İnansaydım toplayamazdım

Güncelleme Tarihi:

İnansaydım toplayamazdım
Oluşturulma Tarihi: Eylül 06, 1998 00:00

Haberin Devamı

Yıllardır UNESCO'da Türkiye'yi temsil eden Hıfzı Topuz, iletişim üzerine yazdığı kitaplardan sonra kaleme aldığı ‘‘Meyyale’’ romanıyla adını geniş kitlelere duyurdu. Satış listelerinde üst sıralara çıkan ve altı baskı yapan Meyyale'nin başarısı Topuz'u ikinci romanını yazmaya itmiş. Mithat Paşa'nın hayatı üzerinde çalışan ünlü yazarın en büyük hobisi ise Afrika maskları. Bir galeriye dönüştürdüğü çatı katında 400'ün üzerinde mask ve heykel bulunuyor. Milyarlarca lira değerindeki koleksiyonunu satmayı hiç düşünmediğini söyleyen Hıfzı Topuz'un en büyük merakı onların bakımını yapmak.

Meyyale son zamanların en çok satan romanlar arasında yer alıyor. Başka alanlarda bunca kitaptan sonra niye roman?

- Kitapta anlattıklarımın çoğu ailemin büyüklerinden dinlediklerimdi. Benim ilgimi çekti. Zaman zaman dost sohbetlerinde ben de bunları anlatmaya başladım. Dostlarım bunu yazmam gerektiği üzerinde ısrar edince Meyyale ortaya çıktı.

Bir romancı tarihe bağlı kalmak ve onu doğru şekilde romanında anlatmak zorunda değildir ama siz buna çok dikkat ediyorsunuz...

- Ben çok uzun araştırmalar yapıyorum. Doğrusu tarihe birebir bağlı kalmak gerekmez ama yanlış da yapmamak gerekir. Mesela, Ahmet Altan son romanında Fuat Paşa'yı almış, altmışlı yaşlarında yurt dışında bir yerde öldürmüş. Oysa onun torunlarını falan tanırım, uzaktan bir akrabalığımız da vardır. Fuat Paşa 96 yaşında İstanbul'da ölmüştür. Ben böylesine yapılacak bilgi hatalarını hoş görmüyorum. Tabii roman ille de belgesel olacak diye bir iddiam yok. O zaman çok kuru olur. Adamın yalnız kalınca ne düşündüğünü, karşısındaki kişiyle neler konuştuğunu, romancı hayalinden yazar.

Padişahları sevmem

Meyyale'yi yazarken bu kadar ilgi göreceğini düşünmüş müydünüz?

- Hayır, kesinlikle düşünmemiştim. Dostum Emre Kongar kitabı ilk okuduğunda dört baskı falan yapar demişti. Ama şu an kitabın altıncı baskısı piyasada. Çok şaşırdım ve sevindim tabii. Benim de tahminlerimi aştı. Ama şu da var. Ben bu kitabı on yıl önce yazsaydım, bu kadar ilgi görmezdi. Son yıllarda tarihe karşı bir merak uyandı. Onu da roman biçiminde yazınca ilgi görüyor ve daha çok okunuyor.

Meyyale romanında hem Meyyale'nin hayatını hem de o dönemin tarihini yazarken, okurlarınız özellikle Abdülhamit'i hiç sevmediğinizi anlıyorlar. Sempati duyduğunuz kişilikler var mı Osmanlı padişahları içinde?

- Hiçbirini sevmem mümkün değil, devlet adamı olarak. Abdülaziz sevilecek adam değil, güreşten başka bir şey düşünmeyen biri. Güreşe meraklı, bir oturuşta bir kuzuyu yiyor. Abdülhamit'e katiyyen sempatim yok. Ama Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut sempatik adamlar. Bunlar bir takım olumlu işler yapmışlar. Ama alt tarafı hanedan. Seçilmiş insanlar değil.

Şimdi Mithat Paşa üzerinde çalışıyorsunuz. Onda sizi çeken ne oldu?

- Mithat Paşa, Meyyale'de bir yirmi sayfa kadar anlatıldı. Sonra baktım, o dönem için çok demokrat bir adam. Çok dürüst, hiçbir şekilde ödün vermiyor. Özellikle Abdülhamit'in yanlış kararlarına yüreklilikle karşı çıkabiliyor. İşkenceler görmüş, sürgün edilmiş, daha sonra da boğdurulmuş. Demek ki işkence bizim devlet geleneğimizde var. Bugünün izlerini geçmişte de görmek mümkün. Ben dünle bugün arasında bir paralellik kuruyorum.

