Güncelleme Tarihi:
Ancak bu bağlamda ciddi bir kavram kargaşasıda yaşanmaktadır. Bu nedenle “sınır ötesi harekât”
kavramının uluslararası hukuk ile siyasi/diplomatik eksenlerindeki anlamına açıklık kazandırılması yararlı olacaktır.
Burada, önce sorun tanımlanacak, sonra bu sorun karşısında Türkiye’nin uluslararası hukuk bakımından hakları, bu hakkın kullanılmasının terörle mücadele bakımından sonuçları ve nihayet Türkiye’nin dış ilişkileri üzerindeki öngörülebilir etkileri incelenecektir.
SORUN
Mesele, terör örgütü PKK’nın Irak’taki varlığı ve faaliyetleri ile bunların Türkiye’nin ulusal güvenliği için oluşturduğu tehdit ve tehlikedir.
Irak’ın kuzeyinde PKK’nın kampları vardır, çok sayıda terörist bu kamplarda barınmakta ve eğitilmektedir. PKK, Irak’ta siyasi ve başka alanlarda da çok yönlü faaliyetlerde bulunmakta, Türkiye’deki terörist eylemlerini Irak’ta tasarlamakta, oradan beslemekte ve desteklemektedir.
Irak’ta Türkiye’nin bütünlüğünü ve birliğini hedef alan çevrelerle işbirliği yapmakta, üçüncü çevrelerle ilişkilerini sürdürebilmek için elverişli bir ortam bulabilmektedir. Özetle, PKK Irak’tan Türkiye’ye terörist saldırılar düzenlemekte ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden faaliyetlerde bulunmaktadır.
Öte yandan, Irak’la ilgili tartışmalarda PKK sorunu ile Kerkük meselesi aynı anda ve aynı çerçeve içinde ele alınmakta ve birbirine karıştırılmaktadır.
Oysa, Irak’taki PKK sorunu ile Türkiye’nin Kerkük’e ilişkin çıkar, duyarlılık ve yaklaşımları birbirinden çok farklı konulardır.
Teröre karşı meşru savunma Türkiye’nin doğal hakkıdır. Kerkük’ün statüsünün belirlenmesi ise, neticede, kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde Irak halkının bütününün yetkisine giren bir konudur.
Kerkük’e Türkiye’den askerî bir müdahalenin düşünülebileceği yegâne senaryo, Türkmenlere karşı girişilebilecek vahim derecedeki şiddet uygulamaları, diğer bir deyişle, insanlığa karşı suçların işlenmesidir. Böyle bir durumda “insani müdahale”, insani bir zorunluluk olarak gündeme gelebilir.
Bu itibarla, PKK’ya karşı bir sınır ötesi harekât ile Kerkük nedeniyle Irak’a bir askerî müdahale ayrı ve müstakil çerçevelerde değerlendirilmesi gereken hususlar olup, burada sadece PKK tehdidi incelenecektir.
ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN SINIR ÖTESİ HAREKAT
Günümüz uluslararası hukuk sisteminin temelini, olabilecek uluslararası uyuşmazlıkların ve çatışmaların, güç kullanma tehdidi veya güç kullanma yoluyla değil; diplomasi, hakemlik ve yargı yolu gibi, barışçı yöntemlerle çözümlenmesi ilkesi oluşturmaktadır.
Bunun tek istisnası, silahlı bir saldırıya karşı –tek başına veya ortaklaşa-kendini savunma doğal hakkıdır. Uluslararası hukuka göre, saldırının başlatıldığı yabancı ülke topraklarındaki hukuki veya fiilî otorite bu tehdidi etkisiz kılmaya muktedir değilse veya isteksiz ise, saldırının hedefi olan ülke, güç kullanma bağlamında gerekli ve orantılı önlemleri alabilir ve uygulayabilir.
Basında, kamuoyunda ve resmî söylemlerde sık sık kullanılan “sıcak takip” kavramının bu konuyla
ilgisi bulunmamaktadır. Sıcak takip, bir ülkede işlenen suçların, derhal ve süre geçmeksizin, uluslararası deniz alanları yönünde de kovuşturulmasını içeren, basit ve sınırlı bir polisjandarma yetkisinden ibarettir.
Hava hukukunda da kıyas yoluyla uygulanmaktadır. Başka bir devletin ulusal kara, deniz veya hava sahasında sıcak takip olmaz. Bu, yine sade bir polis-jandarma harekâtı kapsamında, özel bir uluslararası andlaşma mevcut ise, o andlaşmanın amacına, kapsamına ve yöntemlerine uygun olarak mümkün olabilir.
