Güncelleme Tarihi:
Kuş gribi, domuz gribi, keçi gribi derken her sene ölümcül salgın haberleriyle beraber, bu durumun kimi ‘ilaç şirketleri’ tarafından düzenlendiğini dile getiren komplo teorileri de çıkıyor. Çünkü tarihe baktığımız zaman görüyoruz ki, bu tarz salgın hastalıklar birçok kere kullanılmışlar. Bunlardan en bilineni 11 Eylül ile adını daha da sık duyduğumuz şarbondu. Bu popüleriteye odaklanan Fransız doktor ve yazar Jean Christophe Rufin, son kitabı Adem’in Kokusu’nda planlı salgınlar yaratan teröristleri ve onların arkasındaki güçleri konu ediniyor. Polonya’da bir laboratuvara giren çevreci bir örgüt, üzerinde deney yapılan hayvanları doğaya salıverir ve bütün cihazları da parçalar. Başlangıçta basit bir çevreci eylem gibi görünen olayın arkasında büyük bir biyolojik terörün olduğunu eski ajan, fedakar doktor Paul ortaya çıkaracaktır. 1971 yılında savaş, açlık ve salgın gibi nedenlerden dolayı mağdur olan insanlara yardım etmek amacıyla kurulan Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nün de kurucularından Jean Christophe Rufin’le Ademin Kokusu’nu konuştuk.
? Son yıllarda her sene değişik adla karşımıza çıkan grip salgınlarını ilaç şirketlerinin tetiklediği yönünde söylentiler var. Kitabınızda da kısmen buna değiniyorsunuz. Ne dersiniz?
- Biyolojik silahlar her zaman çok sofistike olarak düşünülür ama gerçekte yeni toksik ajanlar oluşturmak için gizli laboratuvarda araştırma yapılırsa kolera gibi eskileri ve yenileri elde etmek kolaylaşır. Elbette bunlar dedikodu veya komplo teorisi olarak dile getirilen durumlar, ne kadar doğru olduğu tartışılır. Ancak hiç olmayacak diye bir şey söylemek de imkânsız.
? Her ne kadar biyolojik terör veya radikal çevreci örgütlerin faaliyetlerini anlatsanız da, aslında üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarına parmak basan bir kitap, Ademin Kokusu.
- Romanın terörist yönü, gerilim boyutunu inşa etmek için gerekliydi. Ama haklısınız, üçüncü dünya ülkelerinin gerçek konuları, esas problemi oluşturuyor. Çünkü, bu isimle adlandırılan veya farklı şekilde ifade edilen bu ülkelerin nüfusu ve plansız gelişimi ciddi meseleler yaratıyor. Bugün daha da güçsüzleşen bu ülkelerin gelişimini gözlemlemek konusunda ben de tıkandım. Zengin ülkelerdeki birçok insan üçüncü dünya ülkelerindeki yoksulluk gerçeğinin yok edilemeyeceğine inanıyorlar artık. Çünkü bu ülkelerde çeşitli zamanlarda cereyan eden salgın hastalık, kıtlık, kuraklık ve savaş gibi konuların doğal yoldan nüfusu azaltacağını kabul etmiş durumdalar. Küresel gelişmede yaygın olan bu güçlü düşünce aslında açık bir şekilde ifade edilmiş değil ama Batı toplumlarında politikacılar dahil birçok insanın aklında bulunan bir düşünce. Bu durum elbette ki tedirgin edici ve birilerinin dikkatini çekmek gerektiği inancındayım.
? Romanınızda çevreci radikal grupların faaliyetlerini derinlemesine anlatıyorsunuz. Başta Greenpeace olmak üzere aktivist çevrecilerin eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sınır ne olmalı sizce?
- Bu gruplar muhteşem eylemleriyle son derece önemli bir işleve ve güce sahip. Çünkü ekolojik problemlere dikkat çekiyorlar. Romanda ele almaya çalıştığım ve kafamdaki soru, aslında çevre duyarlılığının, halk arasında gelişmeden daha oncelikli olmasıyla ilgili. Balinaların korunmasının insanları korumadan daha önemli hale gelmesini savunmuyorum. Belki bu biraz abartılı olabilir ama bence bu noktaya daha yakınız. Birçok kampanya ayıları ve filleri korumak için para topluyor ve bu konuda açlık ve gelişim programlarına nazaran çok daha başarılı. Başta Greenpeace olmak üzere, çevreci örgütlerin birçok faaliyetini takdirle ve dikkatle takip ediyorum, benim için sınır elbetteki insan hayatıyla başlar.
