Güncelleme Tarihi:
Hakan Fidan’ın, Sönmez Köksal’dan sonra MİT Müsteşarlığı’na gelen ikinci ‘sivil’ olduğu yazılıp çizildi ama yaşamöyküsü onunki kadar bilinmiyor. Geçmişiyle ilgili satır aralarına yansımış kırık dökük bilgiler ve portrenin bütününü anlatmayan resmi biyografiler var sadece ortada.
Özellikle 2001’e kadarki yaşamıyla ilgili bilgiler sınırlı. Doğum yerinin Ankara, evli ve üç çocuklu olması dışında ailesi, annesi ve babası hakkında ipucu yok. Hatta geçen günlerde Denizli’de bir gazete “Hakan Fidan hemşehrimiz. Öğretmen olan babası Devlet Fidan, 1972-75 arasında Gazi İlköğretim Okulu Müdürü’ydü” diye yazsa da doğrulatamadı bu iddiasını. Nitekim sonradan anlaşıldı o öğretmen ile bir isim benzerliği olduğu. Denizli ile ilgisi yoktu babasının.
Sanırım asker kökenli bir sivil olmasından kaynaklanıyor Fidan’ın yaşamının ayrıntılarının gözler önünde olmaması. Ayrıca istihbaratçılığı da öyle 42 yaşındayken MİT’e müsteşar olmasıyla başlamış değil.
Orduda, ‘istihbarat astsubayı’ olarak görev yapıyordu. Almanya’da NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu’ndaki görevi de İstihbarat ve Harekât Başkanlığı’ndaydı. Oradan döndüğünde ilk işi, ‘İstihbarat ve dış politika: İngiliz, Amerikan ve Türk istihbarat sistemlerinin mukayesesi’ konusunda mastır tezi hazırlamaktı. “Başarılı bir dış politika için güçlü bir istihbarat gerektiği” görüşünü araştırmakla da sınırlı tutmadı tezini:
“…istihbaratı dış politikada başarılı bir şekilde kullanan Amerika ve İngiltere’nin, istihbarat yapılanmaları incelenmiştir. İstihbarat yapılanmalarının nasıl örgütlendiği, ve denetlendiğinin cevapları aranmış, daha sonra da Türk istihbarat sistemiyle aralarında mukayese yapılmıştır. Sistemlerin kıyaslanmasından elde edilen verilerle de Türk istihbarat sisteminin daha da geliştirilmesi için bazı öneriler sonuçta verilmiştir.”
DÖNÜM NOKTASI ALMANYA’DAKİ GÖREVİ
Kuşkusuz Türkiye’deki istihbarat kuruluşlarını yakından tanımak gerekiyordu önerilerde bulunmak için. Fidan da bu bilgilere erişebilecek noktadaydı belli ki.
1986’da astsubay olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne girdiğinde 18 yaşında bir delikanlıydı Fidan. Kara Kuvvetleri Muhabere Okulu’nun ardından Lisan Okulu’ndan da mezun oldu. Yaşamının dönüm noktası, üç yıllığına yurtdışı göreve gönderilmesiydi. Almanya’da NATO’da görev yaptığı dönemde üniversite eğitimini tamamladı; ABD askerlerinin yurdışında eğitimlerini sürdürebilmeleri amacıyla kurulmuş olan UMUC Europe’dan (University of Maryland University College Europe) yönetim ve siyaset bilimi alanlarında lisans dereceleri aldı. Mastırınıysa Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yaptı, tez danışmanı Mustafa Kibaroğlu’ydu. Tezini tamamladıktan sonra dikkat çeken tek görevi, 2000’de OYAK Genel Kurul üyeliğine seçilmesiydi. 2001’de mecburi hizmetini tamamlar tamamlamaz da ordudan ayrıldı.
Üniformasını çıkardıktan sonraki ilk işini, daha sonra AKP milletvekili olan dış politika uzmanı ve yazar Suat Kınıklıoğlu sayesinde buldu. Kınıklıoğlu, Avustralya’nın Ankara Büyükelçiliği’ndeki siyasi ve ekonomik danışmanlık görevinden ayrılıyordu. Onun yerine Fidan girdi büyükelçiliğe.
Aynı dönemde Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda, Cenevre’de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü’nde ve Londra’da Teknoloji Araştırma Merkezi’nde akademik araştırmalar yaptı. 2002’den itibaren iki yıl kadar da Hacettepe ve Bilkent üniversitelerinde yarı zamanlı olarak uluslararası ilişkiler dersleri verdi.