Irak ve Türkiye arasında, tartışma konusu askerî harekât tasarısı bağlamında böyle bir anlaşma da söz konusu değildir. Saddam döneminde yapılan “anlaşma”, kapsam olarak farklı olduğu gibi, andlaşmalar hukukuna göre halen yürürlükte olan bir uluslararası andlaşma da değildir.
Netice olarak, Türkiye’nin uluslararası hukuk itibarıyla bir sınır ötesi harekât yapma hakkının bulunduğu açıktır. En azından, böyle bir harekâtın BM Şartı ve uluslararası kurallara uygunluğunu savunmakta Türkiye’nin fazla güçlük çekmeyeceğini düşünmek mümkündür.
Dolayısıyla, sınır ötesi harekâtla ilgili asıl sorun Türkiye’nin böyle bir hakka sahip olup olmadığı değil -ki sahiptir-, sorun siyasi, askerî ve diplomatik boyutları itibarıyla ulusal çıkarlarımız açısından sahip olduğumuz bu hakkı kullanıp kullanmama seçeneklerinden hangisinin daha akılcı olduğu sorusunun yanıtıyla ilgilidir.
DIŞ İLİŞKİLERİMİZ AÇISINDAN SINIR ÖTESİ HAREKAT
Nitekim, bu hakka Türkiye’nin sahip olması sınır ötesi harekât gerçekleştirmek için “hukuksal açıdan olabilirlik” koşulunu karşılamakla birlikte, bunun “gereklilik” koşulunu da karşılayıp karşılamadığını irdelemek gerekir.
Hak, kendiliğinden bu türden bir harekât girişimini doğurmakbakımından yeterli değildir. Aynı anda değerlendirilmesi ve teraziye konulması gereken birçok faktör vardır: Bu eylemin, gerçekleştirildiği
takdirde, terörle mücadelemiz bakımından sağlayacağı getiriler ve sonuçlar; harekâtın dış ilişkilerimiz açısından yol açabileceği gelişmeler; özellikle Irak Hükümeti ve başta Kürtler olmak üzere, Irak nüfusunun değişik kesimlerinin tepkileri; komşu ülkeler, Arap dünyası, AB ve ABD’nin böyle bir müdahale karşısında alacakları tutum; güç kullanma bağlamında, uluslararası hukuk açısından ülkemizin ileride maruz kalabileceği başkaca sıkıntılar; Türkiye’nin imajına olası yansımaları gibi.
TERÖRİZMLE MÜCADELEDE MUHTEMEL GETİRİ VE SONUÇLAR
Türkiye tarafından 1990’larda Irak’a yapılan ve daha ziyade hava saldırıları şeklinde gerçekleşen
sınır ötesi harekâtların sonuçlarına baktığımızda, bunların PKK’nın gücüne belirli bir darbe vurduğunu, yeteneklerinin geçici de olsa azaltıldığını, ancak sorunu sıfırlayamadığını görmekteyiz.
Bu, askerî uygulamaların yetersiz olmasından değil, terör ve terörist örgütler olgularının
özelliklerinden kaynaklanan bir durumdur. Ülkemiz içinde yürütülen mücadele de aynı gerçeğe işaret etmektedir. PKK kamplarına karşı düzenlenecek hava saldırıları terör örgütüne mutlaka bir darbe vuracaktır.
Ancak geniş çaplı ve uzun süreli bir kara harekâtıyla birlikte düşünülmediği takdirde, hava saldırılarının etkisi geçici ve sınırlı kalabilecektir. Türk kamuoyu da önce psikolojik bir rahatlama hissedecek, ancak birkaç terör eyleminden sonra ortam tekrar bozulabilecek ve durum yeniden sorgulanmaya başlanabilecektir.
Sınır ötesi bir harekâtın terörle mücadele bağlamındaki uygunluğuna ilişkin değerlendirmenin doğrusu, bu mücadelenin yıllardır ön saflarında birebir yer alan Türk silahlı kuvvetlerince yapılabilecektir.
