İnsan neden dua eder

Güncelleme Tarihi:

İnsan neden dua eder
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 15, 2014 01:00

‘İslam bilginlerine göre Allah ile kul arasına bu dünyada aracı koymak, ölülerin ruhlarından yardım beklemek haramdır’ diyen Prof. Dr. Adam, ‘Oruç Baba’da iftar’ geleneğini ‘Dua’ kavramı üzerinden irdeliyor.

Haberin Devamı

BAZI sosyal bilimciler insanın Tanrı’ya ilişkin inancını ve davranışını akıldışı bir yanılsama olarak tanımlasa da yapılan araştırmalar bunun tersini göstermiştir. En eski ataların bilinçli varlıklar olarak ortaya çıkmalarından bu yana, delilik durumları hariç, insanın davranışlarında aklın etkisi hep var olagelmiştir. Belirli sınırlar çerçevesinde insanoğlu genellikle akılcı davranır; en azından aklileştirir. Tanrı’yla ilişkisinde de bu durum geçerlidir.

İnsan neden dua eder
Tanrı-insan ilişkisinde dinin önemi nedir?
-Hayatın anlamını, doğaüstünün nasıl bir şey olduğunu en iyi anlatan dindir. Tanrı, akıl sahibi bilinçli bir varlık olduğundan insan için en iyi iletişim ortağıdır. İnsan, Tanrı’yla ilişkisinde istediği bir şeye ulaşabilmek için, karşılığında ona bir takım şeyler vermesinin gerektiği bilincindedir. Zira günlük hayatında ilişkiler bu şekilde yürümektedir. Tanrı’nın isteklerinin ne olduğunu insana din açıklamakta, bu konuda ona yol göstermektedir. Tabi ki burada söz konusu olan bizzat dinin kendisi değildir. Tanrı adına konuşan aracılar burada rol oynamaktadır. İnsan, bu açıklamalar çerçevesinde Tanrı’yla ilişkisini sürdürmeye çalışmaktadır. Bu ilişkisini de dua, kurban vb. yollarla gerçekleştirmektedir.
Duanın amacı nedir?
-Dua etmek, Tanrı’yla iletişim kurmanın en yaygın yollarından biridir. Dualar sesli, sessiz, içten geldiği şekilde veya belli bir düzende, zamanlı veya zamansız, zorunlu veya gönüllü yapılabilir. Dualarda bir ihtiyaç, şükür, umut, mutluluk ve hatta mutsuzluk dile getirilebilir. İnsanlar özel, küçük topluluklar içinde ya da daha geniş katılımlı cemaat halinde dua edebilirler. Dua edenlerin amacı, nerede ve nasıl olursa olsun dua makamına duygularını iletebilmektir. Fakat dualarda genellikle beklentiler dile getirilir ki bunların çoğu da günlük hayatla ilgilidir.
Dualar kaça ayrılır?
-Bir beklenti için yapılan dualar hedefi bakımından ikiye ayrılır. Bu hedeflerden ilki, hemen bu dünyada elde edilmek istenen menfaatlerdir. Bunların Tanrı’nın doğrudan müdahalesi olmadan elde edilemeyeceğine inanılır. Tanrı’nın doğrudan müdahalesiyle beklentilerin gerçekleşmesi mucize olarak görülür. Bütün Tanrılı dinlerde mucizelere inanılır. Ancak mucizelerin gerçekleşmeme olasılığı da vardır. İnsanlar, Tanrı’nın istekleri gerçekleştirip gerçekleştirmeme konusunda tamamen özgür olduğuna inanırlar. Ancak kimi zaman Tanrı’yı razı etmenin ve hatta O’nu zorlamanın yollarını ararlar. Belli zamanlarda, belli sayıda okunan formül dualar aslında bununla ilgilidir. Seher vaktinde, ezanla kamet arasında, yağmur yağarken, Müslümanlar düşman ordularıyla savaşırken, oruçlu iken yapılan duaların kabul edileceğine dair inanışlar vardır. İnsanlar, okudukları duaların sayısını tespit etmek için de çeşitli araçlar kullanırlar. Son zamanlarda Zikirmatik özellikle bayanlar arasında Türkiye’de yaygınlaşmıştır.
Neden türbelere gidilir?
-Özel zamanlarda, belli sayıda okunan dualar kimi zaman yeterli olmamaktadır. Tanrı katında nazının geçtiğine inanılan ve şefaati umulan ölmüş mübarek kişilere veya Tanrı’yla iletişimde uzman aracılara başvurulur. Dinler tarihi, türlü şekiller ve isimler altında bu aracıların ortaya çıkışına şahit olmuştur. Şamanlar, rahipler, azizler, veliler, şeyhler bu aracı tiplerin en yaygın bilinenleridir. Her ramazan ayının ilk iftarında insanların İstanbul’daki Oruç Baba türbesinde toplanıp sirke ve ekmekle iftar etmelerinin temelinde bu inanç yatmaktadır.
Bu davranış dinen doğru mudur?
-Diyanet İşleri Başkanlığı ve diğer dini otoriteler ne kadar bu davranışın İslam’da yeri olmayan, batıl bir inanç olduğunu söylerse söylesin insanlar yine her sene Oruç Baba türbesine gitmeye devam etmektedirler. Çünkü yaptıkları işin mantıklı/yararlı olduğuna inanmaktadırlar. Ya komşusundan, akrabasından veya arkadaşından Oruç Baba türbesinde ramazanın ilk günü sirke ve ekmekle iftar açıp dilekte bulunmanın yararını duymuş ya da bir önceki sene yararını görmüştür. Nitekim televizyonlarda yayınlanan röportajlarda orada toplananlar bunu açıkça dile getirmektedir. Tanrı adına konuşan kimi aracıların, yaptıkları yorumlarla bu tür inanışları besledikleri de bir gerçektir. Aslında Şiiler ve Sufiler dışındaki İslam bilginlerine göre Allah ile kul arasına bu dünyada aracı koymak, ölülerin ruhlarından yardım beklemek haramdır.

