fransız paralı askerler! Taranmasın diye kapılarını açık bırakmaya karar veren Tozan ve Çaylı, ertesi gün akşamüstüne kadar süren 24 saati, bu seslere dışardan karışan patlama sesleri eşliğinde, banyoda uzanarak, sıranın kendilerine ne zaman geleceğini merak ederek ve galiba biraz da titreyerek geçiriyorlar. Kendilerini ısrarla ülkesine davet eden büyükelçiye lanet okuyor, bazen kurtulmak için bir yerleri arıyorlar. Ama öyle nafile bir çaba ki bu. Mesela aradıkları Avusturya ve Alman büyükelçiliği sorumlusu şöyle diyor: ‘‘Sizi kurtarmak mı? Elçiliği bastılar, yağmaladılar, Fransız büyükelçiliğine ulaşırsanız, söyleyin beni de kurtarsınlar!’’ Orta Afrika Cumhuriyeti'nde olmadığı için İstanbul'dan yakınlarının ulaştığı Türkiye'nin Kongo büyükelçiliği ise ‘‘Biz isimlerini Fransız büyükelçiliğine verdik’’ diyerek pek de önemsemiyor olayı. Önemsese ne yapacak? O sırada Çad'ın başkenti Niamey'deki bölge ülkeleri zirvesinden dönen Devlet Başkanı Patasse'nin bile olaydan haberi yok; uçağı inişe geçtiğinde ateş açılınca duruma uyanan pilotun pas geçmesiyle kurtuluyor ve Kamerun'a sığınıyor!

24 saatin sonunda, sürünerek bir kadın giriyor odalarından içeri. Bu, Orta Afrika'da radyoculuk yapan İsviçreli Cedrine Beney. ‘‘Otelde üç beyaz kaldık, az sonra Birleşmiş Milletler'in cipi gelip bizi alacak’’ diyor. Sahiden bir araç geliyor ama götürüldükleri yer, sadece bir kilometre ötedeki bir başka otel.

OTELDE KARŞILARINA KALAŞNİKOFLU LADİN’Cİ ÇIKTI

Hálá güvenli bir yerde olmadıkları, daha otele girmeden anlaşılıyor: ‘‘Tam girerken bir baktık biri koşuyor, pat anında vurdular, bir sürü adam üstüne çullandı, ne var ne yoksa aldı. Otelde bizi Kalaşnikoflu biri karşıladı, başında bir sarık, tişörtünde Bin Laden! Allah Allah dedik, burada yaşayanların çoğu Hıristiyan, nasıl oluyor? Sonradan anlattılar ki, bu Bozize, Çad, Kongo, Kamerun'da ne kadar çapulcu varsa toplamış, çeteler kurmuş. Onlara verecek parası da yok, ne alırsanız sizin demiş. Herkesin yağmalanması bu yüzden.’’

Bir gün de silah sesleri altında bu otelde kalıyorlar. Ertesi gün ulaştıkları Fransız Büyükelçiliği yetkilileri, bir araba göndererek onları oteldeki başka birkaç beyazla birlikte alacaklarını söylüyor. Ancak sonraki telefon konuşması şöyle: ‘‘Büyükelçiliğin arabası gaspedildi. Yürüyerek gelin!’’ Ceset dolu yollarda, ateş altında yürüdükleri o 800 metre, bitmek bilmiyor anlattıklarına göre. Elçilik binası tıklım tıklım. Neyse ki Fransız özel timi onları havaalanına ulaştırmayı ve bir paraşüt uçağıyla daha güneyde, Fransız sömürgesi olan Gabon'a götürmeyi başarıyor. Tozan'ın banyodayken arayıp yardım istemeyi düşündüğü Orta Afrika'nın en zengin adamı Kamash'ın oğlu ve gelini de uçakta; evleri talan edilmiş, canlarını zor kurtarmışlar. Uçağa sedyeyle bindirilen ağır yaralı Japon büyükelçiliği görevlisi ise havadayken gözlerinin önünde ölüyor.

Bir gün Gabon Fransız Askeri Üssü'nde misafir edildikten sonra Paris üzerinden İstanbul'a ulaşıyorlar. Sonradan öğrendiğine göre onlar gibi 250 beyaz kurtarmış Fransızlar. Öğrendikleri arasında, iş görüşmesi yaptıkları tüm bakan ve bakanlık yetkililerinin çoluk çocuklarıyla birlikte katledilmesi de var. Onlara bu ‘‘şahane macera’’yı yaşatan büyükelçiden ise hiç haber yok.

BU FOTOĞRAFTAN İKİ GÜN SONRASI KABUS

Ali Rıza Çaylı bu fotoğrafı çektirdikten bir gün sonra, oteldeki odasının banyosunda katledilme korkusuyla yatarken, iki dua arasında soruyor: ‘‘Ne yaparlar bize sence?’’ Tozan şöyle cevaplıyor: ‘‘Bizi öldürebilirler, buna karşı yapacak bir şey yok. Soyar, biraz da hırpalayabilirler, en iyisi şu anda bu. Ama ya bakanlarla görüştüğümüzü biliyorlarsa ve yargılayıp idam ederlerse! İşte en korkuncu bu.’’

ÖLDÜRÜLEN BAKANLA TOPLANTI

Görüştükleri Savunma Bakanı (altta ortada), iki gün sonra öldürüldü. Orta Afrika makamlarına ait tüm kartvizitleri banyoda yırtıp attıkları için adını hatırlamıyorlar.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!