Siyasi otorite de, Millî Güvenlik Kurulu’nda, askerin değerlendirmelerini de dikkate alarak kararını belirleyecektir. Genelkurmay Başkanlığı'nın askerî harekât konusunda tamamen objektif bir çalışma yapacağı noktasından hareketle, askerin siyasi otoriteye herhalde harekât kesinlikle yapılsın veya yapılmasın şeklinde siyah/beyaz bir öneride bulunmayacağını ileri sürmek mümkündür. Askerin, konuyu ulusal güvenlik ve savunma bakımından artı ve eksileriyle teraziye koyduktan sonra, kararın Türkiye’nin dış ilişkilerinin geniş siyasi çerçevesinde ele alınması gereğine işaret etmekle yetinmesi ve kararı siyasi makamlara bırakmasın beklenmelidir.
Önemli bir başka mülahaza da, günümüz koşullarında sınır ötesi harekâtın bir defalık bir seçenek olduğu, defalarca kullanılabilecek bir yöntem olmadığı gerçeğidir. Aksi durumda, Türkiye’nin müdahalesine her halükarda gösterilecek olan uluslararası tepkinin daha da sertleşmesinin, hatta ikili ve çok taraflı düzeylerde ülkemize karşı önlemler alınmasının yolu açılmış olacaktır.
DIŞ İLİŞKİLERİMİZE YANSIMALAR VE ETKİLER
Saddam dönemindeki ile bugünün koşullarında icra edilecek sınır ötesi harekâtlar arasında ciddi
farklar bulunduğunu bilmek önemlidir. O dönemde Ankara ile Bağdat var olan bir anlaşma, basit kolluk faaliyeti kapsamında değerlendirilebilecek eşkıya veya terör örgütü eylemleriyle sınırlı ve geçici bir mutabakatı içermekteydi.
Sanılanın aksine, fiilen icra edilen sınır ötesi harekâtların yasal dayanağı bu anlaşma değil, Türkiye’nin kendini savunma hakkı idi. Örneğin bugünde Kuzey Irak’ta belli bir bölgedeki Türk askerî varlığı bilinmektedir. Bu mevcudiyetin yasal dayanağı da sözü edilen anlaşma değil, kendini savunma hakkıdır. Bir dönem Kuzey Irak’a yönelik icra edilen uçuşa yasak bölge uygulaması Türkiye’ye hukuksal dayanak değil, politik destek sağlamakta idi:
Saddam’a karşı ABD ve İngiltere’nin, dış dünyaya açılabilmek için de Barzani ve Talabani’nin Türkiye’ye ihtiyaçları vardı.
Bugün ise Irak’ta çok farklı koşullar hüküm sürmektedir. Irak ABD’nin işgali altındadır. Iraklı Kürt gruplar ise Türkiye’ye pek ihtiyaçları kalmamış gibi davranmaktadır. Dolayısıyla, sınır ötesi bir harekâta tepki öncelikle Irak içinden gelecektir. Başta Kürtler olmak üzere, Araplar da buna karşı çıkacak ve ülkemize karşı olumsuz tavır takınacaktır.
Bu tepki ülkemizin Irak’la olan ticaretine ve ekonomik ilişkilerine zarar verebilecek, Irak’a ilişkin gelişmeleri olumlu etkileme şansımız azalacaktır.
Arap dünyasının da Türkiye’nin müdahalesine bir Arap ülkesine saldırı olarak algılayacağı için kınayıcı bir tavır almaları beklenmelidir. İran’ın olası desteği ise Türkiye için bir artı mı olur, bir eksi mi olur, tartışmaya açık bir noktadır.
En olumsuz tepkinin AB ve ABD’den gelmesi, Rusya’nın da bu eğilime katılması galip ihtimaldir. Durumun AB içinde Türkiye karşıtları ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından ayrıca istismarına çalışılması da mümkündür.
Irak içi ve uluslararası tepki ve değerlendirmelerin muhtemel olduğu üzere olumsuz tecelli etmesi durumunda Türkiye’nin yeni sorunlarla karşı karşıya kalması söz konusu olacaktır. Etki-tepki sarmalının ne gibi yeni sıkıntılara yol açabileceğini şimdiden hesaplamak ise kolay değildir.
Bu itibarla, Türkiye’nin sınır ötesi bir harekâtın getirebileceği kazanımlar ile böyle bir harekâtın dış ilişkilerimiz bakımından yol açması muhtemel olumsuzlukları dikkatle tartması gerekecektir. Kaçınılması gereken en önemli husus ise böyle bir müdahalenin iç siyaset bağlantılı nedenlerle yapılmasıdır.