Fidan’ın hızlı yükselişi, 2003’te Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) Başkanlığı’na atanmasıyla başladı. TİKA o dönem başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olan Abdullah Gül’e bağlıydı. Fidan, Gül ile çok yakın çalıştı o günlerde. İlişkileri o kadar iyiydi ki, Gül Cumhurbaşkanı olduğunda Fidan’ın cumhurbaşkanlığı genel sekreteri olacağı söylentileri dolaştı ortalıkta.
Hem Dışişleri hem de istihbarat birimleriyle işbirliği halinde faaliyet gösteren TİKA’da başkanlık, Fidan için biçilmiş kaftandı. TİKA, Fidan’ın yönetiminde, Orta Asya başta olmak üzere Türkiye’nin tarihi, kültürel bağı olan ülkelerle ilişkilere ağırlık verdi; Afrika’da atağa kalktı.
Avustralya, Afrika ve Orta Asya’da neredeyse ayak basmadık yer bırakmadı Fidan. Bu ‘açılımları’nın karşılığını 2006’da TASAM’ın ‘Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü’nü alarak gördü.
Bürokrasiye bu kadar iyi adapte olmasına rağmen akademik kariyerden vazgeçmedi. Yine Bilkent’te, yine Mustafa Kibaroğlu’nun danışmanlığında tamamladı doktora tezini. Bu sefer tez konusu, ‘Bilgi çağında diplomasi’ydi; bilgi devriminin güvenlik, çatışma yönetimi ve uluslararası işbirliğine etkilerini incelemişti.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SIR KÜPÜ
TİKA’dayken Başbakan Erdoğan’ın da dikkatini çekti Fidan. Erdoğan, 2007’de onu yanına aldı. Dış politika ve uluslararası güvenlik konularından sorumlu Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevine getirdi. İran’ın nükleer çalışmalarının uluslararası krize dönüştüğü sırada Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Yönetim Kurulu üyeliğine atadı. Ahmet Yesevi Üniversitesi ve Yunus Emre Vakfı yönetim kurullarında da görev verdi.
Artık Erdoğan’ın iç kabinesindeki birkaç kişiden biriydi o. İstanbul Belediyesi ekibinden olmamasına ve siyaset yıllarından dostluğu bulunmamasına rağmen Fidan’a çok güveniyordu. Yurtdışı gezilerine katılmasını istiyor, yabancı devlet adamlarıyla görüşmelerinde yanında bulunduruyordu. O dönem Dış Politika Başdanışmanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’daki temaslarında eşlik etmekle görevlendiriyor; bazen de onu ‘özel temsilci’ olarak gönderiyordu.
Fidan’ın, yürüttüğü görevlerden en önemlisi, MİT Müsteşarlığı’na atanmasından bir buçuk yıl kadar sonra çıktı ortaya. Eylül 2011’de sızdırılan ses kaydı, PKK ile MİT yöneticilerinin Oslo’da masaya oturduklarını kanıtlıyordu. MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Fidan’ı PKK yöneticilerine, “Başbakan’a en yakın kişilerden biri” olarak tanıtmıştı.
Anlaşılan bu görüşme, Fidan’ın 17 Nisan 2010’da MİT Müsteşar Yardımcılığı’na atanması öncesine rastlıyordu. Ama bir grup PKK’lının 19 Ekim 2009’da Habur’dan Türkiye’ye girmesinden sonra yapılmıştı. Çünkü Fidan toplantıda, “Habur sonrası iklim değişti, bunu yönetemedik” diyordu PKK’lılara. Fidan, Oslo’daki o buluşmaya gitmeden önce İmralı’yı ziyaret etmiş, Öcalan ile de görüşmüştü:
“.. yaklaşık bir ay önce İmralı’da Sayın Öcalan’la bir araya geldik. Müsteşar yardımcısıyım ama Sayın Başbakanımız bu konuda beni görevlendirdi.”
Fakat nasıl olduysa Oslo’daki bu beşinci görüşmenin ardı gelmemiş, görüşmelerden alınan tek somut sonuç, PKK’nın 2011 seçimleri öncesinde eylemsizlik sürecine girmesi olmuştu. Tabii Oslo görüşmelerinin açığa çıkması Türkiye’de deprem etkisi yarattı, muhalefet ayağa kalktı.
Erdoğan ise sakin karşıladı eleştirileri. Sahiplendi, destek verdi Fidan’a. “İmralı’ya gönderen de benim, Oslo’ya gönderen de... Niye, ortada bir problem var” dedi. Fidan’ı, “Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sır küpü. Türkiye’nin geleceğinin sır küpü” diye nitelendirdi. Zaten Erdoğan, Oslo’daki görüşmelerden sonra 27 Mayıs 2010’da MİT Müsteşarlığı’na atanmasını sağlayarak ne denli güvendiğini göstermişti Fidan’a. Üstelik bugüne değin Başbakan ile bu kadar yakın çalışan MİT Müsteşarı görülmemişti Türkiye’de. Eskiden MİT’in başbakanlara darbeleri bile haber vermediği konuşulurdu.