Haberin Devamı

Bilal’in iple üstüne tırmandığı yerdi

Haberin Devamı


MİNARE, “Işık veya ateş çıkan/görünen yer” anlamındaki Arapça ‘menare’den gelmektedir; bazı bölgelerde aynı anlamda ‘mi’zene’ de (ezan okunan yer) kullanılmaktadır. Minarelerin kökeninin Orta Asya ve İran’daki işaret ve haberleşme (ateş) kulelerine, Suriye’deki gözetleme ve çan kulelerine, Akdeniz ülkelerindeki deniz fenerlerine veya Doğu’daki Hint zafer abidelerine dayandığına ilişkin farklı görüşler vardır. Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî’nin kıble tarafında Bilal-i Habeşi’nin ezan okumak için üzerine iple tırmanarak çıktığı “üstüvâne” (silindir) denilen özel bir yer bulunmaktaydı. Minarenin ilk şekli olarak düşünülebilecek bu yerin dışında mescidin çevresindeki bazı yüksek yerler kullanılıyordu. Camiye ilk minareyi ekleyen kişi Emevi Halifesi I. Muâviye’nin Mısır valisi Mesleme b. Muhalled’dir. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi/ Cilt 30)

Haberin Devamı

Zekât kime farz

BİR kimseye zekâtın farz olması için o kimsenin Müslüman, akıllı, ergenlik çağına gelmiş ve hür olması, borcundan ve asli ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir. Zekâtın farz olması için ayrıca nisap miktarı mala sahip olduktan sonra bir kameri yılın geçmesi gerekir. Zekâtı bu süre dolmadan önce vermekte sakınca bulunmamaktadır. Şafi mezhebine göre zekât vermek için akıl ve buluğ şart değildir. Çocuk ve akli yeterliliği olmayan (mecnun) kimsenin de zekât vermesi gerekir. (Din İşleri Yüksek Kurulu/ Temmuz 2014 Yayını)

Kur’an’dan Dualar

SEN AZİZ VE HÂKİMSİN

Haberin Devamı

-SEN AZİZ VE HÂKİMSİN: Ey Rabbimiz! Sen, rahmetin ve ilminle her şeyi kuşatmaktasın. Öyle ise tevbe eden ve Senin yolundan gidenleri bağışla ve onları yakıcı azaptan koru. Ey Rabbimiz! Onları, kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanları da. Hiç şüphe yok ki, Sen Aziz’sin, Hâkim’sin.” (MÜMİN/7-8)

Hz. Muhammed peygamber olacağını biliyor muydu?

İnsan neden dua eder

PEYGAMBERLİK, ağır bir sorumluluk gerektiren çok özel bir görevdir. Allah dilediği kimseyi peygamberlikle görevlendirir. Böylesi bir sorumluluk her şeyden önce, aklı etkin kullanma, derin kavrayış ve anlayış gerektirir. Hz. Muhammed’in ne kadar akıllı olduğuna, sadece çağdaşları değil, insanlık tarihi şahitlik etmektedir. Hz. Muhammed dost düşman herkes tarafından kabul edilen, üst seviyede adalet duygusuna ve güvenilirliğe sahiptir. Nitekim peygamber olmadan önce ve sonra hiç kimse onun “inanılır-güvenilir” olduğunu tartışmamıştır. Ona el-Emin demişlerdir.

