ABD'nin "daha çok özgürlük" vaadiyle başlattığı işgalden önce Iraklı kadınlar, güçlü ve bağımsız kadın hareketinin çabalarıyla 1958'de Krallığı deviren General Kasım yönetiminde kabul edilen Medeni Kanun'la güvence altına alınan eşit haklara sahiplerdi.
1968'de iktidara gelen laik Baas Partisi, bu hakları daha da sağlamlaştırmıştı. Toprak ve mülk sahibi olabilen, boşanma ve çocukların velayeti konusunda erkeklerle eşit haklara sahip olan Iraklı kadınlar, evlilik içi şiddete karşı da yasal olarak korunuyorlardı.
Kadın-erkek eşitliği konusunda somut kazanımlara ulaşan kadınlar, din etkisinden uzak sivil yargıyla muhatap oluyor, eğitim alabiliyor ve toplumun her kesiminde aktif olarak yer alıyorlardı.
Bütün Iraklılar gibi devrik rejimin baskı ve kısıtlamalarından mustarip olsalar da "gaddar, ama laik" yönetim, onları radikal dinci şiddetten ya da gelenekçi toplumun baskılarından koruyordu.
Afganistan ve Irak'a müdahalenin, uzun vadede kadınlara daha fazla özgürlük getireceğine inananların yanıldığını vurgulayan bağımsız örgütler, daha başlangıçta ABD yönetiminin bunun aksini ispatladığını belirtiyor.
İşgalden sonra, 29 Aralık 2003'te mevcut yasanın neredeyse tamamını iptal eden ABD uzantısı Irak Hükümet Konseyi, 137 sayılı kararla birlikte, Iraklı kadınların, evlilik ve boşanma gibi durumlarda, dini kurumlara başvurmalarını öngören bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa tasarısı kabul edilmese de bu yöndeki çabalar çoktan kabul görmüş ve özellikle radikal dincilerin kadınlar üzerindeki baskıları artmıştı.
Yeni Anayasa'nın hazırlanması ve kabul edilmesi sürecinde de Irak'taki Amerikan temsilcilerinin, bağımsız ve laik kadın liderlere yeterince kulak vermediği, sonuç olarak yeni anayasanın, kişisel ve ailevi hayatı düzenleyen İslami kuralları, anayasal hakların üzerine çıkardığı belirtiliyor.
Anayasanın ikinci maddesinde yer alan "İslam, ülkenin resmi dinidir ve yasaların temel kaynağıdır" ifadesi ve kadın erkek eşitliğinin, şeriat hükümlerine aykırı olmadığı sürece kabul edilmesiyle de somutlaşan yeni dönemde, artık Iraklı kadın hakimler çalışamıyor, kadınlar tamamen örtünmeden sokağa çıkamıyor, evlerinde oturmaları için baskı görüyor ya da tehdit edildikleri için üniversiteyi bırakıyorlar.
SAVAŞIN YENİ CEPHESİ KADIN BEDENİ...
İşgal ve bitmeyen çatışmalar, Iraklı kadınların kaderini kökten değiştirdi. Mezhep çatışmaları, kadınları hedef alan şiddeti en uç noktalara taşıdı ve onların bedenlerini, tehdit, gözdağı ve intikam için kullanılan birer cepheye dönüştürdü.
Irak'ta doğrudan kadınları hedef alan şiddet, 20 yaşındaki Sünni bir kadının, 3 polis tarafından kaçırılarak tecavüze uğradığını açıklamasıyla iyice görünür oldu.
Bağdat'ın güneyinde, kocasıyla birlikte yaşayan bu kadın, 18 Şubat'ta evinden alınarak karakola götürüldü ve bir gün sonra televizyondan bütün dünyaya başına gelenleri anlattı.
Polislerin kendisine "direnişçiler için
yemek pişirdiği suçlamasıyla" tecavüz ettiğini açıklayan kadın, onlara "tecavüz etmemeleri için yalvardığını, iyi bir kadın olduğu üzerine yeminler ettiğini" söyledi.
Nuri El Maliki liderliğindeki Şii ağırlıklı hükümet, bir günden kısa süren soruşturma sonrası genç kadını "yalancılıkla" suçladı. Polislerin hızla aklanması siyasi krize yol açtı, Sünni kadının, Şii polisleri suçlaması iki taraf arasında "intikam" eylemlerini tetikledi.
22 Şubat'ta ise 50 yaşındaki başka bir Sünni kadın, 4 Iraklı askerin kendisine tecavüz ettiğini belirterek, Iraklı bir yetkiliye başvurdu. Bakan İzzeddin Dola, olaya karışan 4 askerin tespit edildiğini ve cezalandırılacağını kaydetti.
Bu hikayelerle somutlaşan şiddet, aslında kadınları işgalin ilk günlerinden beri hedef alıyor. Irak'ta tecavüz kurbanı kadınlar, dışlanma, aşağılanma ya da namus cinayetleri nedeniyle, başlarına gelenleri nadiren yüksek sesle dile getiriyorlar.
Kaçırılan kadınların ve kız çocuklarının tam olarak kaçının geri döndüğü bile bilinmiyor. Iraklı polis yetkilileri, bazı çetelerin kız çocuklarını kaçırarak Körfez ülkelerinde sattıklarını belirterek, sınırlardaki kontrolsüzlük nedeniyle insan kaçakçılığının arttığına dikkat çekiyor.
