İran sinemasının en genç mucizesi

Güncelleme Tarihi:

İran sinemasının en genç mucizesi
Oluşturulma Tarihi: Eylül 22, 2001 01:56

Baba Muhsin Makhmalbaf'ın aile içinde kurduğu ‘‘Makhmalbaf Sinemaevi’’ aslında tam bir sinema kabilesi. İranlı bu anlı şanlı sinema hanedanı şu üyelerden oluşuyor: ‘‘Sessizlik’’ ve orta metrajlı ‘‘Demokrasiyi Denemek’’ adlı yapıtlarıyla tanınan Mohsen Makhmalbaf; ikinci eşi ‘‘Kadın Olduğum Gün’’ filminin yönetmeni Marzyeh Meskhini; görüntü yönetmenliği yaparken kısa belgeseller çekmeye başlayan oğlu Maysam Makhmalbaf ve uluslararası festivallerin yıldızı 21 yaşındaki kızı Samira Makhmalbaf. Bu dikkat çekici genç kadın, baba mesleğini seçtikten sonra, 18 yaşında çevirdiği ‘‘Elma’’ ile neredeyse babasının ününü gölgede bıraktı. Beyazperdede İran mucizesinin son sembolü haline gelerek ‘‘baskı rejimine meydan okuyan kadın’’ ünvanını da kazandı. Yasaklarla, törelerle, tabularla savaşan Makhmalbaf ailesinin yetenekli kızı 2000 Cannes Film Festivali'nde ‘‘Kara Tahta’’ filmiyle özel jüri büyük ödülünü kazandı. Kara Tahta, bu hafta Türkiye'deki sinemalarda gösterime girdi. Biz Venedik Film Festivali jüri üyeliği de yapan Samira Makhmalbaf'la kanallar kentinde konuştuk.

Kara Tahta çok etkili ve güncel bir film. Proje nasıl gelişti?

-Babamla İran'ın Kürt bölgesine bir geziye çıkmıştık. Babam ısrarla ‘‘Bu bölgenin çilekeş halkını anlatan bir film yapmalısın’’ diye beni zorluyordu. Dağ tepe, fakirlik, savaş kalıntıları, umutsuzluk, gıdasızlık, unutulmuşluk. Aslında senaryo babamın sihirli şapkasından çıktı. Yolda bana sürekli sırtlarında Kara Tahta, dağlarda öğrenci arayan öğretmenlerden söz etti. Savaştan kaçan yaşlıları anlattı. Günlerce onları aradı. Sonunda buldu da. Sırtlarında Kara Tahta’yla öğrenci bulmaya çalışanların öyküsü o kadar basit değil. Onlar insanoğlunun durumunun bir özeti gibi. Konuya buradan girdim. Her insanın sırtında taşıdığı bir yük vardır. Bu bir psikolojik ağırlık da olabilir. Ama öğretmenlerin bilinci, yaşlıların anıları, gençlerin geleceği de. Arzularımız da, fantezilerimiz de sırtımızda taşıdığımız bir yük.

Babanızdan neler öğrendiniz?

-Öncelikle babam bana sinema sevgisini aşıladı. Annem için de aynı şeyi söyleyebilirim. Babam her film taslağını önce anneme anlatmış, sonra bizlerle paylaşmıştır. Fikirlerimizi sormuştur. Senaryosuna bizi dahil etmiştir. Her filminde bizden bir parça vardır. Babamla yaptığımız tartışmalarda bir senaryo taslağının yarım saatte ortaya çıktığına çok tanık olduk. Evde hep sinema konuşulur. Film çekilirken hepimiz sete gideriz. Öyle ki diploma almama altı ay kala liseyi bırakıp babama koştum, ‘‘Baba bana sinemayı öğret, öğretmenim ol, beni kızın değil taleben olarak gör’’ dedim.

Kara Tahta'da babanızın ne kadar parmağı var?

-Önceleri senaryoyu yazmayı kabul etti. Ama taslağı çıkartmamı istedi. Oturdum yazdım. Diyaloglarda yardım istedim. ‘‘Oyunculara papağanmış gibi yazdıklarını ezberletme. Bırak onlar o an rolleri gereğince hissettiklerini söylesinler. Sen sadece sette kareleri ayarla’’ dedi. Sonra sadece montaja geldi.

Montajda ne oldu?

-Çok iyi montajcıdır. Demokratiktir. Bazı sahneleri çıkartmamı istedi. Direnince saygı duydu. Bazı diyalogları yeniden yazmamı önerdi. ‘‘Sen benim babamsın. Seni çok seviyorum ama film benim filmim’’ diye yine direnince ‘‘Doğru, film senin’’ dedi.

Çok genç bir yaşta, film festivallerinin yıldızı oldunuz...

-Ben bir sinema bağımlısıyım. Belki bu yüzden ülkemdeki rejime karşı aktif olamıyorum. Bir film çevirmek insanın yaşamından yılları alıp götürüyor. Üç film yaptım. Yoruldum, yıprandım. Konular dramatik. Maalesef doğacağın ve öleceğin yeri sen seçmiyorsun. Örneğin filmimdeki yaşlılar: Savaş mağdurları İran-Irak savaşında evlerini terk edip kaçmışlar. Vatan değiştirmişler. Ama tek amaçları tekrar evlerine dönüp orada ölebilmek. Babam hep ‘‘Gerçek Allah'ın elindeki aynadır. Düşerse bin parça olur. Önemli olan o parçalardan birini avuçta sıkarken taraflı değil tarafsız olabilmektir’’ der. Ben bir film yaparken hep bunu düşünürüm.

İran sineması mucizesini neye bağlıyorsunuz?

-Baskı rejimi nedeniyle 13 milyonluk Tahran'da sadece 10 sinema yönetmeni var. Sinema, özel efektli dijital sisteme, dolayısıyla pahalıya doğru kaçıyor. Biz ise küçük bütçelerle film yapmaya çalışıyoruz. Konular Batı'nın dikkatini çekiyor. Unutulmuş bir savaşı, kadın haklarının ne kadar kısıtlı olduğunu, daha doğrusu kadın olmanın zorluğunu anlatan filmler üretiyoruz.

Babanızın ve aynı zamanda teyzeniz olan üvey anneniz Marziyeh'nin dışında beğendiğiniz İranlı yönetmen kim?

-Bizim ustamız Abbas Kiarostami'dir. Onun eski asistanı Cafer Penahi de ‘‘Daire’’ filmiyle kendisini kanıtladı. Büyük işler yapacak. Övünmek gibi olmasın ama kardeşim Maysam da ilerde üne kavuşacak. ‘‘Samira Kara Tahta'yı nasıl çekti’’ belgeseli bunu kanıtladı.

Türk sinemasından tanıdığınız var mı ?

-Biz küçükken babam hep Yılmaz Güney filmlerini izlerdi. Ben de birkaç filmini seyrettim ve çok beğendim.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!