Oluşturulma Tarihi: Aralık 23, 1998 00:00
İlahi kelamın Bakara suresi 30. ayeti insanı Allah'ın halifesi olarak tanıtmak suretiyle onu varoluşun en şerefli burcuna oturtuyor.İnsanın bu yüceliğinin temelinde ne vardır? Anılan ayet, Cenab-ı Hak ile melekler arasında geçen bir konuşmayı vererek bu soruyu da cevaplamıştır. Melekler, kendilerinin Allah'ı şaşmadan hep tespih ettiklerini, insanın ise bozguncu ve kan dökücü olduğunu söyleyerek, böylesine kötülükleri olan bir varlığın Allah halifesi sıfatına layık görülüşünü hayretle karşıladıklarını ortaya koyuyorlar. Yaratıcı, meleklere verdiği cevapta, her şeye rağmen insanı savunuyor ve onun Allah'ın vekili sıfatına layık bulunduğunu bildiriyor.Gerek bahsimize konu olan ayet, gerekse diğer birçok ayet bize gösteriyor ki, insanın yüceliğinin temelinde, onun zıtları toplayan bir varlık oluşu gelmektedir. Yani insan, artı ile eksinin, eğri ile doğrunun, karanlıkla ışığın, hayırla şerrin, çirkinle güzelin, ulvi ve süflinin aynı anda barındığı kompleks, karmaşık, esrarlı bir varlıktır. Gerçek olan şu ki, insanı ne sadece melek ne de sadece şeytan olarak tasavvur etmek mümkün değildir, böyle bir şey hayata ve Cenab-ı Hakk'a ters düşmek olur.Bu Kuran'sal tespitin iki önemli sonucu vardır: Birincisi, insanın vücut verdiği iyilik, hayır ve güzelliğin, bunların tersini yapma iktidarının varlığıyla anlam ifade edeceğidir. İnsanı, sadece iyilik yapmak üzere programlanmış bir robot haline getirdiğinizde, bunun adına ne derseniz deyin, Allah'ı memnun edemezsiniz. Çünkü bu durumda hür iradesiyle iş gören bir şuurlu varlık yok, şartlandırıldığı şekilde davranan bir eşya vardır. Allah ise aksini yapma gücü olanların sergiledikleri iyiye ve güzele değer veriyor. Bu evrensel gerçeğe işaret için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘‘Eğer hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyip ondan af dileyen bir başka topluluk getirirdi.’’İkinci sonuç da şudur: İnsanı, eğrisi doğrusu, eksisi artısı, iyiliği ve çirkinliği ile kısaca varlığında yer alan zıtların toplamı halinde bağrımıza basmalıyız. Çünkü insan bu haliyle Allah'ın savunmasına layık görülmüş, bu haliyle meleklerin secdesine muhatap kılınmış, Allah'ın nefhası ona bu haliyle üflenmiştir. Her insan ilahi nefhayı benliğinde taşıdığına göre, her insan, eksikleri ne kadar fazla olursa olsun, saygıya ve korunmaya layıktır. Ancak bu, insana sorumluluklarını, hatalarını göstermemek demek değildir. İnsana hatası ve eksiği söylenir, gerekirse, en acı bir dille söylenir, ama bu yapılırken de insana saygı gösterilir.YARIN: Bilgiyi hapsetmemekKuran kurslarıyla ilgili hem övücü, hem de yerici-eleştirici sözleriniz var. Bu konuyu biraz daha net açıklar mısınız?Cevap: İsmine yakışır faaliyet gösteren Kuran kursunu severim, överim. Ama bugün bu anlamda Kuran kursu var mı? Varsa kaç tane var?Arap alfabesini bizim çocuklarımıza öğretmek, Kuran kursu olmak değildir. Kuran kursu demek, bir çocuğa kısa sürede ve pratik olarak yararlanacağı biçimde Kuran'ın muhtevasını