Musul'da bir okulun müdürü olan Ahmed Muhtar, Iraklı güvenlik güçlerinin, kendilerini eğitenlerin izinden gittiklerini söylüyor.
Muhtar, "Amerikalı askerler, bunu binlerce kez yaptılar ve çekip gittiler. Abir'i tecavüz ettikten sonra öldüren askere, yüz yıllık hapis cezası verdiler, ama biz Iraklılar aptal değiliz. Suçluların, kısa süre sonra şartlı tahliyeyle serbest kalacaklarını biliyoruz" diye konuşuyor.
Mahmudiye'de geçen yıl, Amerikan askerlerinin tecavüzüne uğrayan 14 yaşındaki Abir El Cenebi, ailesi ve kardeşiyle birlikte öldürülmüştü. Askerler, olayı gizleyebilmek için cesetleri yakmıştı. Suçlu bulunan askerlerden 24 yaşındaki Çavuş Paul E. Cortez, 23 Şubat'ta, 100 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cortez'in, 10 yıl sonra şartlı tahliye hakkı bulunuyor.
İşgalin başından beri Iraklı kadınlar, şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorlar. Tecavüzlerin yanı sıra kaçırılma, intikam ve namus cinayetleri ülkede her geçen gün artıyor.
Merkezi Bağdat'ta bulunan, Irak'ta Kadınların Özgürlüğü Örgütü'nün (OWFI) geçen yılın sonunda yayımladığı bir rapora göre, Şii milislerin öldürdükleri kadınların sayısı giderek artıyor. Raporda yer alan olaylardan birinde, boynunda derin bir tel iziyle bir futbol sahasına sürüklenen genç bir kadının, burada kale direğine asıldığı ve bedeninin kurşunlarla delik deşik edildiği belirtiliyor. Kadının, kendisini kurtarmaya çalışan erkek kardeşinin de öldürüldüğü kaydediliyor.
Radikal dinci Sünni militanların da en az diğerleri kadar gaddar olduğu, her ay en az 30 kadının, namus davaları nedeniyle öldürüldüğü belirtiliyor.
Ebu Garib cezaevinde, erkek ve kadın tutukluları hedef alan işkence fotoğraflarının ortaya çıkması, tüm dünyada sanki hiç ihtimal verilmeyen bir gerçekle yüzleşilmiş gibi tepki toplamıştı. Bugün uluslararası örgütler ve insan hakları savunucuları, Iraklı kadınların koşullarındaki geriye gidişin ve maruz kaldıkları eziyetlerin önlenmesi için de bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini vurguluyorlar.
HAYAT GERİDE KALANLAR İÇİN DAHA ZOR
Irak'ta sayıları her geçen gün artan yüzbinlerce dul kadın, sessiz bir trajedinin kurbanları olarak çocukları ve aileleri için yaşama savaşı veriyor.
İşgal başladığından beri ölen erkeklerin sayısının bir milyonu aştığı belirtilirken, bu ölüler arkalarında, çaresiz, umutsuz ve sessiz eşler ya da anneler bıraktı. Sayıları 10 milyonlarla ifade edilen bu kadınlar, hayatta kalmak ve ailelerini beslemek için amansız bir mücadele veriyor.
1980-1988 yılları arasındaki İran-Irak savaşında da yüzbinlerce erkeği savaşa kurban veren ülkede kadınlar, "Önce babalarını, şimdi de kocalarını ve oğullarını kaybettiklerini, hiçbir zaman insanca yaşayamadıklarını" söyleyerek isyan ediyor.
Bir işleri olan "şanslı" kadınlar, eşlerinin ölümünden sonra sadece kendi ailelerinin değil, eşlerinin ailesinin de geçimini üstlenmek zorunda kaldı. Uluslararası ve yerel örgütler, yalnız kadınlara yardım etmek için çeşitli çalışmalar yürütse de yeterince iyi organize olamadıkları için sayıları her gün artan bu kadınlara ulaşamadıkları belirtiliyor.
Hükümetin, dul kadınlara verdiği yaklaşık 100 dolar değerindeki maaş, henüz az sayıda aileye ulaşıyor. Kadınlar, çok yetersiz olan bu parayı alabilmek için hükümet yetkililerine "çok miktarda" rüşvet vermek zorunda kaldıklarını dile getiriyorlar.
Kocası, 2 yıl önce bir kontrol noktasında Amerikan askerleri tarafından öldürülen 47 yaşındaki Sadiye Hüseyin, memurların evlerinde hizmetçilik yaparak para kazanmaya ve 6 çocuğunu doyurmaya çalıştığını anlatıyor. Çocukları, parasızlık yüzünden artık okula gidemiyor.
Dünyanın her yerinde, kadınların eşit ve özgür bir hayat için seslerini yükselttikleri ve umutlu beklentilerini dile getirdikleri 8 Mart'ta, Iraklı kadınların artık kutlayacak hiçbir şeyi kalmadı. Onlar, sessiz ve korku dolu bir bekleyiş içinde, yarın başlarına geleceklerden endişe ediyorlar.