Oluşturulma Tarihi: Mayıs 26, 2002 00:00
Bugün sadece biz insanlara özgü olan bazı korku ve ürpertilerin, geçmişimizin bir döneminde yaşadığımız vahşi hayatta av ve yem olma özelliğimizden kaynaklandığı ileri sürüldü.Ayrıca, birbirimizin aklından geçenleri okuma yeteneği, sadakat ve dostlukla ilgili toplumsal değerlerimiz, dahası dil ve teknoloji gibi, insanı insan yapan kimi temel özellikler de geçmişimizden geliyor.Doymak bilmez bir dinozor, avının peşine düşer ve yakaladığında onu paramparça eder. İri kediler dehşete kapılmış bir ceylanın üzerine atılmadan önce ceylan sürülerini usulca izlerler. Biz insanlar da, TV’deki bu tür belgeselleri (iğrenç görüntüleri) izlemekten geri durmayız. Bunun nedeni, o talihsiz kurbanlarla geçmişte paylaştığımız ortak bir özelliğimiz olabilir. Kaliforniya Üniversitesi ruhbilimcilerinden Richard Coss’a göre, insanoğlunun avcı aşamasına, düşmanlarımızı alt etmek için verilen uzun uğraşlarla ulaştı. O zamana kadar insanlar düşmanları tarafından avlanan bir türdü. Yem olma korkusuyla geçen o uzun tarihi dönem, insanoğlunu bugünkü konumuna getirdi. Bu yeni görüş doğru ise, insanın evrimindeki bu yem olma dönemi, yalnızca bize özgü korku ve ürkülerin kaynağı olabilir. Ayrıca, birbirimizin aklından geçenleri okuma yeteneği, sadakat ve dostlukla ilgili toplumsal değerlerimiz, dahası dil ve teknoloji gibi, insanı insan yapan kimi temel özelliklere de açıklık kazandırabilir. Yaygın görüşİnsanlık tarihiyle ilgili yaygın görüşlerde insanların, yaklaşık beş milyon yıl önce meydana gelen uzun süreli iklim değişikliği nedeniyle ağaç üstündeki cennetten toprağa yöneldikleri, tarihöncesi ‘Düşüş’ dönemine ağırlık verilir. Ancak bunların çoğunda yeni ortamın korkunç doğası göz ardı edilir. Ormanlar leoparlar ve dev etçil ayılarla doludur. Daha da tehlikeli olan savanlıklarda dev sırtlanlar, kurt büyüklüğünde keskin dişli köpekler, aslanlar ve daha nice ürkütücü hayvanlar cirit atmaktadır. Avlanma konusunda çok daha deneyimli olan bu çevik hayvanların uyuşuk ve çelimsiz insanlara ağızları sulanarak baktıklarından kuşku yok. Primatlar bugün de aynı tehlikelerle karşı karşıyalar. Yırtıcılığın çağdaş örneklerini inceleyen araştırmacılar, büyük etoburların dışkılarında sık sık primat kalıntılarına rastlıyorlar. Dahası, New Mexico Üniversitesi’nden Kim Hill ve Anna Magdalena Hurtado araştırmaları sonucunda, Amazonlu Ache kabilesindeki genç erişkin ölümlerinin %6’sının kaplanlardan kaynaklandığını ortaya koydular. 393 insan av olduUluslararası Koruma örgütü biyologlarından Adrian Treves tarafından yapılan bir araştırma, kısa bir süre öncesine dek uzanan 80 yıl içinde, Uganda’da 393 kişinin
aslan, leopar ve benekli sırtlan gibi yırtıcı hayvanlar tarafından öldürüldüklerini, ya da yaralandıklarını gözler önüne serdi. Tüm bunlar büyük etoburların, yaşlılık ya da sakatlık nedeniyle insan