anlatmaktır. Bizdeki Kuran kursları ne yapar? Arap alfabesini öğretir. Bunn sonucu nedir? Havanda su dövmektir. Bizim milletimizin kendi dilinde ibadet etmesine karşı çıkarlar. Neden? Çünkü Arap alfabesini öğretme sanayii gelişmiştir Türkiye'de. Kuran kursları da bunu takip ediyor, yaptıkları bundan ibaret. Çocuklarımıza gençlerimize, 'Senin dininin kitabı budur!' diye kısa sürede Kuran'ın muhtevasını öğretseler insan haklarına, sosyal hayatta nasıl davranacağına dair bilgi verseler, ibadetleri uygulamalı gösterseler o zaman çok güzel olacak. Bugün ise çocuklarımızın orada bizim paramızla yaptıkları tek bir iş var: Arap alfabesinde harflerin ağzın, gırtlağın, karnın neresinden çıktığını öğrenmek. Bunun bu ülkeye bir hayrı olacağı kanaatinde değilim. Kuran kurslarının, isimlerindeki ‘‘Kuran’’ sözüne uygun eğitim vermeleri gerekiyor. Bugün bunun yapıldığını ben göremiyorum.Yeryüzünü gezip dolaşın!‘‘De ki: Yeryüzünde dolaşın da bir bakın...’’ (Neml, 69; En'am, 11; Nahl, 36; Rûm 42, Ankebût 20, Ali İmran, 137)Kuran'ın varlığı incelemeye yönelik en önemli emirlerinden biri de bu buyruktur. Bu buyruk insanlık tarihinde arkeolojinin lüzumunun da ilk duyurucusudur. Allah'ın ayetlerinin çok önemli bir bölümüne sahne olan yeryüzünün, bir uçtan bir uca tetkikini gerektirir.Bu tetkik, özellikle iki noktanın aydınlığa kavuşturulmasına yardım edecektir: 1. Yaradılışın nasıl başladığının belirlenmesi (bk. Ankebût 20), 2. Eski toplumların sonlarının ne olduğu (ilgili tüm ayetler).Camilerimiz-4Adı gibi yüce: Bursa Ulu CamiOsmanlı İmparatorluğu'na bir asrı aşkın süreyle başkentlik yapan Yeşil Bursa'da yer alan tarih hazineleri arasında biri vardır ki, çeşitli özellikleriyle hemen diğerlerinden ayrılır. Bu, adı gibi yüce bir cami olan Ulu Cami'dir. Kentin merkezinde yer alan bu cami 577 yıllık geçmişiyle zamana meydan okumaktadır. Caminin yapımına Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'in isteği üzerine 1395 yılında başlanmıştı. Yıldırım'ın Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilip esir düşmesi üzerine cami yapımı yarım kaldı. Daha sonra tahta çıkan Yıldırım'ın oğlu I. Mehmet, babasının başlattığı inşaatı tamamlattı ve cami 1421 yılında ibadete açıldı.2215 metrelik bir alanı kaplayan Ulu Cami'nin içi 12 sütunla 5 ayrı bölüme ayrılmıştı. Bu bölümlerden her biri dörder kubbeli olmak üzere 20 kubbe ile örtülmüştü. Kubbe sayısı bakımından Ulu Cami, Türkiye'deki tüm camilerin önünde gelmekteydi. Caminin bunun yanı sıra bir başka özelliği ise ortadaki kubbenin açık olmasıydı. Telle örülü bu açık kubbeden giren ışık, camiyi aydınlık hale getirirken, bu kubbenin altına 16 köşeli bir şadırvan inşa edilmişti. Ulu Cami'yi diğerlerinden ayıran özellikler bununla da bitmiyordu. Abanoz ağacından ve tek çivi çakılmadan yapılan minberinin paha biçilemeyen değerinin yanı sıra, iç süslemeler ve hatları bakımından da eşsizdi. Fettah Efendi, Mustafa Şefik Efendi, İzzet ve Yesari tarafından onartılan Ulu Cami'nin kütüphanesinde birbirinden değerli yazma eserler yer almaktadır.
button