Güncelleme Tarihi:
Bildiride, Türkiye’deki çeşitli sivil toplum örgütlerinin verilerine dayanarak 28 Mayıs-13 Temmuz tarihleri arasında en az 126 gazetecinin güvenlik güçleri veya sivil polislerce dövüldüğü, yaralandığı, engellendiği veya hakarete uğradığı belirtilirken, eylül ayında da 12 gazetecinin saldırıya uğradığı ifade edildi. Yaralanan gazetecilerin çoğunun biber gazı kapsülü, plastik mermi, cop ve tazyikli suya hedef olduğu bildirildi.
IPI Basın Özgürlüğü Yöneticisi Barbara Trionfi, “Taciz, keyfi gözaltı ve görüntülerin zorla silinmesi gibi ağır hak ihlalleri kabul edilemez. Türk yetkililer sorumluları bulup hesap sorarak temel insan haklarına bağlı olduklarını göstermek zorundadır” dedi.
CİNSEL TACİZ İFADELERDE
Çeşitli medya kuruluşlarından gazetecilerin tanıklıklarına yer verilen raporda, Türk yetkililerden gazetecilere karşı aşırı güç kullanımı, kötü muamele ve cinsel tacize son verilmesi; yaz başından beri bu ihlalleri yapanların adalet önüne çıkarılması istendi. Ayrıca, sarı basın kartı ile kurum kartlarını geçerli kimlik olarak tanıyarak gazetecilerin görevlerini kolaylaştırmaları için güvenlik güçlerinin eğitilmesi çağrısı yapıldı.
IPI raporunda yer alan tanıklıklar şöyle:
İsmini vermemek kaydıyla konuşan, birkaç ay öncesine kadar büyük bir gazetede görev yapan bir editör:
11 Eylül’de Kadıköy’deki gösterinin ortasında kaldım. Moda Sineması civarında polis müdahalesiyle karşılaşınca kalabalıkla beraber koşmaya başladım. Çıkmaz sokakta kaldık. Basın kartımı çıkardım verdim. Verdiğim polis ilgilendi. Ama amirine uzattı. Amiri, "Merkez'de anlatır" dedi. Polis herkesi kelepçeledi. Altıyol’daki polis otobüsüne götürülürken yanından geçtiğimiz bir sürü çevik polis bana küfretti. Bir tanesi mavi pantolonum nedeniyle “Gey misin” dedi. Ve nihayet bir tanesi de birden üstüme atlayıp yüzümü yumruklamaya başladı. Herhalde 4-5 yumruktan sonra, beni götüren polis beni kurtardı. Yürütmeye devam etmek istedi. İki adım ilerde bir başka polis saldırdı, 2-3 yumruk da o vurdu. Otobüse geldik. Bize eşlik etmeye başlayan polis, sorularına yanıt verince küfürler etti. Otobüste ve karakolda kötü muamele görmedim. Hatta karakolda gözaltına almadan beni salıveren polis özür diledi.
Eylem Düzyol (Gazeteci):
16 Haziran 2013 Pazar günü Gezi Parkı protestolarını belgelemek için Pangaltı semtine gittik. Ergenekon Caddesi’nde Kurtuluş Caddesi başındaki göstericilere Toma ve gazla müdahale eden polisin yanına geldiğimizde saat yaklaşık 15.00’ti. Orada geçirdiğimiz iki saat içerisinde bizimle aynı noktada görev yapan başka basın çalışanları, foto muhabirleri ve kameramanlar da vardı. 16.30 ile 17.00 arası Kurtuluş Caddesi’ne geçtik. Yirmi dakika ya da yarım saat kadar ortamı fotoğrafladıktan sonra polis Kurtuluş Caddesi’ne önden gaz atarak müdahale etti. Koşarak insanları kovalamaya ve yakaladıklarını dövmeye başladı. Birçok kişi yoğun gazın da etkisiyle dükkan ve apartmanlara girdi. Biz de ... no.lu apartmana girdik. Arkamızdan gelen son kişiyle birlikte polisler de ellerinde coplarla apartmana girdi. İçeri giren son kişiye copla vurmaya başladılar. Bu arada bir polis bize döndü. İlk söylediğimiz “Biz basınız” oldu. El işaretiyle “Çabuk kartları çıkarın" dedi. İkimiz de basın kartlarımızı çıkarıp gösterdiğimiz sırada içeri dalan diğer polisler bize de vurmaya başladı. Elimizde basın kartlarımız olduğu halde ve defalarca basın olduğumu söylememize rağmen önce apartmanın içinde, ardından sürüklenerek çıkarıldığımız apartman önünde ağır şekilde darp edildik. Birimizin (Eylem) maskesi ve gözlüğü çıkartılıp atılırken, birimizin (Fulya) gaz maskesi kullanılamaz hale geldi, korumalı şapkası yine çıkarılıp atıldı. Ardı ardına vücudumuzun her yerine aldığımız darbeler sürerken yine bir polis “Tamam yeter artık basınmış bunlar” deyince kısa bir duraksama yaşandı. Ellerinden kurtulmayı başarınca hızla Kurtuluş Caddesi’nden aşağı doğru yürümeye başladık. Maskemiz olmadığı için sokağı kaplayan yoğun gazın etkisiyle çok fazla ilerleyemedik. Bir başka apartmana girerek gazın etkisinin geçmesini bekledikten sonra dışarı çıkabildik ve olay yerinden uzaklaştık.
