Güncelleme Tarihi:
Türkiye, dost ve kardeş ülke olarak gördüğü İran'la genel olarak sorunsuz bir geçmişe sahiptir. Özellikle AK Parti iktidarı döneminde diğer bölge ülkeleri gibi İran'la da ilişkiler daha ileri noktaya taşınmıştır. İran'ın kıskaca alınması yönündeki gayretler karşısında Türkiye dengeli bir tutum takınmış, İran aleyhine oluşturulmak istenen baskılara göğüs germiştir. İranlı kardeşlerinin mağdur ve mahzun olmaması için tamamen insani perspektifle hareket ederek, uluslararası sorunların derinleşmemesi için çaba göstermiştir. Nükleer meselesinde üstlendiği arabuluculuk misyonunun ötesinde bir çok konuda makul çizgiden ayrılmamaya çalışmıştır. Uluslararası toplumun bir kısım belge ve tedbirlerde doğrudan İran'ı hedef almamasını da sağlayan Türkiye, kardeşane duygularını hiç kaybetmemiş, ikircikli tavırlar sergilememiştir.
Ancak bazı gelişmeler neticesinde İran'dan yükselen çatlak seslerin giderek artması bu olumlu iklimi zehirleme istidadı taşımaktadır. Tamamen savunma maksatlı olan füze kalkanı meselesinde İran kaynaklı açıklamalar, Türkiye'yi ziyadesiyle üzmüştür. Ardından Suriye sürecinde yine İran'dan birileri çıkıp Türkiye'yi suçlayan, karalayan veya tehdit eden beyanlarda bulunmaya başlamışlardır. İkili ve yüzyüze görüşmelerde ortaya konulmayan tavırların medya üzerinden bu şekilde yansıtılması son derece yanlıştır ve rahatsız edicidir.
Örneğin bir iki gün içinde basına yansıyan açıklamalara bakalım. Dün İran Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Seyit Hasan Firuzabadi, 'Suud Hanedanlığı, Katar ve Türkiye'nin, Suriye'de akan kanlardan sorumlu olduklarını', 'Suriye'den sonra sıranın Türkiye'ye ve diğer ülkelere geleceğini bilmeleri gerektiğini' belirtti. İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Kazım Celali, Suriye'de kaçırılan İran vatandaşlarının can güvenliğinden 'Türkiye ve ülkedeki teröristleri destekleyen ve silahlandıran ülkelerin' sorumlu olduğunu öne sürmüş. Ayrıca İran Meclis Başkanı'nın danışmanı Hüseyin Şeyhülislam, İran vatandaşlarının Ankara'nın yeşil ışığı olmadan kaçırılamayacağını ve vatandaşlarının can güvenliğinden Türkiye'nin sorumlu olduğunu söylemiş...
Bu açıklamalar alt alta konulduğunda ortaya hiç de dostane olmayan ve kardeşliğe yakışmayan bir söylem tablosu çıkıyor. Bir yandan İran Dışişleri Bakanı Türkiye'ye gelip kaçırılan İranlılarla ilgili yardım arıyor, diğer yanda bazı şahıslar çıkıp bu olaylardan Türkiye'yi sorumlu tutuyorlar.
Herhalde bazıları Türkiye'yi fena halde kendileriyle karıştırıyorlar... Bir kere Türkiye'nin Ortadoğu'daki ülkelere parmak karıştırmak, buraların içişlerine karışmak gibi bir derdi hiçbir zaman olmamıştır.
Türkiye bölgedeki her gelişmeye etnik, mezhebi veya dini değil tamamen insani ve vicdani perspektifle bakar. Mazlumun dinini, mezhebini, ırkını sormaz, ona göre tutum takınmaz. Türkiye çıkar odaklı politika geliştirip sadece kendini düşünen hesaplar içine de girmez, değer odaklı davranıp her ülke vatandaşının kendi iradesiyle geleceğini şekillendirmesine katkıda bulunmaya çalışır.
Her gelişmeyi ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden okumak İslami bir bakış açısı olarak yutturulamaz. Kur'an'da ABD karşıtlığı yoktur ama zalime karşı tavır almak vardır. Esad yönetimi de zalimin önde gidenidir. Esad rejimi gibi vatandaşına geçmişten bu yana her türlü zulmü yapan, insani ve İslami haklarını vermeyen bir yönetime destek vermek büyük bir vebaldir.
ABD'nin de desteklediği Maliki'ye sırf Şii diye destek veren bir anlayışı kimse görmezden gelemez.
Bugün dünyanın ve Müslüman coğrafyanın neresinde bir insanlık dramı yaşansa Türkiye, ırkına-mezhebine bakmadan ve hiçbir siyasi fayda gözetmeden oraya yardım elini uzatmaktadır. Bu Somali için de böyledir, Arakan için de, Afganistan veya Sudan için de...
Türkiye'nin Müslümanlığını ölçmek de kimsenin haddine değildir, onu suçlayan hezeyanlarda bulunmak da...