Güncelleme Tarihi:
Doğan Kitapçılık'tan ilk internet polisiyesi
Gelecekte insanın yalnız yaşayacağı öngörülüyor. İşini ve ilişkilerini yeni teknolojiler sayesinde, internetle evden yürüten bir insan tipi geliyor.
YAZARINDAN ROMAN
Aslında Avrupa'ya özgü bir ifade biçimi olan romanla ilgilenmem, Türkiye'deki toplumsal değişimin Avrupa'ya benzer özellikler göstermeye başladığını anlamamla başladı. Kentleşme süreciyle yaşanan yabancılaşmayla birlikte, geleneğin ve alışkanlıkların değişmesi, bireyin önem kazanması Türkiye'de modern romanın yerleşmesini sağlamış, fakat diğer yandan teknolojinin soğukluğunun ortasında yalnız kalmış bireyin yitirilen değerlere tekrar sarılmak istemesiyle yeni bir anlayış doğmuştu: Postmodernizm. 1985'ten sonra ilk örnekleriyle karşılaştığım postmodern romana yöneldim. Yazın anlayışımın da bu akımın etkisinde olduğunu reddetmiyorum.
İnternetin egemen olduğu polisiye bir roman iyi ve tam zamanında bir fikir?
- Romanın ilk bölümü aslında iki yıl önce Hayalet Gemi'de yayımladığım 'Otobiyografi' adlı bir öyküydü. Geçtiğimiz yıl sonu, polisiyede denenmemiş yöntemler üzerine bir yazı okuyordum. Fikir o anda aklıma geldi ve oturup olay örgüsünü oluşturdum. Roman sonraki altı ayda, uykusuz geceler boyu acılarla yazıldı. Onunla neredeyse savaştım. Nisan sonunda bitti. Bittiğinde çok zayıflamıştım ve güçsüzdüm, yeni yeni topluyorum kendimi.
Asri zamanların yeni efendisi internet, sizin romanınızda bir ihanet ve ölüm nedeni?
- İnternete karşı değilim ve eleştirmek amacıyla da yazmadım. Aksine internetin bilgiye ulaşmayı, iletişimi ve ilişkileri kolaylaştırması açısından iyi bir teknoloji olduğunu düşünüyorum. Kitapta, çocukluğumuzdan bu yana bize öğretilmiş olan aşk, sadakat, ahlaki kurallar gibi değerlerin, aile gibi kurumların insanın doğasına uygun olmadığını, değişen toplumsal yapıyla birlikte bu değerlere karşı çıkanların artık sıkça görülebildiğini söylemek istedim. Aşka karşı değilim. Aşkın sadece bize öğretildiği biçimde olmadığını, aşkın kendisinin nesnesinden daha önemli olduğunu söylemeye çalıştım. Şüphesiz toplumsal baskı nedeniyle bu özgürlük kadınlarda kendini ihanet, ikiyüzlülük, yalancılık gibi gösterebiliyor. Çünkü daha yeni yeni ekonomik özgürlüğünü elde etmeye başlayan kadın dışlanmamak için halen öğretilerin ve kuralların kalıpları içinde davranmak ya da öyle görünmek zorunda. Gülden Kale Düştü'ye bu geçiş sürecinin erkek gözünden anlatılmış bir hikayesi olarak bakabiliriz.
Kadınlarla ilgili bu olumsuz genellemeyi romanın kahramanında edebileştirmeniz için esaslı bir ders almış olmalısınız?
- Bizim toplumumuzdan söz ediyorum. Erkeğin kadından beklentileriyle kadının erkekten beklentileri farklı oluyor. İhanet kadın tarafından affedilebilir bir davranış biçimi olarak görülürken gelenek nedeniyle erkek tarafından her zaman öyle algılanmıyor. Kuşkusuz benim böyle bir olay örgüsü yazabilmem için ders almama gerek yok. Gözlemlerim, okuduğum haberler yeterli.
Evli misiniz?
- Hayır. Bu çelişki olmaz mıydı?
İnsanın temel disiplinlerini, değerlerini yitirmesi, içgüdülerini dinlemesi için evlenmesi şart değil ki?
