Güncelleme Tarihi:
“Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirası toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. İşte o gün, insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış olacaktır.”
Doğanın güzellikleri, temizliği, ahengi ve dengeleri sadece ve sadece insan tarafından ihlal edilmektedir. Buna sebep olan olumsuzluk ise insanın doymazlığı, sınır tanımazlığı, kudurganlığıdır.
Kur’an burada, ‘tuğyan’ kökünden sözcükler kullanmaktadır.
Tuğyan, Kur’an’da, türevleriyle birlikte 40 civarında yerde geçer.
Tuğyan, Yaratan’a isyan, yaratılmışlara musallat olmaktır. Kur’an bu sözcüğü, azgınlıkta sınır tanımayacak kadar ileri gitmek anlamında kullanıyor. (bk. Râgıb Isfahanî, Müfredât, tuğyan mad.)
Kur’an’da, tabiat güçlerinin azması da tuğyan kökünden sözcüklerle ifade edilmektedir. Örneğin, Kur'an, Nuh Tufanı sırasında suların köpürüp azmasını tuğyan kökünden bir fiille ifade etmiştir. (Hakka, 11) Ne ilginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devri zalimlerini Kur'an, ‘Zulme sapıp azan, yani tuğyan eden’ bir kavim olarak anmaktadır. (bk. Necm, 52)
Demek ki, temel varlık yasası şudur:
İnsanın tuğyanı tabiatın tuğyanı ile cezalandırılır. Unutulmasın ki, hava kirliliğinden, buzulların erimesine, ozonun delinmesinden deli dana etine kadar tüm küresel felaketler birer tabiat tuğyanıdır.
Tuğyan, dengelerin yıkıcı bir felakete dönüşmek üzere bozulması halidir. Tüm uygarlıklarda çöküş bu bozulmanın sonucudur. Bozulma fiziksel olabileceği gibi, ruhsal da olabilir. Küresel felaketlerin en büyüklerinden biri sayabileceğimiz, uyuşturucu bağımlılığı ve AIDS belası da birer denge bozulması yani tuğyandır.
Hakka Suresi 5. ayet de, Semud kavmi azgınlarının tâğıye ile helak edildikleri söyleniyor. Bu tâğıye de tuğyan kökünden türeyen bir isim olup tuğyan eden insanları cezalandırmak için Yaratıcı tarafından devreye sokulan tuğyan edici bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir.
Seller, depremler, aşırı ısınma, buzulların erimesi... birer tâğıyedir.
Hakka 5. ayette cümle o şekilde düzenlenmiştir ki, tâğıye hem Semud kavmini helak eden kuvveti hem de bu kavmin helakine sebep olan tavrı aynı anda ifade etmektedir. Tâğıye insan, tâğıye tabiat kuvveti ile cezalandırılıyor. Bu üslup harikasını dikkate aldığımızda, anılan ayetin tercümesinin şöyle verilmesi gerekir:
Tercümeyi parantezlerden arındırarak vermek istersek şöyle dememiz gerekir:
“Bunun üzerine, Semûd toplumu, azgınlık yüzünden/azgın bir tabiat kuvvetiyle helâk edildi.”
Tuğyan yani azmak, insan varlığındaki egemen gerçeklerden biridir:
“İş öyle sanıldığı gibi değil; insan gerçekten azar.” (Alak, 6)
Bu yaradılış gerçeğini veren ayetin ardından insanın tuğyanının temel sebebi gösteriliyor. Bu sebep, ‘insanın kendisini hiç kimseye muhtaç olmayacak bir konuma gelmiş görmesi’dir.
Tuğyan, insan egosunun, kendini ilahlaştırması, her şeyin, herkesin üstünde görmesi halinin doruk noktasıdır. Kur'an'a göre, bu doruk noktanın tipik temsilcisi Firavun tipidir. (Tâha, 24, 43; Nâziât, 17)
Firavunlar medeniyeti bir tuğyan medeniyeti idi; batışları bu yüzden olmuştur:
“O sütunlar, saraylar sahibi firavunlar... Onlar ki, ülkeler boyunca tuğyan sergilediler ve oralarda bozgunları çoğalttılar. Sonunda Rabbin onların üzerine azap kamçısını yağdırıverdi.” (Fecr, 11-13)
Ne ilginçtir ki, tuğyan babaları olan Firavunların ezdiği İsrailoğulları, sonunda Firavun yolu olan tuğyana sapmaktan kurtulamadılar. Onların tanrısal gazaba uğramalarına da bu sapma sebep oldu. (Tâha, 80-87)
Kur'an, temel yaratılış ilkelerinden biri olarak, şunu ısrarla belirtir:
Bütün uygarlıkların ve saltanatların çöküşü, azmak yüzündendir. Bu, daha çok, madde ve ondan kaynaklanan değerlere aldanarak azmaktır. Her çöküşün altında bu yatar.
Tuğyana sapanların son cezaları, bir tabiat tuğyanı olan ateşle verilecektir. Cehennem, tabiat kuvvetleri tuğyanının tipik ve çok güçlü bir belirişidir ve tuğyana saparak dengeleri bozan zalimlerin cezalandırılmasında en uygun yol cehennemle ceza yoludur. (Nâziât, 39)
“Şu bir gerçek ki, cehennem bir gözetleme yeridir, tuğyana sapmışlar için bir dönüş-varış yeridir.” (Nebe, 21-22)
Böyle olduğu içindir ki, cehennem ehli, birbirlerini suçlarken sürekli şöyle konuşacaklardır:
“Seni tuğyana ben itmedim.”
“Tuğyana sapmış bir topluluk idiniz; hadi, görün sonunuzu.” (Kaf, 27; Saffât, 23, 31; Sad, 55-56)
Tuğyana sapmanın musallat edeceği denge bozukluğu insanı aldatır, kuruntu ve hayale esir eder. İnsan bu duruma gelince egosunun oyuncağı olur ve karanlığı ışık; şapı, şeker zannetmeye başlar. Kur'an bu noktaya dikkat çekerken, gerçeği örten nankörleri (kâfirleri), ‘tuğyanları içinde oynayıp oyalanan gafiller’ olarak tanıtır. (Bakara, 15; En’am, 110; A'raf, 186; Yûnus, 11; Müminûn, 75; Tûr, 32)
Tuğyan çemberinde gaflet ziliyle oynayanlarda oluşan en öldürücü hastalık, ışığı ve güzeli getiren ve gösteren uyarılardan etkilenmemeleridir. Bunlar, uyarıldıkça azgınlıkları artan gözü dönmüş zalimlerdir. Tek güvendikleri, yarattıkları ‘korku imparatorluğu’ olur. Bu öldürcü güven, bir tâğut illetidir.
Tâğut illetine tutulanlarda öğüt ve uyarı, beklenenin tam tersi bir etki yaratır; tâğutun zulüm ve dehşeti biraz daha artar. (Mâide, 64, 68; İsra, 60)