Irak Savaşı : Bugüne nasıl gelindi?

Güncelleme Tarihi:

Irak Savaşı : Bugüne nasıl gelindi
Oluşturulma Tarihi: Mart 31, 2003 15:39

Oğlum uluslararası ilişkiler öğrencisi. Savaşı tartışıyoruz. “1990’da Kuveyt’i işgal eden Saddam’la, 2003’te Irak’ı işgal eden Bush arasında uluslararası hukuk açısından ne fark vardır?” sualine birlikte cevap arıyoruz, bulamıyoruz. ABD’yi “uluslararası suçlu” durumuna getiren son çeyrek asırı birlikte hatırlamaya çalışıyoruz.. Sonuçta, bunun Bush’un iddia ettiği gibi bir “preventive” yani önleyici savaş olmadığını, aksine ABD’nin son 25 senede yaptığı büyük hataların “corrective” yani düzeltici bir savaş olduğu konusunda fikir birliği yapıyoruz. Hafızamızı birlikte tazeleyelim mi?

Haberin Devamı

Ağustos 1990 : Saddam Hüseyin, Filistin ve Ürdün gibi bir iki yardakçı dışında, bütün dünyanın karşı çıkmasına aldırmadan, sadece kendi inandığı sudan bahanelerle, petrolüne göz koyduğu bağımsız bir ülkeyi, Kuveyt’i işgal etti.

ABD Başkanı George Bush’un başını çektiği bir koalisyon, BM desteğiyle, Irak’ı geri çekilmeye zorladı. Bunun adına Körfez Savaşı dediler.

*

Mart 2003 : ABD Başkanı George Bush, İngiltere ve İspanya gibi bir iki yardakçı dışında, bütün dünyanın karşı çıkmasına aldırmadan, sadece kendi inandığı sudan bahanelerle, petrolüne göz koyduğu bağımsız bir ülkeyi, Irak’ı işgal etti.

Şimdilik BM, Bush’u durduracak bir adım atmadı. Bunun adına Irak Savaşı, ya da Prevantif Savaş dediler.

*

Aşağıda yer alan yazı, Şubat 1979’da İran Şahı’nın devrilmesi, yerine Amerikan düşmanı bir İslamî rejim kurulmasından Mart 2003’te Amerikan askerlerinin Irak’a saldırmasına kadar geçen 14 senenin bir özetidir.

ÖNEMLİ NOT : Ben, “belki tesadüftür, paşaların günahını almayayım” diye es geçtim; lütfen 12 Eylül 1980 askerî darbesini siz, kendiniz, yerli yerine oturtun.

*

ABD’nin Irak’ta yaptığının adı - Bush’un iddia ettiği gibi - “prevantif (önleyici) savaş” değil, uluslararası kuralları çiğneyerek bağımsız bir ülkeye karşı yapılan bir saldırı ve tecavüzdür. (BM yasasını birlikte okuruz, isterseniz.) Saddam’ın kanlı bir diktatör, kellesinin koparılması gereken bir katil olması bu gerçeği değiştirmez. “Gerçekçilik” adına “savaş dışı kalmamak” tartışmaları başka, Amerikan tecavüzünü haklı göstermek başka.

Peki, Amerika, on yıl önce Irak’ın Kuveyt’e yaptığını, bugün Irak’a yapma noktasına nasıl geldi? Bir hatırlayalım mı kısaca?

*

Şubat 1979 : İran’da Şah rejimi yıkıldı. Ortadoğu’nun “jandarması”, petrol bölgesinde Batı çıkarlarının yılmaz bekçisi Şah, kaçtı. Üstelik ülkeyi bir numaralı hedefi “Büyük Şeytan’a ölüm” olan molla rejimine bırakarak.

4 Kasım 1979 : İran'da İslamcı militanlar ABD Büyükelçiliği'ni işgal ederek çalışanları rehin aldı. Olay Amerikan kamuoyu için büyük bir şok oldu.

21 Kasım 1979 : Radikal islamcı militanlar Kâbe'nin içinde bulunduğu Mescid-ül Haram'ı işgal etti, Suudî Arabistan polisinin baskını kanlı sonuçlandı. Bu facia,ABD’nin bir diğer büyük müttefikinin, Suudî Arabistan’ın da zannedildiği kadar “güvenilir” olmadığını gösterdi.

Aralık 1979 : Kızıl Ordu Afganistan’ı işgal etti. SSCB “sıcak denizlere” doğru ilerledi.

ABD’nin petrol bölgesindeki bütün hesapları altüst olmuştu. Bir anda en güvendiği İran can düşmanlarının eline geçmiş, Suudî rejimi islamcılar tarafından sarsılmış, SSCB Petrol Bölgesi’nin arkasına dolanıvermişti.