- Tabii ki şart değil. Sevgili olmak da, aynı evde yaşamak da zamanla kurumlaşıp aynı yapıya bürünebiliyor. Söylemek istediğim şu: Geleneğin bize sunduğu aidiyet ve sahiplenme duygusu, sadakat gibi davranış biçimleri ve bunlara duyduğumuz inançlar, toplumsal evrim sonucu insanın yalnızlaşmasıyla birlikte ortadan kalkacak. Toplumsal yapılaşmaya bir bakın, kabileden, sülale tipi aileye ve buradan çekirdek aileye geçilmiş. Şimdi çocuksuz aileler hızla artıyor. Gelecekte insanın yalnız yaşayacağı görülüyor. İşini ve ilişkilerini yeni teknolojiler sayesinde, internetle evden yürüten bir insan tipi geliyor.
İnternetin, sanal ve yanılsamalı gerçeği sunması ne kadar dürüst?
- Ben de size şunu sorabilirim. Peki gerçek olarak nitelendirdiğiniz, yüzyüze yürütülen ilişkiler ne kadar dürüst? Kişinin kendini ortaya koyamadığı, toplumsal baskılar ve gelenekler yüzünden isteklerini söyleyemediği ilişki biçimleri ne kadar dürüst? Bu ilişkilerde söylenemeyen istekler, yalanlar, ikiyüzlülükler yok mu?
KOZADAKİ İNSAN
İyi de bütün bunlara karşılık yegane alternatifi internet olarak sunmuyor musunuz?
- Hayır. Bunları yazarken internet yoktu ki. Romanın kurgusu için kolay ve kişinin kendini saklayabildiğini düşündüğü güvenli bir iletişim aracına ihtiyacım vardı. Bu da internetti.
Romanınızda başvurduğunuz yöntemi bu kadar ustaca kurgulayabilmeniz için internete ve internetli ilişkilere çok aşina olmalısınız?
- Evet. İnternet kullanıyorum ve kulüplere üyeyim. İnternette kullanılan trojan ve bunun gibi bazı alt teknolojilerin varlığından da haberdarım.
İnsanlar açısından kasdetmiştim, ilişkiler açısından...
- Tabii ki, görüştüğüm birçok arkadaşım var nette. çeşitli edebiyat kulüplerine üyeyim ve diğer üyelerle başka başka şehirlerde olsak da sık sık görüşebiliyorum.
Kitabınıza dönelim. Bir de müzik, cd'ler, kitaplar da en az internet kadar nitelendiriyor kahramanı...
- Bütün bu imleri, kahramanı okurun gözünde tanımlayabilmek amacıyla kullandım, okurun kahramanın nasıl biri olduğunu anlayabilmesi için. Ayrıca kahramanın birçok ilişkisi olmasına rağmen çok yalnız olduğunu görüyoruz. Birlikte olduğu kişilere kendisi hakkında sadece ipuçları veriyor, kendini bütünüyle açımladığı herhangi biri yok. Ona çok yakın görünen Ediz bile her yönüyle tanımıyor onu. Okur, kitap boyunca, müzikler aracılığıyla sadece kahramanı tanımıyor, yeni bir yaşam biçimini de görme olanağı buluyor. Gelecekteki hücresini ve kendi kozasındaki insanın yalnızlığını görebiliyor. Evliliğin, sadakatin, geleneğin ve geleneğin getirdiği kuralların olmadığı bir geleceği. Çünkü insan doğası bunu gerektiriyor, değişim de bu yönde.
AŞKIN NESNESİ
Kahraman tüm bu değerleri elinin tersiyle itse de ayrıldığı eşini öldürerek sahipleniyor. Hatta orgazm anında öldürüyor. Erkeklik, iktidar ve sahiplenme...
-Evet. Aslında burada sadece olasılıklar üstünde durabiliriz. Çünkü bu ona önceden öğretilmişti diyebiliriz. Onda kodlanmış bir içgüdü, atalarından getirdiği bir bilgi olarak duruyordu. Öldürme nedeni, ona öğretilmiş bütün değerleri yitirdiğini anlayınca yaşadığı boşluktan kaynaklanmış olabilir. Diğer yandan bütün olay örgüsünün bir kalp krizi sırasında, ölmek üzereyken oluştuğunu, öldürmenin kahramanın kurgusundan öte bir şey olmadığını da söyleyebiliriz. Kahramanın aynı zamanda kendini öldürdüğünü de söyleyebiliriz. Burada bir kesinlik yok. Kahramanın sahiplendiği bir aşk nesnesini yok etmesini nasıl tanımlayabileceğimizi ben de bilmiyorum ve bunu okura bırakıyorum.