yemek zorunda olmadıkları sürece, insanlara saldırmadıkları görüşünü yerle bir ediyor. Coss, bu durumun doÄŸrudan tarihöncesi atalarımızı etkileyebileceÄŸini belirterek, ‘Leopar ve aslanlar insan etinin kemiÄŸinden kolaylıkla sıyrılabildiÄŸini öğrenir öğrenmez, yalnızca insanları hedef alan doymak bilmez katillere dönüşebilirler. Bu tür etkiler eski çaÄŸlarda insan nüfusunun büyük bir bölümünü bir gecede yok etmiÅŸ olabilir,’ diyor. Bir baÅŸka hayvanın yiyeceÄŸi olmak her zaman evrimsel bir anlam taşır. Avcı ile av arasındaki silahlanma yarışı izi sürülen hayvanda, bedensel büyüme, daha hızlı koÅŸma ve daha güçlü duyular gibi birtakım deÄŸiÅŸikliklere yol açabildiÄŸi gibi, kimi davranış farklılıklarına da neden olabilir. Böylesi bir durum ilk insanlar için de söz konusu ise, bunun bizlerdeki yansımaları neler olabilir?Ä°zleri taşıyoruzCoss, insanoÄŸlunun avlanan bir yaratık olduÄŸu dönemden gelen izleri bugün de taşıdığına inanıyor. Kalıtımsal içgüdü ve sezgiler, artık geçersiz olsalar bile, çok uzun bir süre beyindeki yerlerini koruyabilirler. Bu durum, yeni doÄŸan bebeklerde görülen, irkildiklerinde bir ÅŸeyi yakalama ya da ona sarılma biçiminde sergilenen Moro tepkesine bir açıklama getirebilir. Coss’a göre, bebeklerde yaklaşık altı ay içinde yok olan bu tepkenin kökleri, en az altı milyon yıl öncesine uzanıyor. Kimi bilim insanları artık iÅŸe yaramayan kimi özelliklerin bu denli uzun ömürlü oldukları görüşüne kuÅŸkuyla yaklaşıyorlar. Ne var ki, Coss bununla ilgili somut kanıtlar olduÄŸunu öne sürüyor. Coss, düşman yılanlar karşısında bedenlerini uzatıp dondurarak ve düşmanın üzerine kum ve yaprak fırlatarak kendilerini savunmaya çalışan Kaliforniya kara sincaplarını inceledi.Üç milyon yıl boyunca yılansız bir ortamda yaÅŸayan Arktik kara sincaplarında böylesi bir davranış biçimine rastlanmamakla birlikte, 300 bin yıldır yılanlardan uzak yaÅŸayan Kaliforniya sincapları bu özelliklerini korumaktaydılar. Araba mı, örümcek mi?AraÅŸtırmacıların bir bölümü de mantığa dayanmayan korkularımızın atalarımızdan kalan evrimsel bir özellik olduÄŸuna inanıyor. Kaliforniya Ãœniversitesi insanbilim uzmanlarından Clark Barrett, söz gelimi örümcek korkusunun, çaÄŸdaÅŸ kent ortamında çok daha büyük bir tehlike olmasına karşın, araba korkusundan çok daha yaygın olduÄŸuna dikkat çekiyor.Yırtıcı hayvanların insanın evriminde önemli bir etkisi olduÄŸu düşünüldüğünde, insanların bu hayvanlara uyum saÄŸlamaları gerektiÄŸine inanan Barrett tam da bunu araÅŸtırıyor. Söz gelimi, farklı kültürlerden gelen çocuklar, hayvanların ne denli tehlikeli olduÄŸu yönündeki bilgileri yaÅŸadıkları ortamın öteki doÄŸal özelliklerinden çok daha önce öğreniyorlar. Barrett buna ‘Jurassic Park’ sendromu adını veriyor. Dahası, küçük çocuklar her ne kadar ‘Aslan Kral’ türü gerçeÄŸe aykırı dost canlısı aslan ve benzeri imgelerle yetiÅŸtirilseler de, bu yırtıcı hayvanların gerçek doÄŸalarının bilincinde bir davranış biçimi sergiliyorlar.Korunmanın kökeniLondra University College ruhbilim uzmanlarından Celia Hayes çağımızda çocukların çok ender olarak yırtıcı hayvanlarla yüz yüze gelmelerine karşın, sergiledikleri bu incelikli uslamlama yetisinin öğrenme yoluyla kazanılmış olamayacağına, ancak doÄŸal ayıklamanın bir sonucu olabileceÄŸine dikkat çekiyor. Ä°nsanlar ve üstün zekaya sahip birkaç baÅŸka canlının, ruhbilimcilerin ‘zeka kuramı’ adını verdikleri, kendilerini bir baÅŸkasının yerine koyma ve onlara belli özellikler yakıştırma gibi bir yeteneÄŸe sahip oldukları belirtiliyor. Söz konusu yetenek, bireyin toplum içinde yaÅŸamasına olanak tanıyor ve genellikle baÅŸkalarını