Gaye GÜZELAY <br>Fotoğraflar: Kutup DALGAKIRAN
Oluşturulma Tarihi: Eylül 25, 2006 00:00
Oxford Üniversitesi’nde doktora tezi hazırlarken, Saddam Hüseyin’in iktidarını ayakta tutan korku sistemini incelemişti. Tezi bitmedi ama bunu bir makaleye dönüştürdü, yazdıkları internette yayıldı. Günün birinde anlı şanlı İngiliz Dış İstihbaratı MI6’in raporu olarak İngiliz Parlamentosu’na sunuldu. İçine kitle imha silahları iddiası yerleştirilmişti. Milletvekilleri bu metni okuyup, savaş kararına destek verdi.
Yetmiyormuş gibi metin okyanus aştı, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Irak’taki kitle imha silahlarının kanıtı olarak sunuldu. Irak işgaline gerekçe olarak kullanıldı. Bu arada Al Marashi, yazdıklarının el yordamıyla toplanan bilgiler olduğunu, teyit edilmediğini kimseye duyuramadı. Basın olayı öğrendiğinde,
haber manşetlere çıktığında, Irak Savaşı’nın başlaması durdurulamadı ama İngiltere’de büyük bir skandal patlak verdi. Irak kökenli Amerikalı akademisyen Al Marashi, iki yıldır Sabancı Üniversitesi’nde Ortadoğu Politikası dersleri veriyordu. Bu yıl
Koç Üniversitesi’ne geçti. Buluştuk, hikayesini kendisinden dinledik.
İngiliz İstihbaratı, Irak Silah Programı Raporu’nda, izniniz olmadan sizin makalenizden alıntı yapmıştı. Nasıl yazmıştınız o makaleyi?
- 2000’de Harvard’da doktoraya başladığımda, Saddam’ın korkuyu iktidar aracı olarak kullanmasıyla ilgili bir tez yazıyordum. Merak nedeniyle başlattığım bu proje, neredeyse hayatımı mahveden bir olaya dönüştü. Saddam bu korkuyu, kurduğu polis hükümetiyle sağlayabiliyordu. 2002 yazında bir dergi editörü arkadaşım, tezimle ilgili bir makale yazmamı istedi. Aradan 2 yıl geçmişti, tezimi bitirip bitiremeyeceğimi bilmiyordum. Çünkü bu konuda araştırma yapmak, bana duygusal olarak da zorluk çıkarmaya başlamıştı. Irak gizli polisinin Irak, Kuveyt ve İranlıları
nasıl öldürdüklerini okuyor ve bu katillerin nasıl benimle aynı soydan geldiklerini anlayamıyordum. Kimliğimden başka bir nedenden dolayı utanç duymaya başlamıştım. Tezimi yazmıyordum. Editör arkadaşımın isteği üzerine, yine de bir makale yazdım. Eylül 2002’de yayınlandı. Saddam rejiminin o kadar çok gizli servisi var ki, takip etmek zor. Makalenin amacı, hangi gizli örgütün ne iş yaptığını anlatmaktı. Makale web sitelerine girdi, çok fazla okunuyordu. Sonra Irak Savaşı’yla ilgili tartışmalar başladı. Arama motorlarında Irak güvenlik güçleri sözcükleri arandığında, ilk sırada benim makalem çıkıyordu. İsmimi Google’da aradığımda, o makale nedeniyle 60 ayrı yerde geçiyordu.
Makalenizin rapora girmesi nasıl oldu?- California’daydım. Şubat 2003’te, Cambridge’den bir profesör mail attı. Yeni çıkan İngiliz İstihbarat Raporu’yla ilgili bir bilgim olup olmadığını sordu. Duymadım bile, dedim. Bana raporu mail’le gönderdi. Okumaya başladım. Çok tanıdık geldi. Yazdığım makaleyi çıkardım, istihbarat raporunun 9 sayfası benim makalemden alınmaydı. Profesöre yanıt yazdım, istihbarat raporuyla hiçbir ilgim olmadığını, internetten makaleyi indirmiş olabileceklerini söyledim. Çünkü rapordaki noktalama işareti yanlışları bile aynıydı. En önemlisi, makalemde yazılan hiçbir şey, İngiliz veya Amerikalıların savaşa girmelerini destekleyici nitelikte değildi. Toplu imha silahlarıyla ilgili hiçbir şey makalemde yer almıyordu. Sadece Irak’taki polis devletiyle ilgili kısımda benim makalem kullanılmıştı. Raporun ikinci bölümünde, Saddam’ın gizli örgütleri kullanarak toplu imha silahlarını sakladığı söyleniyordu, bunun benim makalemle hiç ilgisi yoktu. Okuyucular ikisi arasındaki farkı anlamadı.