Çok değişik alanlarda çalışmalarınız var. Bunlardan biri de karikatür. Dünya karikatür tarihi üzerine kitabınızı okudum.

- Daha UNESCO'ya gitmeden önce burada, karikatür çevresinden çok arkadaşım vardı. Semih Balcıoğlu, Ferruh Doğan bu çevreden iki ünlü isim. Gazetede yazıişleri müdürü iken karikatürleri ben seçerdim. Paris'te de bir çok karikatürcü ile dostluk kurdum. Çeşitli konferanslar düzenlenmişti, benim de katıldığım. Elimde birçok belge birikti, daha sonra bunları zenginleştirdim, geliştirdim. Dünya karikatürünü izliyordum. Magazin karikatürü bizde çok gelişmişti ama yirmi yıl önce bizde karikatürün sosyal yönü üzerinde pek düşünülmüyordu. Sonra bana yine arkadaşlarım, sen dünya karikatürünü takip ediyorsun, bunun üzerine bir çalışma yapsana dediler. Yani arkadaşlarımın ısrarıyla oldu biraz da o çalışma.

Afrika maskları koleksiyonunuz olduğunu biliyoruz. Sergiler açtınız, bir de kitap yayınladınız. Bu merak nasıl başladı?

- Afrika'ya ilk kez 1961 yılında gittiğimde o maskeleri ve heykelleri gördüm ve çok etkilendim. Dönüşte yanıma bir iki tane aldım. Daha sonra 30-40 kere Afrika'ya gittim ve her gidişimde yavaş yavaş toplamaya başladım. Bagaja falan da veremiyorsunuz, elimde taşıdım hep. Afrikalı çok arkadaşım ve öğrencim oldu. Onlar da bu merakımı bildikleri için her gelişlerinde bana hediye getirdiler. Şimdi yaklaşık 400 parçadan oluşan eşsiz bir koleksiyonum var. İki kere de sergi açıldı. Biriktirdiklerim sadece masklar değil tabii. Değişik inançlara ait heykeller ve totemler, av araçları ve müzik aletleri de var.

Sanırım hepsinin bir anlamı ve hikayesi var. Siz bu tür şeylere inanır mısınız?

- Ben bu tür şeylere inanmam. İnansam toplayamazdım zaten. Hepsi bir inancı temsil ediyor mutlaka. Kara Afrika Sanatı adlı kitabımda bunların bir bölümünü yazdım.

Bakımlarını nasıl yapıyorsunuz?

- Onları arada cilalamak gerekiyor. Bozuk kırık yerlerini onarıyorum zaman zaman. Zaten ben el işlerine bayılırım. Bir şeyleri tamir edeyim, yeni bir şeyler yapayım. Bazen aylarca yapamıyorum ama yaptığım zaman müthiş eğleniyorum. Her yerde bir takımım mutlaka vardır.

Bedava verebilirim

Koleksiyon için ilerde başka projeleriniz var mı?

- Valla insanın yaşı yetmişbeş olunca benden sonra bunlar ne olacak, diye düşünmesi gerekiyor. Biri galeri kurmaya kalksa, para falan istemeden verebilirim. Ama koleksiyonun hiç bozulmaması ve benim adımla yaşatılması şartıyla. Bundan bir para falan beklemiyorum. Öyle olsa parça parça satardım zaten.

Kültür politikaları üzerine bir konferans düzenleniyor ve bunun organizasyonunu da siz yapıyorsunuz...

- 26, 27 ve 28 Ekim'de bir panel gerçekleştireceğiz. Dünyanın, Türkiye'nin en tanınmış kültür adamlarını çağırdık. Dünyadaki kültür politikaları ve Türkiye'deki uygulamaları tartışılacak. Geçen aylarda Stockholm'de böyle bir konferans düzenlendi, bu konular tartışıldı ve bir çalışma programı hazırlandı. Biz o çalışma programını burada değerlendirip neler yapılabileceğini gündeme getireceğiz. Kültür politikası devletin politikası değildir. Kültür Bakanlığı olmadan da kültür politikası uygulanabilir. Bugün kültüre yön veren vakıflar olabilir, basın olabilir. Bunların hepsinin kültürel bir etkinliği var. Bütün bunların toplamından kültür politikası ortaya çıkıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!