Romandaki tüm kadınlar ihanet içinde ve edilgen konumdalar?
- Gelenek onlara edilgen bir davranış biçimi sunuyor ve onlar dışlanmamak için bu yapıyı kabul ediyorlar ya da kabul etmiş görünüyorlar. Diğer yandan demin söz ettiğimiz nedenlerle toplum değişiyor ve kadın ekonomik özgürlüğünü elde etmesiyle birlikte bir birey olarak kendini farkediyor. Bunun sonucunda da her birey gibi isteklerinin, hayallerinin, düş ülkesinin ardına düşüyor.
Kitabınızda bütün kadınlar korkak ve riyakar davranıyor?
- Bu toplumsal yapı içinde başka nasıl davranabilir ki? Kuşkusuz bir Jean d'Arc yazma peşinde değildim. Bu gelişim kendini taşrada -ki buna İstanbul da dahil- nasıl gösteriyorsa öyle yazmaya çalıştım.
KİTAPTAN
(...) Bütün bu yalnız akşamlar boyunca Gülden'in internete girip sohbet odalarında vakit geçirdiğini, önceleri eve geldiğimde bilgisayarı kapatmasına rağmen, bir süre sonra bana bir ‘‘Hoş geldin’’ deyip sohbetine geri döndüğünü, bazı geceler sabaha dek bilgisayar başında oturduğunu düşündüm. (...) Salon kapısının önünden geçerken, kapının buzlu camına bilgisayar ekranının ışığı vuruyor olurdu. (...) İnternette tanıştığı birine gittiğinden emin olduğumu ve ilişkimizin bittiğini söyledim.
(...) Yüzü kasıldı, öne doğru gerildi, geliyordu. Kendimi bıraktım. Boşalırken eğildim, saçlarından tutup başını, sanki öpmek istiyormuş gibi kendime doğru çektim ve bütün gücümle yatağın dayalı olduğu duvara çarptım.
Duvardan beni çok korkutan bir ses çıktı. Öyle bir ses ki duvar çatırtıyla yıkılıyor sandım. Sanki ses bir süre dinmedi, yakındaki binalardan başlayıp çok uzaklardaki tepelere kadar çarpıp çarpıp geri geldi. Sesin kafamdaki yankısı kesilene dek kıpırtısız bekledim.
Geçtiğimiz yıl ‘‘Yağmur Hüznü’’yle Orhan Kemal Roman Ödülünü'nü alan yazar Ahmet Karcılılar'ın ikinci romanı ‘‘Gülden Kale Düştü’’, Doğan Kitapçılık'tan yayımlandı. Karcılılar'ın son romanı, internetin belirlediği hayatları, ilişkileri sorguluyor. Yalnızlaşan, bu yalnızlığını internet ve cep telefonuyla kurduğu ilişkilerle zenginleştirmeye çalışan bireyleri anlatıyor. Karcılılar'ın polisiye kurguyla yazdığı roman, bir cinayetin şaşırtıcı düğümüyle bitiyor.
AHMET KARCILILAR KİMDİR?
1965 Denizli doğumlu. Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Program bölümü mezunu. çocukluğunda, anı defterleriyle başladığı yazma süreci üniversite döneminde biçimlenmeye başladı. O dönem şiirle, kısa öykülerle, film senaryolarıyla ilgileniyor, oyun metinleri yazıyordu. Hatta önceki romanı 1999 Orhan Kemal Roman Ödülü'nü alan Yağmur Hüznü'nün ana öyküsünü bu dönemde yazdı ve film senaryosu haline getirdi. Uzun süre geçtikten sonra öykünün artık sinema diliyle ifade edilemeyeceği düşüncesiyle romana dönüştürdü.
Karcılılar, bir dönem amatör tiyatro oyunculuğu da yaptı. öykülerini ödül alamadığı yarışmalara gönderdi. Kimi öyküleri çeşitli mizah dergilerinde yayımlandı.
Karcılılar Denizli'de yaşıyor. Bir şirketin finansman muhasebesini yapıyor. Geceleri de yazıyor.