STRAW ÖZÜR DİLEDİ
Raporun bir kısmının sizden çalındığı nasıl ortaya çıktı? - Rapor İngiltere’de Parlamento’ya sunulmuş, milletvekilleri Irak’a karşı savaş kararını bu istihbarata dayanarak desteklemiş. Tony Blair o kadar beğenmiş ki raporu, o zamanki Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell’a vermiş. O da BM Güvenlik Konseyi’ne 5 Şubat 2003’te sundu bu raporu. Savaşa girilmesiyle ilgili önemli konuşmasında "Bu istihbarat raporuna bakın, benim savımı doğruluyor" dedi. Ben de Powell’ı televizyondan seyrediyordum o sırada. Cambridge’deki profesör de, çevresine bu raporun bir kısmının benim makalemden çalındığı yolunda mail gönderiyormuş. Bir sabah uyandım, resmim ve ismim gazetelerdeydi! O sırada bir araştırma merkezinde çalışıyordum. Sabah işe gittim, mail kutumu açtım, röportaj için 300 mail gelmişti. Telefonum devamlı çalıyordu. 24 saat boyunca devamlı röportaj veriyordum. Bu arada İngiltere ve Amerika savaşa girmeye karar vermişti. Google’da 60 hitim olduğu için çok mutlu olduğumu söylemiştim ya, bu olaydan sonra 600 bine çıktı. Irak savaşı başladı. Toplu imha silahları bulunamadı. İnanılmaz casus ağına sahip, dünyanın en büyük kuvveti benden makale çalmış ve sadece tahminlerle savaşa girmişti.
Sizden özür dilendi mi? - Tony Blair aleyhine mahkemede tanıklık etmek üzere çağırıldım. Tanıklık etmemin nedeni, her şeyin açıklığa kavuşmasıydı. İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6’de, Parlamento’nun 15 milyon belgesi vardı. Biri de benden çalınan makaleydi. İstedim ki, bu raporla hiçbir ilgimin olmadığına ispat eden de bir rapor hazırlasınlar. İngiliz Hükümeti’ne öfkelenmemin nedeni, Irak’ta akrabalarımın olmasıydı. Hayattaki en büyük kabusum, uluslararası medyanın, İngilizlerin benim hazırladığım raporu Irak’a savaş açmak için kullandıklarını söylemesi olurdu. Çünkü beni
cezalandırmak için oradaki akrabalarımı yok edebilirlerdi. Tanıklığımda Blair’in orada olacağını biliyordum ve "Sizin düzensizliğinizin, konuyla hiç ilgisi olmayan insanların üzerinde çok kötü sonuçları olabilirdi" dedim. Bunun üzerine, ailemin durumunu öğrenmeyi önerdiler. Daha sonra, İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw benden özür diledi. Tony Blair’in iletişim direktörü Alistair Campbell’in kusurlu olduğunu söylediler. Campbell parlamentoya gitti, ben de gittim. Arkasına oturttular beni. Komiteye bakarak iade veriyor, ben arkadan terleyişini izliyorum. Makalenin nasıl kopyalandığını anlattı. Campbell, eski bir paparazzi gazetecisiydi. Şimdi istihbarat raporu yazıyor. Asistanlarından birine vermiş bu görevi, zamanları o kadar darmış ki, kopyaladıkları kısımları değiştirmeyi unutmuşlar. Yani, savaşı bu kadar hızlı satmaya çalışmışlar. Savaşı satmak için halkla ilişkileri kullanıyorlar. 2. Dünya Savaşı’ndaki gibi propaganda posterleri yok. Yeni yöntem, herkese istihbarat raporlarını açmak. Sonuçta Campbell’ın özür mektubu elime ulaştı. Akrabalarıma bir şey olmadı.