alt etme amacıyla kullanıldığından Makyavelist zeka olarak da anılıyor. Bu tür yararları nedeniyle, baÅŸkasının kafasından geçenleri okuma yeteneÄŸinin toplumsal yaÅŸama uyum saÄŸlama yönünde evrilmiÅŸ bir özellik olduÄŸu düşünülüyor.Gelgelelim, eski kuramların rafa kaldırılması için varsayımların ötesine geçilmesi gerekiyor. Ancak, düşmana yem olma korkusunun toplumsal yaÅŸamımızı doÄŸrudan etkilemiÅŸ olduÄŸu kuÅŸku götürmez bir gerçek. Liverpool Ãœniversitesi primatoloji uzmanı Louise Barrett bunun primatların toplum içinde yaÅŸamalarını saÄŸlayan temel itici güç olduÄŸunu dile getiriyor. Bunun salt niceliksel bir güvence sorunu olmadığına, çeliÅŸkilerden uzak, sakin bir toplumun her zaman daha güvenli olduÄŸuna dikkat çekiliyor. Treves kendi içlerinde çatışan toplulukların gürültücü ve dikkat çekici olmaları nedeniyle tehlikelere daha açık olduklarına inanıyor. Olası tehlikelere karşı uyanık olmanın gerekliliÄŸine parmak basan Treves, bir tek primatlarda bu yeteneÄŸin topluluÄŸun boyutuyla deÄŸil, üyelerin birbirleriyle yakınlığıyla baÄŸlantılı olduÄŸunu ortaya koydu.Treves’e göre güvence, yakınlık kurma, güvenme ve yalnızca birkaç kiÅŸiyle iliÅŸki kurmakla elde edilebilen bir ÅŸey olabilir. Bir baÅŸka deyiÅŸle, tehlikelere açık olmamız insan uygarlığının temelini oluÅŸturan davranış biçimlerinin geliÅŸmesine katkıda bulunmuÅŸ olabilir. Dil ve araç gereçİnsanlara özgü iki özellik olan dil ve araç-gereç yapma yetileri bile birer savunma mekanizması olarak ortaya çıkmış olabilir. ÇeÅŸitli maymun türleri kartal, leopar ve yılan gibi yırtıcı hayvanların kimliklerini belirlemek amacıyla uyarı çığlıkları üretirler. St.Andrews Ãœniversitesi primatologlarından Klaus Zuberbühler bu maymunların davranışlarından yola çıkıp bir karara vararak bu tür çığlıkları anlamlı sinyaller olarak algıladıklarını, bu tür çığlıkların insan dilinin kökenlerine inilmesinde önemli bir payı olduÄŸunu dile getiriyor. Åžempanzelerin düşmanlarına karşı silah olarak sopa ve taÅŸlardan yararlandıkları yönünde de kayıtlar var. Dil ve araçların bu yolla geliÅŸtiÄŸi görüşüne çok sıcak bakan Coss, özellikle baÄŸrışma ve taÅŸ atma gibi uyarıcı ve karşı koyucu davranışların atalarımızda iki ayak üzerinde yürümekten çok daha eskilere dayandığını belirtiyor. Öne sürülen bu görüşlerin bir bölümü çok akla yatkın gelebilir, ama yem olmayı engelleme dürtüsünün insanın düşüncelerine biçim verdiÄŸini söylemekle çok mu ileriye gidilmiÅŸ olur?New Scientist bilim dergisinin 13 Nisan tarihli sayısında yayımlanan araÅŸtırmaya göre, kimileri bu görüşü son derece etkileyici bulurken, çok sayıda insanbilimci ilkel insanların yaÅŸadıkları ortama bakarak bugünkü zeka düzeyine nasıl ulaÅŸtığımız konusunda bir görüş sahibi olabileceÄŸimiz görüşüne katılmıyor. Yırtıcı hayvanların insan evrimini büyük ölçüde etkilediÄŸine inanan Coss, Clark Barrett ve Treves konuyu çok daha ayrıntılı bir biçimde incelemeleri gerektiÄŸini biliyorlar. Gücümüzü atalarımızın güçsüzlüğüne borçlu olabileceÄŸimizi anlamanın tam zamanı olabilir. Oldum olası ilkel insanların avcı olduklarının düşünüldüğüne parmak basan Louise Barrett,’Kimbilir, atalarımız belki de zamanlarının büyük bir bölümünü maÄŸaralarda gizlenerek geçirdiler,’ diyor.Â
button