Yunus Dalgıç (Milliyet):
Taksim’de Mis Sokak’tan sonraki sokağın başındaydım. Taksim’in ara sokakları yokuşludur, üst tarafta Toma duruyor, alt yolda ise Geziciler. Meşhur bayrak satıcısı Toma’nın önünde oturuyordu. Bayrakçı epey direndiğinden, polisler adamı yaka paça kaldırmak için uğraşıyordu. Ben de o sırada fotoğraf çekiyordum. Bir polis üzerime yürüdü, ''Ne çekiyorsun lan” dedi. Gazeteci olduğumu, işimi yaptığımı söyledim. ''Git başka yerde çek o zaman'' dedi. Ben de “Sen bana karışamazsın, ben burada işimi yapıyorum” deyince üzerime doğru geldi. Gazeteci arkadaşlar araya girdi. Olay orda bitti sandım, ama yeni başlıyordu. Toma çalıştı, aynı polis beni itekledi, yokuş olduğu için ve sırtımda da ağırlık olduğundan dengemi sağlayamayıp geriye doğru düştüm. O sırada ortalık biraz karıştı. Ben yerdeyim, beni kaldırmaya çalışıyorlar, polis orada bulunanların üzerine yürüyor derken Toma’nın tekerleğini çevirmiş üzerime doğru geldiğini gördüm. Ben sokağın sağ tarafında, dükkanlara doğru düştüm. Dondurma dolabına kadar geri geri sürüklemiştim kendimi, ezilmemek için. Ama Toma tekerini çevirmiş, dükkanlara doğru geliyordu. Ben kaçtıkça Toma geliyor, durunca frene basıyordu. Biraz daha gelse altında kalabilirdim. En son şunlar oldu: Ben yerdeyken beni kaldırmaya çalışan muhabir arkadaşımın kalçasına bir metreden plastik mermi sıktı aynı polis. Benim de o esnada objektifin kırıldı.
Eyüp Serbest (Hürriyet):
1997 yılından bu yana polis-adliye muhabirliği yapıyorum. Pek çok toplumsal olayda ölümle burun buruna kaldığım olmuştur. Aslında biz gazeteciler için bunun pek de önemi yoktur. Önemli olan fotoğrafı-haberi kotarmaktır. Hatta aldığımız darbelerin bir çoğunu bile eve gittiğimizde ya da sıcak bir duş sonrasında algılarız. Öncelikle şunu söylemeliyim: Polisin Gezi Parkı protestoları sırasında gösterdiği tavra daha önceden alışıktım. Kimlik sorma, görevi yaparken engelleme ya da sözlü olarak taciz etme. Ancak 12 Haziran’da farklı bir hava vardı. Her sabah olduğu gibi çok erken Taksim civarındaydım. Polis Taksim Meydanı’nı boşaltmıştı. Vali parka müdahale olmayacağını söylüyordu. Ancak akşam saatlerine doğru polisin tavrı sertleşti. Zaman zaman taş atan gruplara plastik mermi ile müdahale etmeye başladılar. Gerçi göstericilerin de tavırları sertleşmiş, polise Molotof kokteylleri ve çelik bilyeler atar olmuşlardı. Havanın kararmasına yakın, Gezi Parkı’nın AKM tarafındaydım. Önümde yanmış iki otobüs vardı. Göstericiler bu noktadan polise taş atıyor, karşılığını da gazla alıyorlardı. Başımı korumak için mavi renkli bir kask takmıştım. Önde gaz atan polisler ve göstericileri birlikte gören güzel bir açı yakalamış ve fotoğraf çekmeye başlamıştım. Tam bu sırada gaz atan polislerin arasından iki polis plastik mermi yağdırmaya başladı. Daha önce “Seni vuracaklar” diye bir gösterici tarafından uyarılmama rağmen, gazeteci olduğum için beni hedef almayacaklarını düşünüyordum . Ancak bir plastik mermi tam da göğsümün üzerine isabet etti. Ne olduğunu anlamadan duvarın ardına sığındım ve yere oturdum. Göstericilerden biri vurulduğumu görünce yanıma geldi. Neremden vurulduğumu sordu. Gaz maskemi çıkarttı. Bir anda duyduğum ses şuydu: Birileri çılgın gibi “Doktoorrrr” diye bağırıyordu. Birkaç saniye sonra doktor olduğunu sandığım biri yanımıza geldi. Gömleğimi yukarı doğru kaldırdı. Plastik mermi göğsümde derin bir morluk bırakmıştı. “Bir şeyin yok. Biraz dinlen ve kalkma. Dikkat et” diyerek yanımdan ayrıldı. O köşede 10-15 dakika kadar oturdum. Yanımdan sürekli birileri koşuyor, gaz fişekleri uçuyor, gazdan göz gözü görmüyordu. Sonra vurulduğumu duyan arkadaşlarım beni parktan çıkardı.