Vietnam’da yaşadığı hezimetin üzerinden sadece 4 yıl geçen ABD, İran’daki mollara ve Afganistan’daki kızıllara karşı asker göndermeye cesaret edemedi. Savaşı, para ve silah vererek desteklediği iki “taşeron”a havale etti.

22 Eylül 1980 : Saddam Hüseyin, İran İslam Cumhuriyeti’ne saldırdı. Bu arada Afgan mücahitleri ve dünyanın dört bir yanından Afganistan’a “cihat” için gelen savaşçılar, Rus Ordusu’nu sıkıştırmaya başladı. İran sebebiyle İslam dünyasında esen Amerikan düşmanı rüzgarlar da, Vahabî sermayesinin desteğiyle Sovyet düşmanlığına çevrildi. Amerika taşeronlarıyla övünebilirdi :

1988 yazı : İran, Irak’la ateşkesi kabul etti. İran Devrimi’nin ihraç tehdidi ortadan kalkmıştı.

Şubat 1989 : Afganistan’ın “sakallı” mücahitleri Kızıl Ordu’yu geri gekilmeye mecbur etti. Bu fiyaskonun arkası çorap söküğü gibi gelecek, komünist imparatorluğu Berlin Duvarı ile çökecekti.

ABD KULLANIP ATTI

1990’lara gelindiğinde Afganistan ve Irak harabeye dönmüştü, ekonomi iflas etmişti. Ama Washington, tek bir askerini tehlikeye atmadan, asgarî masrafla, bir vuruşta iki büyük düşmanını devirmişti.

ABD’nin taşeronluğunu başarıyla yapmış iki “müttefikine”, Saddam’ın Irak’ına ve “sakallıların” Afganistan’ına artık ihtiyacı kalmamıştı, her ikisini de, derhal yüzüstü bıraktı. Dünün “Özgürlük savaşçıları”na, uyuşturucu kaçakçısı, potansiyel teröristler gözüyle bakmaya başladı dünya, “para yardımını kesince yok olur giderler” dedi ABD.

İran’a karşı sekiz yıl süren savaştan büyük yara alarak çıkan Irak da iflas etmişti. Ama Saddam’ın yüzüne bakan yoktu artık. Petrol şeyhleri, İran’a karşı destekledikleri Saddam’ın önüne faturayı koydular. Yanan kuyular sebebiyle Irak’ın petrol üretimi azalmıştı, üstelik petrol fiyatları da düşmüştü; Saddam’ın borçlarını ödeyecek gücü kalmamıştı. Ama elinde hâlâ – ABD ve batılı müttefiklerinin İran’a karşı finanse ettiği, teçhiz ettiği – güçlü bir ordu vardı.

2 Ağustos 1990 : Saddam, Kuveyt’i işgal etti. Böylece hem petrol rezervlerini ve üretimini arttıracak, hem zengin komşusunun kasalarındaki altınlara el koyacak, hem de Kuveyt’e olan milyarlarca dolar borcundan kurtulacaktı. Ama 7 Ağustos’ta Kral Fahd, ABD’yi “yardıma” çağırdı. (Bir zamanlar Afganistan’daki komünist iktidar da SSCB’yi böyle “yardıma” çağırmıştı.)

17 Ocak 1991 : ABD’nin başını çektiği bir koalisyon Irak’u vurdu. Irak, 28 Şubat’ta Kuveyt’i boşalttı. Çöl Fırtınası operasyonuyla, Washington, asgarî zaiyatla büyük bir başarı elde etmiş oldu.

ABD, 10-12 senede, petrol kaynaklarını ve “sıcak denizleri” güvence altına almış, en büyük iki düşmanını, radikal islamcı İran’ı ve SSCB’yi devre dışı bırakmıştı. Önce “elini bile kirletmeden” taşeron kullanmış, sonra, bizzat GI’larını savaşa sürerek Vietnam Sendromu’nu üzerinden atmış, dünyaya bir kez daha kimin patron olduğunu göstermişti.

Ama ABD bu noktada iki hata yaptı, bölgede açık bıraktığı iki yaranın kangren olmasına sebep oldu. Irak’a koyduğu ambargo, halkı ezerken, Saddam’ı yerinden edememişti. Baba Bush, elinde “iyi bir bahane” varken Saddam’ı yıkamamış, oğul Bush’a da geçerli bir mazerek kalmamıştı.

Afganistan’da da, dünün mücahitleri, başka düşmanları kalmadığı için, yüzlerini “Büyük Şeytan” ABD’ye dönmüşler ve (CIA’nın yetiştirip adam ettiği) Usame Bin Ladin adlı Suudî milyarder – Körfez Savaşı’nı bahane eden “gavur” Amerikan askerlerinin Kutsal Topraklar’ı çiğnemesini içine sindiremeyen vahabilerin de desteğiyle – büyük bir tehdit haline gelmişti.