DOĞAYI KURTARMAK İÇİN İNSAN NÜFUSUNUN AZALMASI GEREKİYOR
? Peter Singer, Edward Abbey başta olmak üzere birçok gerçek aktiviste veya düşünüre değiniyorsunuz romanınızda. Kaynak çalışması için nasıl bir süreç geçirdiniz?
- Radikal ekolojiyi kaleme alan yazarları çok zaman önce okumaya başladım. Anglosakson dünyasında üç önemli şeyden etkilendim ve bu dönemde Fransa gibi Latin ülkelerinde kimse bunu araştırmıyordu. Birçok radikal yazar için ekolojimiz sempatik ve hümanist. Ancak insan hakları ve çevre şartları arasında birçok çelişki de bulunuyor. Başka bir ifadeyle, insanoğlu gezegenin düşmanı... İnsanoğlu yırtıcılığından kurtuluyor ve kanser hücreleri gibi çoğalıyor. Şu bir gerçek ki, dünyayı ve doğayı kurtarmak için dünya nüfusunun azalması gerekiyor. Ancak bu kulağa pek de sempatik gelmiyor, ayrıca bu hedefe de nasıl ulaşacağımızı söylemiyorlar. Bu kitaptaki fikrim, bu amaca terörizm ile nasıl ulaşılacağının anlatılmasıydı. Ola ki birileri bu fikri bu korkunç şekilde uygulamaya çalışırsa, neler olur sorusunun ve bu düşüncenin korkunçluğunun farkına varılmasıyla ilgili.
? İnsanlar uzun bir hayat yaşamak için bütün enerjilerini harcıyorlar. GDO’lar hayatımızın her alanına girmişken diğer taraftan da organik ürün çılgınlığı var. Bunların yanında da Afrika ve benzeri topraklarda hâlâ sayısız insan ölüyor. Ne diyorsunuz bu işe?
- Şüphesiz ki bugün önemli iki kelime var, gittikçe artan mesafe ve zıtlık. Bir tarafta sadece rahatının ve hayat kalitesinin peşinden koşan sağlıklı ve zengin insanlar, diğer tarafta yoksulluk ve salgın hastalıklar, açlık, veba. Bu kelimeler birbirinden coğrafi olarak ayrılmamış. “Kuzey”in küresel olarak daha zengin olduğu doğru, ancak benzer ülkelerde bu iki kelime bir arada. Soğuk savaş boyunca, başarısı sınırlı olsa da insanlar için ekonomik gelişmeyi öneren genel bir ideoloji vardı. Bugün zenginler için bu iki kelime arasındaki bölüm artışını destekliyoruz. Amaç belki adaleti eşitlemek değil, ama güvenliği sağlamaktır. Yoksulluk bir tehdit olarak görülürken bizler ne yazık ki askeri müdahalelere, ekonomik ve sosyal gelişmelerden daha çok para harcıyoruz.
HER ZAMAN YAZAR OLMAK İSTEDİM
Bazen yazmaya nasıl vakit bulduğumu soruyorlar. Doktorluk yeterince yorucu ve insana çok fazla zaman bırakmayan bir meslek. Ama itiraf etmem gerekiyor ki, ben her zaman yazar olmak istedim. Ama önce hayatı deneyimleyip keşfetmeniz gerekiyor! Bütün kitaplarımda yaşadıklarımdan ve gözlemlediklerimden esinlendim. Yazmaya başlama zamanı hiç önemli değil. İlk önce notlar aldım, kitabın yapısını tasarladım ve sonunda her şey hazır olunca yazdım. Tıp belki de hayata atılan en iyi ilk adımlardan bir tanesi: Sizi sürekli farklı insanlarla iletişim halinde tutarken umut, ölüm, acı gibi konularda tecrübeler yaşamanızı sağlıyor. Eğer çok dikkatli olur ve gözünüzü dört açarsanız, bu zengin deneyimleri roman haline getirmeye hazır olursunuz.