Emrah Gürel (Hürriyet Daily News):
28 Mayıs 2013 tarihinde Taksim Gezi Parkı’nda ağaç kesilmesine karşı çıkan yaklaşık 50 kişilik grup ağaç kesimini durdurdu. Protestolar Gezi Parkı’nda artan bir kitleyle nöbetleşmeye döndü. Olayların 4. günü sabahında (31 Mayıs) polis 05.00’te Gezi Parkı’ndaki göstericileri boşaltmak istedi. O sabah polis ile göstericiler arasında çatışma çıktı ve kaçacak yerim olmadığı için arada kaldım. Bacağıma ve karnıma 3 adet taş geldi. Bir gün çalışamadım. Gezi Parkı olayları sırasında sarı basın kartım olmasına rağmen birçok defa İstiklal Caddesi’ne polisler tarafından sokulmadım. Polisin bir binanın içine yaptığı operasyon sırasında olayı fotoğraflamak isterken polisin sert tepkisine maruz kaldım. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımdan sarı basın kartı olmayan fakat çalıştığı gazetenin tanıtım kartını bulunduran iki fotomuhabir gözaltına alındı. (Uğur Can/DHA, Ferhat Zubzeviç/Akşam). 10 Eylül 2013’te yine İstiklal Caddesi’nde çıkan olayları takip ederken polis göstericilerden bazılarını gözaltına almaya çalışıyordu. Bizler de gözaltıları fotoğraflarken birçok gazeteci arkadaşımızla birlikte ağır müdahaleye maruz kaldık.
Abdullah Ayasun (Today’s Zaman):
16 Haziran Pazar günü, Gezi Parkı’nın boşaltılmasının ertesi günü, Taksim civarında olayları ve çatışmaları takip etmekteydim. Öğleden sonra Beyoğlu’na girmeye çalışan gruplar ile polisin çatışmasını takip ettikten sonra, Sıraselviler’e gittim. Polisle beraber olayları takip eden basından diğer arkadaşlar ile birlikteydim. Bir süre sonra göstericiler tarafına geçerek, oradan olayları takip etmeye başladım. Ağırlıklı olarak, son dakika gelişmeleri sosyal medya üzerinden paylaşmakta idim. Bu esnada polis beklenmedik bir biçimde Alman Hastanesi'ne yakın olan ana sokakta iki taraftan saldırdı ve göstericiler kaçışmaya başladı. Kaçamayan göstericileri polis yakalayıp kelepçelemeye başladı. Ben de bu olanların fotoğrafını çekerken, bir sivil polis benden telefonumu istedi ve boğazımı sıktı, beni duvara yapıştırdı. Elimden telefonumu almaya çalışırken bir süre boğuştuk ve sonra iki polis daha geldi. Çevik Kuvvet olan, elimi bükerek sırtıma doladı. “Basın” diye bağırmama rağmen, muhtemelen gaz maskesinden dolayı duymadılar. Basın kartım da bükülen sol elimde, avucumda idi. Beni zorla yere yatırdılar. Çevik Kuvvet diziyle sırtıma bastırırken sol elim hala bükülü vaziyette idi. Kafamı yere bastırdılar, hemen yanımda diğer göstericiler vardı, yerde istiflenmişlerdi. Sağ elimle maskeyi çıkarıp “basın” diye bağırdım. Sol elimi bıraktı polis ve ben de kimliğimi gösterdim. Kimliği inceledikten sonra beni serbest bıraktılar. Bir polis yanıma yaklaşarak özür diledi, yanlışlıkla olduğunu söyledi. Daha sonra ben meydana doğru giderken Sıraselviler girişinde olay yerine giden, sivil kıyafetli emniyet amirine durumu bildirdim. O da bu karışıklıkta bu tarz şeylerin olabileceğini söyleyerek ‘Kusura bakmayın’ dedi.