Haberin Devamı

SANA VERİLECEĞİNİ UMMAZDIN

Kuran, Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı ana kadar herhangi bir peygamberlik beklentisi içinde olmadığını belirtir. Bu husus, Kasas suresinin 86’ncı ayetinde şöyle ifade edilir: “Sen, ‘Kitap’ın sana verileceğini ummazdın; fakat Rabbinden sana bir rahmet ulaştı...” Şura suresinin 52’nci ayeti daha da dikkat çekicidir: “İşte böyle! Sana da buyruğumuzla vahiy gönderdik; sen daha önceleri kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Ama şimdi Biz, bu mesajı, bir ışık kıldık ki, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola ulaştıralım. Şüphesiz sen de onunla insanları doğru yola ulaştıracaksın.”

PEYGAMBER OLACAĞINI BİLMEZDİ

Hz. Muhammed’le ilgili en güvenilir bilgi kaynağı, onun peygamber olacağını bilmediğini böylece ortaya koymuş olmaktadır. Aklımıza hemen şöyle bir soru gelecektir: Acaba Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı zamanla ilgili olarak bize ulaşan bilgiler nasıldır? Evet, çeşitli kaynaklarda yer alan bilgiler de Hz. Muhammed’in peygamber olacağını bilmediğini belirtmektedir. Hz. Muhammed, ilk vahiy tecrübesini yaşadığı zaman, gerçekten hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya gelmiş; konuyu hemen eşi Hz. Hatice’ye açmıştır. Hatice’nin sevgili eşine söylediği şu cümleler, üzerinde çok yönlü olarak düşünülmeyi hak etmektedir:

EŞİ ONU ÇOK İYİ TANIYOR

“Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabalarında ilgilenirsin, daima sözün en doğru olanını söylersin. Yardıma muhtaç olanlara yardım eder, yoksullara destek olur, hiç kimsenin yapmadığı iyilikleri yaparsın...” Bu cümleler, hem Hz. Muhammed’in içinde bulunduğu durumu, hem de eşinin onu ne kadar iyi tanıdığını göstermektedir. Hz. Hatice’nin daha sonra Hz. Muhammed’le birlikte, saygın bir bilge kişi olan Varaka b. Nevfel’e gittiği, Varaka’nın anlatılanların peygamberlik belirtisi olduğunu söylediği bilinmektedir. Demek ki, Kuran’daki bilgi, bize ulaşan başka kaynaklardan gelen verilerle örtüşmektedir.

Vahiy alan bir beşer

ŞİMDİ Hz. Muhammed’in peygamberlik beklentisi için olmadığı tespitinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım:
1. Hz. Muhammed, farkında olmadan peygamberlik gibi ağır bir göreve hazırlanmıştır.
2. Hz. Muhammed’in vahiy almadan önce ulaşmış olduğu ahlaki ve zihni seviye, bir insanın salt akılla, kendi çabasıyla ulaşabileceği bir düzeyi göstermektedir. Hz. Muhammed, el-Emin diye biliniyordu. Onun güvenilirliği, hiç tartışma konusu yapılmamıştır. Hz. Muhammed, tevhit inancına sahipti. Aklını etkin kullanabilen her insan, kolayca Allah’ın var ve bir olduğu gerçeğine ulaşabilir.
3. Hz. Muhammed hakkında bize ulaşan bilgiler, eğer onun peygamber olacağı ile ilgili ise sonradan üretilmiş olmak durumundadır. Doğduğu anla ilgili anlatılanlar bu kategoride sayılmalıdır. İnsanlar Hz. Muhammed gibi çok sevilen kimseleri, normal/sıradan bir insan olarak görmek istememekte; doğum öncesine kadar uzanın bir fevkaladelikler zinciri icat etmektedirler.
4. Kuran’ın, Hz. Muhammed’in vahiy alan bir beşer olduğu uyarısı görmezden gelinmiştir.
5. Hayatı bütünüyle insanların gözü önünde geçen, hiçbir zaman hiçbir kimseye üstten bakmayan Hz. Muhammed gibi bir insana yapılabilecek en büyük saygısızlık, onun bir beşer olduğu gerçeğini karartmaktır. Bu onun doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engeldir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!