ABD bu arada, Körfez Savaşı’nda elde ettiği prestiji kullanarak, (Saddam’ı tamamen ortadan kaldırma riskine girmektense, elinin kolunun bağlı oluşunu fırsat bilerek) İsrail ile Filistin’i masaya oturmaya zorladı.

Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasından, İslam tehdidinin de sinmesinden sonra, Washington bölgede iki – bir arada yürütülmesi zor – hedefe yönelmişti : Hem petrol kaynaklarının hem de İsrail’in güvenliğini temin etmek.

Baba Bush, Körfez Savaşı’ndan yaralı çıkan Arafat ile Şamir’i masaya oturmaya zorladı. Arafat, Saddam’ı desteklemek gafletinde bulunmuş ve Arap dünyasında yalnız kalmış, Şamir de Irak’ın Scud’larına cevap vermesine izin verilmeyince içeride prestij kaybetmişti.

1991-1993 : Barış görüşmeleri İsrail ile FKÖ’nün karşılıklı birbirlerini tanımasıyla sonuçlandı. Yani ABD bölgede hedefi tutturmuştu : hem petrolün hem İsrail’in güvenliği sağlanmıştı.

ACABA MI?

7 Ağustos 1998 :
(Suudî Arabistan Kralı Fahd’ın Amerikan askerlerini “kutsal toprakları” korumaya çağırmasının 8. yılında) ABD’nin Kenya ve Tanzanya’daki büyükelçiliklerinde 5 dakika arayla meydana gelen patlamada 80 kişi öldü.

Eylül 2000 : İşgal altındaki Filistin topraklarında “intifada” hareketi başladı ve kısa zamanda kanlı bir tepkiyle karşılaştı.

Ekim 2000 : Yemen’in Aden limanında, bir Amerikan destroyerine patlayıcı yüklü bir bot çarptı, 5 ABD askeri öldü.

11 Eylül 2001 : Usame Bin Ladin, ABD’yi kalbinden vurdu. Yaşadığı büyük şokun etkisinde, Washington, kullanıp attığı, ama (İsrail’e ve petrole dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetiyle birini ekonomik ambargoyla açlığa, diğerini Taliban hapisanesinde çürümeye bıraktığı ama ) kangren haline gelen iki eski müttefikini “cerrahî operasyonla” temizlemeye karar verdi. Yani 1979 politikasından 180 derece döndü. Kurulmasına ve güçlenmesine büyük destek verdiği iki rejimi, önce Afganistan’ta Taliban’ı, sonra Irak’ta Saddam’ı ortadan kaldırmaya karar verdi.

Çünkü, taşeron kullanarak “elini kana bulamadan ve fazla masraf yapmadan” götürülen politika zamanını doldurmuştu. Çünkü bu politikanın asıl faturası arkadan geldi : 1990’lı yıllardaki terörist saldırılar, Ortadoğu barışının çökmesi ve, son olarak, 11 Eylül.

ABD için eski politikanın “maliyeti”, taşeron kullanarak insandan ve dolardan yapılan “tasarruftan” çok yüksekti artık. Washington “kâr-zarar” hesabını yaptı ve düğmeye bastı.

Fransız profesör Gilles Kepel’in iddiasına göre (Le Monde, 27 Mart) ABD, 1991’de zayıflattığı Irak’ı amborgoyla içten içten yıkmaya karar vermiş, İsrail-Arap barışını sağlayarak, Ortadoğu’yu “batıdan doğuya giderek” ve diplomasiyle “yeniden şekillendirmeye” çalışmıştı, ama başarılı olamadı. Bu sefer, “doğudan batıya doğru” ve silahla “yeniden şekillendirmeyi” deneyecek. Irak’ı nötralize ederek bölgeyi şekillendirmeyi beceremeyen ABD, Irak’ı yeniden devreye sokacak, Irak’tan başlayarak Arap dünyasını “yeniden şekillendirecek” ve İsrail’i sonra devreye sokacak.

Kepel diyor ki :

ABD, 1979’da açtığı Pandora’nın kutusu’nu kapamaya çalışıyor. (Büyük düşmanlarına karşı kullanmak üzere finanse ettiği ve silahlandırdığı müttefikleri hep ABD’ye karşı döndü sonunda.) Ama, 2004’te seçime gidecek olan Bush zamanla yarışıyor. Eğer kısa zamanda kesin bir sonuç elde edemezse, Pandora’nın kutusunu biraz daha aralamak zorunda kalacak. Ortadoğu’da öyle güçler serbest kalacak ki... kutunun kapağı bile atabilir! 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!