Tartışma küllenmek üzereyken KCK soruşturmasını yürüten Başsavcı Sadrettin Sarıkaya devreye girdi. Fidan’ın ifadesini alacaktı. Erdoğan izin vermedi buna. Dahası savcının bu hareketini kendisine karşı bir girişim olarak değerlendirdi. İlhan Cihaner olayında iki MİT görevlisinin tutuklanmasına ses çıkarmayan Erdoğan, Fidan için özel yasa çıkarttı. MİT yöneticilerinin soruşturulmasını Başbakan’ın iznine bağladı. İzin vermeyi bırakın, Başsavcı’nın yazısına cevap bile vermedi. Sarıkaya’nın yerine gelen ve izin için direten yeni savcı da görevden alındı.
Kimilerinin ‘Cemaat-AKP çatışması’ olarak nitelendirdiği bu sürecin Fidan açısından sonuçlarından biri, Gülen cemaatine yakın olduğu iddialarının noktalanması oldu. TİKA’dayken başlayan bu söylenti, cezaevinde ölen MİT’çi Kâşif Kozinoğlu’na ait olduğu iddia edilen notlarla güç kazanmıştı.
İRAN’IN ADAMI OLDUĞU İDDİA EDİLDİ
Kendisine yönelik eleştiriler, İsrail’in neden ondan hoşlanmadığı ve ‘İran’ın adamı’ olarak göstermeye çalıştığına ilişkin komplo teorileri sürüp gidiyordu. Fidan’ın canını sıkan gelişmelerden biri, MİT’in mahkemeyi yanıltarak Ahmet Altan ve Taraf gazetesinin bazı yazarlarını dinlediğinin ortaya çıkması oldu. Bu dinlemenin kendisinden önceki dönemde yapıldığını söylemekle yetindi. Uludere’de 34 kişinin ölümüne neden olan bombalamanın MİT’in verdiği istihbarattan kaynaklandığı iddiasını da reddetti Fidan. “Kaçakçı kılığında sızma olacağına ilişkin bir rapor vermedik” dedi.
Eleştiri oklarına aldırmadan Erdoğan’ın desteğinden aldığı gücü, MİT’i yeniden yapılandırmakta kullandı. Yaptığı yeniliklerden biri ‘Açık Kaynaklar Dairesi’ni kurmak oldu. Dış istihbarata ağırlık vererek MİT’i operasyonel bir kuruluş haline getirmeye çalıştı.
En büyük başarısı, yıllardır MİT-Emniyet-Genelkurmay-Jandarma arasındaki istihbarat kavgasını noktalamasıydı. MİT bünyesinde ‘Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu’ oluşturuldu. Gölbaşı’ndaki GES Komutanlığı da tüm elektronik donanımıyla birlikte MİT’e devredildi. Gazetecilere MİT’in kapılarını açıp basın toplantısı düzenlerken, devletin tüm istihbaratının patronu konumuna erişmenin rahatlığı içindeydi.
Eskiden başbakanlar, bakanlar, ofislerindeki dinleme aleti kontrollerini emniyet uzmanlarına yaptırırlardı. Erdoğan ise evinin alt katındaki ‘böcek’ aramasını MİT’e emanet etti. Ortalarda fazla dolaşmamasına rağmen Fidan’ın adı eskilerle kıyaslanmayacak ölçüde medyanın gündemindeydi hep. Yılın son günlerinde Suriye’de düşürülen uçak nedeniyle hakkında soruşturma açıldığı haberi geldi ama yalanlandı.
ABDULLAH ÖCALAN İLE İKİNCİ TUR GÖRÜŞME
Fidan’ın adıyla ilgili asıl dalgalanmayı yaratan açıklamaysa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi:
“İmralı’yla görüşüyoruz.”
Fidan, bir kez daha Öcalan ile görüşmeye gitmişti...
Ardından BDP’lilerin Öcalan ile görüşmesine izin verilince senaryo umutlar yeniden yeşerdi: PKK silah bırakıyor, seçimlere kan akmayan bir ortamda giriliyor vesaire...
Eğer sözü edilen senaryolar bir biçimde gerçekleşirse elde edilecek başarının en büyük paylarından biri kuşkusuz Hakan Fidan’a ait olacak.
Fakat hatırlıyorum, geçen kışa girerken de ne hayalleri, haber diye okumuştuk.
Keşke onlar da gerçek olsaydı.