Ailesi Maraş kökenli
İbrahim Al Marashi (33), Maraş kökenli bir aileden geliyor. Irak’a göç eden dedesi 1920’de İngiliz işgaline karşı ayaklananlar arasına katılınca Zanzibar’a sürgün edildi. Oğlu, Hindistan’da tıp okuduktan sonra Amerika’ya yerleşti. 1970’te fotoğrafını gördüğü bir Iraklıyla evlendi. İbrahim Al Marashi, bu çiftin üç çocuğundan biri. ABD, Baltimore doğumlu. Babası beyin cerrahı, annesi diyabet uzmanı. Amerikan hayat tarzına uyum sağlaması için Irak ve Arap kültüründen uzak büyütüldüğünü söylüyor. Irak hayatlarında hep bir korku unsuru olmuş: "6 yaşındaydım. Marketten bir çikolata çalıp cebime koydum. Cebimde eriyince annem fark etti. Bir daha çalarsan, Allah seni şeytan ve Saddam’la birlikte cehenneme koyar, dedi. Amerika’da bile Saddam korku unsuruydu. Irak’ta kaybolan üç kuzininin gizli polisin elinde olduğunu, Uluslararası Af Örgütü’nün raporundan öğrendim." Sinemaya meraklı olan Al Marashi, 1991’deki Körfez Savaşı başladığında Ortadoğu sorunlarına ilgi duyup, University of California Los Angeles’ta (UCLA) politika okudu. Georgetown’da master yaptı. Yemen’de bir yıl kalıp Arapça öğrendi. Fas ve Mısır’ı gezdi. Harvard’da doktora programına başladığında aklına Saddam’ın korku unsurunu iktidar aracı olarak kullanmasını incelemek geldi. Korkuyu nasıl yarattığını araştırdı. Ardından eğitimine Oxford’da devam etti. İki yıl önce Sabancı Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak Ortadoğu Politikası dersleri vermeye başladı. Bu yıl Koç Üniversitesi’ne geçen Al Marashi, Pennsylvania Üniversitesi’nde de bir araştırma projesi yürütüyor.
ÖNCE BİR TÜRK’E, SONRA İSTANBUL’A AŞIK OLDU27 yaşındayken, Lübnan’da anneannemin kardeşini buldum. Anneannemi büyüten kişinin, Mardin’deki manastırın patriği olduğunu öğrendim. Mardin’e gitmek üzere Türkiye’ye geldim. İstanbul’da yanlış bindiğim otobüste karşılaştığım Türk kızına ilk bakışta aşık oldum. Kaybolmuş numarası yapıp, Sultanahmet’e gitmek için yardım istedim. İngilizce bilmiyormuş, beni alıp götürdü. Telefon numarasını verdi. Bu kız için Türkçe öğrenmeye karar verdim. Birkaç hafta İstanbul’da kaldım. Türkçe öğrenirken, kızın bir erkek arkadaşı olduğu ortaya çıktı. Bu arada, İstanbul’a aşık olmuştum. Sırayla kıza, şehre, ülkeye aşkım, doktora sonrasında Türkiye’ye yerleşmemle sonuçlandı. Son 6 yıldır, Türkiye’de hoca olabilmek için çalışıyorum. TÜRKİYE’DE KİMLİK KRİZİNDEN KURTULDUMAmerika, Irak kökenli olduğum için benimsenmediğim bir ülkeydi. Komşum beni kabul etmezken kendimi nasıl Amerikalı kabul edebilirim? Yeni bir vatan hayaliyle Irak’a gittiğimde "Sen Iraklı değil, Amerikalısın. Bizim çektiklerimizi çekmedin" yaklaşımıyla karşılaştım. Amerikan ve İngiliz vatandaşlığım olduğu halde Türkiye’ye geldim. Sempatiyle karşılandım. Batı’da büyümüş, Doğu’yla bağlantılı biri olarak, kendimi sadece bu ülkeyle bağdaştırabiliyorum. Kişilik krizim bitti. Sonunda evim diyebileceğim bir yer buldum. Yine de dünya vatandaşı kavramını anlamayan kişilerle karşılaşıyorum. Amerika’yı bırakıp, Türkiye’ye yerleşmemi tuhaf karşılıyor, altında bit yeniği arıyorlar. Bazı Türkler ülkelerini terk etmek istese de, bazı yabancılar bu topraklarda yaşamayı seviyor, çünkü başka hiçbir yerde bulunamayacak şeyler var burada.
SADDAM’A DAYANANLAR ŞİMDİ IRAK’TAN KAÇIYORIrak’taki akrabalarım Saddam Hüseyin’in diktatörlük döneminde hayatta kalmayı başardı. Ama şimdi, bir an önce Irak’tan ayrılmak istiyorlar. Bu bile, Amerika’nın ne kadar yanlış iş yaptığının kanıtıdır.