Güncelleme Tarihi:
Gelinen nokta da büyük bir ‘tıkanma’ var.
2013’de bu durum aşılabilir mi? Bir bakalım.
Mevcut durum
Türkiye'nin AB ile üyelik müzakere süreci resmi olarak 3 Ekim 2005'te başladı. 7 yıllık süreçte Türkiye-AB arasında toplam 33 fasıldan 13’ü müzakerelere açıldı, bir tanesi (geçici olarak) kapatıldı. Açılmayan 20 fasıldan 17'si, AB Konseyi ve bazı üye ülkelerin siyasi engeline takılarak bloke edildi.
Fransa’daki yönetim değişikliği sonrasında Paris- ve Ankara arasında birbirlerine yollanan ‘zeytin dalları’nın meyvesini vermesi bekleniyor. Türkiye ilk olarak, Fransa'nın bloke ettiği ve hiçbir açılış kriteri bulunmayan ‘Ekonomik ve Parasal Politika’ ile ‘Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu'nun açılmasını bekliyor.
Bir de Kıbrıs Rum Kesimi’nde Şubat ayında gerçekleşecek olan seçimler sonrasında adanın güneyine gelebilecek ‘makul bir yönetim’, özellikle ‘Enerji’ ve ‘Eğitim ve Kültür’ başlıklarının açılmasına neden olabilir.
Bu duruma bir de, hiçbir siyasi blokajı olmayan ve genellikle aday ülkelerin müzakere süreçlerinin son aşamasında açılan 3 faslı ekleyebiliriz. Bunlar ‘Kamu Alımları’, ‘Rekabet Politikası’ ve ‘Sosyal Politika ve İstihdam’ fasılları…
Ancak bu fasılların açılışı konusunda Ankara’nın acele etmemesini anlayışla karşılamak lazım. Çünkü bu başlıklar, özellikle işverenler ve sendikalar arasında büyük tartışma yaratacak başlıklar.
Ormana bakalım
Biraz da ağaçlara takılıp, ormanın bütünlüğünü görme sorunu yaşamamak için, daha da geriye çekilip mevcut genel görüntüyü izleyelim.
AB, ekonomik kriz içinde… Türkiye ise, bu krizi çok fazla etkilenmeden geçirmiş ve ekonomik verilerle biraz da ‘kibirli’ duygular yaşayan ruh halinde…
‘AB bizi istemiyorsa, biz onu hiç istemeyiz’ diyerek, ‘Bu AB’nin kaybı olur’ söylemini sık sık dile getiriyor.
AB Bakanı Egemen Bağış ile sıkça sohbet ediyoruz. AB’nin yakında ‘çift vitesli’ mi, ‘çok vitesli’ mi olacağının bilinmediğini, Türkiye’nin ise, 2023 hedefi ve sonrasında ne olacağının şekillendiğini söylüyor.
Aslında Ankara’nın, AB içinde bugün İngiltere’nin yaşadığı ‘AB’li mi, AB’siz mi yaşayalım’ duygularının benzerini ‘dışarıdan bakarak’ yaşadığını hissettiriyor.
O halde, ‘Türkiye’nin AB üyeliği, İngiltere benzeri olamaz mı?’ sorusu aklımıza takılıyor.
Bağış sıralıyor: “Türkiye ile İngiltere’nin nüfus yapısı, sanayi yapısının birbirine benziyor. Uluslararası ittifaklar açısından İngiltere ile Türkiye’nin birbirine yakın.
Onların da nüfusu, ekonomik gücü, sanayileri, NATO içindeki konumları bize yakın. OECD analizleri de 2050’de İngiltere’yi Avrupa’nın en büyük gücü, Türkiye’yi de en büyük ikinci gücü olarak gösteriyor”. Yani neden olmasın?
Nasıl bir üyelik?
Bunu geçenlerde, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı da söyledi. Türkiye’nin, İngiltere benzeri bir üyeliğinin ‘daha uygun’ olacağını dillendirdi.
Peki, İngiltere usulü üyelik nedir:
*Avrupa Birliği’nin 22 üyesi tek tip Schengen Alanı’nın parçası olmayı ve tek tip vize politikası izlemeyi tercih ederken İngiltere, AB üyesi olmasına rağmen bu alana dahil olmamayı tercih ediyor.
*İngiltere, Common Travel Area olarak bilinen seyahat bölgesinde daha farklı bir vize politikası uyguluyor.
*İngiltere, Avrupa Ekonomik Alanı, Avrupa Serbest Ticaret alanı ve Avrupa Gümrük Birliği’ne dahil. Avrupa Ekonomik Alanı, Avrupa Birliği’nin 27 üyesi ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği’ne üye 4 ülkenin 3’ünden (Norveç, İzlanda ve Lihtenştayn) oluşuyor. Avrupa Ekonomik Alanı’na üye olan Avrupa Serbest Ticaret Birliği üyeleri, AB üyesi ülkelerle sanki birlik üyesiymiş gibi özgürce ticaret yapabiliyor.
*Ticaret serbestliği olsa da mali kurallar AB tam üyeliği dışında kalan İngiltere’yi bağlamıyor. Euro ortak para birimini kullanan ülkeler arasında yer almayan İngiltere üzerinde Avrupa Merkez Bankası’nın herhangi bir yaptırımı olmuyor. Yani bu modelle daha fazla egemenlik daha az AB regülasyonu sağlanmış oluyor.
*Ortak tarım politikası, balıkçılık gibi kendi ülkesi için önemli stratejik konularda bağlayıcı kararlara katılmayabiliyor.
*Ortak bütçeye diğer üyelere göre çok daha az katkı yapıyor.
Hadi bakalım buyurun… Belki de bu tür bir üyelik, yıllardan beri Sarkozy ya da Merkel gibi politikacıların Türkiye’ye yakıştırdığı ‘İmtiyazlı ortaklığın’ ta kendisi…
Neden olmasın? Model hazır, siyasi irade eksik. 2013 yılı belki de bu tür bir üyeliğin hazırlanışı olacak. ‘Çift vitesli’ ya da ‘Çok vitesli’ bir AB’ye yakışır.